Müzik, dilimiz ve dinimiz gibi bizi biz yapan değerlerden, kimliğimizi gösteren bir ifade şeklidir. Hayat tarzımızı, değer yargılarımızı, örf, âdet ve geleneklerimizi yansıtır; sonraki kuşaklara aktarır. Bir Orta Asya topluluğu olup bozkır kültürünü temsil eden, çok eski çağlardan beri müzikle ilgilenen köklü bir geçmişe sahip bir milletin mensuplarıyız. MÖ III. asırdan itibaren var olan tarihimizde söz kadar müzik de önemli bir yer tutmaktadır. Bazı araştırmacılara göre 6000 yıllık bir müzik geçmişimiz vardır. Batı Türkistan’da çevgan, ud, pipa adlı çalgı aletlerine rastlanması Türklerde müzik tarihinin çok eski olduğunu gösterir. Ayrıca Dede Korkut Hikayeleri, Orhun Kitabeleri ve temel kaynaklarımızdan olan Divan-ı Lugat’it Türk’te müzikle ilgili “ ün sav ezgi, ır ( ses söz, ezgi, şarkı söylemek)” gibi kelimeler geçmektedir. “Kök” adı verilen musiki dizilerini kullanarak hakan çadırı önünde nevbet vurma da mehter geleneğimizin yine çok eskilere dayanmakta olduğunun kanıtıdır.
Anadolu’da farklı din, etnik grup ve dillerden insanların bir arada yaşaması sonucu meydana gelen etkileşimden sanatın her alanında olduğu gibi musiki de nasibini almıştır. Enderun, sanatın gelişmesine büyük bir katkıda bulunmuş; hat, musiki, nakkaşlık, minyatür, tezhip gibi sanatlar devletin büyümesine paralel olarak gelişmiştir.
Türk musikisi heyecanlarımızı, kahramanlıklarımızı, ibadetimizi, üzüntümüzü, ölümümüzü süsleyen, hayatın içinde bir müziktir. Tekkelerde, camilerde, Mevlevihanelerde, Mehterhaneyi Hümayûn’da, Enderun’da varlığını devam ettirmiş, yaşayıp gelişmiştir. Müzik denildiğinde daha çok dinî musikinin anlaşıldığı Osmanlı Devleti’nde musikinin cami üzerinden ayakta kalması sağlanmış ve bir zikir aracı olarak kullanılmıştır.
Musiki içinde bulunduğu milletin zevkine göre gelişir, yücelir veya tam tersi seviyesi düşer. Diğer sanat dallarında olduğu gibi kültürel bakımdan gelişmiş, ahlaken ve ruhen olgunlaşmış toplumların müziği de üst seviyededir. Uzağa gitmeye gerek yok, Itri’yi Hammamizâde İsmail Dede Efendi’yi, Kazasker Mustafa İzzet Efendi’yi, Hacı Arif Bey’i, Tanburî Cemil Bey’i ve daha nice dehaları yetiştiren Osmanlı İmparatorluğu’nda sanata verilen değer musikiyi de zirveye taşımıştır. Sultan Abdülmecit’e kadar padişahlar Türk musikisini desteklemiş, musikişinasları koruyup onlara atiyeler vermişlerdir. Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla gelen Batılılaşma cereyanlarından Türk musikisi de etkilenmiştir. Batı yanlısı bir padişah olan Sultan Abdülmecit, klasik müziğimize gereken önemi vermeyip Batı müziğini saraya sokmak isteyince müziğimiz de şekil değiştirmeye başlamış ve ne yazık ki çöküşe geçmiştir. Aslında Padişah, Enderun’daki müzisyenleri de ihmal etmiyordu ama bir yandan da Batılı müzisyenleri sarayda ağırlıyor, İtalyan Guiseppe Donizetti’yi Mızıkayı Hümayun’un başına getirerek paşa ünvanı veriyordu. Bu durum bestekârlarımızın gücenip saraydan uzaklaşmalarına yol açmıştır. Bir sonraki yazımızda Dede Efendi’den ve bu duruma verdiği tepkiden bahsedeceğiz.
Biz elimizden uçup gidenlerin ardından yas tutan, ağıt yakan bir milletin fertleriyiz, birçok şeyin kıymetini kaybedince anlarız. Müziğimizin değerini henüz varlığını sürdürürken bilebilmek temennisi dua yerine geçsin.
Fazilet Sitare
İki yanızı da okudum. ilk göze çarpan özelliği çekirdek mahiyetinde olması… Her paragraf blr kitap konusu.. Tebrikler..