PROF. DR. AHMET KAĞAN KARABULUT
Biz ‘adam gibi adam olmayı’
Kelimelere hapsettiğimizde kaybettik
Adaleti, hakkı, hakkaniyeti, liyakati
Sadece seçim zamanlarında kullanılan
Süslü sözcüklere mahkûm ettiğimizde
Güçlü olanı haklı olana tercih ettiğimizde kaybettik…
Daha dindar olmayı ya da gözükmeyi,
Takva takılmayı
Daha insan olmaya tercih etmeye başladığımızda kaybettik…
Mazlumun hakkını yerden kaldırmaya,
Bunun edebiyatını yapmayı tercih ettiğimizde,
Öksüz gördüğümüzde vicdan azabı yaşamaktansa
Öksüzün yanından görmeden geçmeyi
Öksüzün başını okşamaya yeğlediğimizde kaybettik…
İslami hassasiyetlerimiz artıyor zannederken,
İnsani değerlerimizi azaltmaya başladığımızda,
Gönlümüz katılaşıp,
Gözlerimiz yaşarmayı unutunca kaybettik…
Görece daha yukarılarda olup,
Daha iyi evlerde oturup,
Daha iyi arabalara biniyorken,
Mükellef sofraların başına daha rahat kuruluyor
Ve demli çayımızı yudumlayıp, kuruyemişlerimizi yiyorken
Daha ateşli dini sohbetlerde bulunup,
Daha çok vatan kurtarıyoruz zannederken kaybettik…
Biz bunları yaparken
Yanı başımızdaki metruk evde tencere kaynayıp kaynamadığı,
Ocak tütüp tütmediğini aklımıza getirmemeye,
Önemsememeye başladığımızda kaybettik…
Üç beş hadis, üç beş ayet okunan
Sonra da ya spor ya siyaset
Ya da gündem mafyacılığı yapan medyanın dayattıkları konuşulan
Haftalık sohbet toplantılarında
Vatanı ve dini kurtaralım derdi ile dertlenmişlik zannıyla
Zaman harcamış adamlar olaraktan
Kararmış vicdanlarımızı tatmin etmeye çalışıyorken kaybettik…
Ruhumuzla kenetlendiğimiz TV dizilerinin ya da maçların reklam aralarında
Oğlumuza ya da kızımıza “Ders çalıştın mı çocuğum?” demeyi
Çocuklarımızla veya eğitimleriyle ilgilenmek zannetmeye başladığımızda,
Lüks araçlarımızdaki ufak bir çiziği;
Yüreğimizdeki ve insanlığımızdaki derin yaralardan fazla önemsediğimizde kaybettik…
Yalanı, gıybeti, kul hakkına riayet etmemeyi kanıksayıp
Yaşam tarzı haline getirdiğimizde,
Bunlardan pişman dahi olmayıp
Tövbelerimizi alelacele dualar arasına sıkıştırılan sözcüklere hapsettiğimizde kaybettik…
Kendimizi, ruhumuzu, insanlığımızı
Bizi haza insan yapan değerlerimizi
Birer birer azalttık,
Ve her geçen gün biraz daha kaybettik…
“İlmi siyaset bilmek lazım” derken
“Sonda söyleneceği başta söylememeli” derken
“Biraz da mürai olmak lazım canım” derken
“Her doğruyu her yerde söylememek lazım” derken kaybettik…
Oysa “ilmi siyaset” olduğu gibi görünmemek miydi?
Sona saklanan sözü söyleyecek kadar nefes verildiğinin garantisi var mıydı?
Mürailik başlı başına özü sözü bir olmamak değil miydi?
Doğruyu söylemek için zamanı ve mekânı kim belirliyordu?
İkiyüzlülüğümüze, sahtekârlığımıza, riyakârlığımıza
İçi başka dışı başka olmaya
Bu kılıfları geçirmeyi hak görmeye başlayıp
Kendi zaaf ve eksikliklerimizi böylece kapatmaya çalışırken kaybettik…
“İdraklerimize giydirilen deli gömleklerini” yırtıp atmak yerine
“Aslında delilik fena bir şey de değilmiş” demeye başlayınca kaybettik…
Bilal, Sümeyye, Yasir, Ali, Hüseyin, İmam-ı Âzam ve daha niceleri
Ne uğruna şehit oldu ya da dayanılmaz işkenceler çektiler?
Ya onlar bu işi bizim kadar bilmiyorlardı,
Bize göre kazananlardan olamadılar,
Ya da onlar kaybediyor görünürken kazandılar da,
Biz kendimizi kazanıyoruz diye kandırırken,
Hakikatte kaybettik, kaybettik, kaybettik…