Doç. Dr. Ömer Faruk RECEP
Şu hayatta bazen insan öyle zor durumlarla karşılaşıyor ki ne yapacağını, nasıl davranacağını bilemiyor.
Diyelim ki evinize hırsız girdi… Alarmlar çaldı, güvenlik görevlileri yetişti ve neredeyse canınıza kast edecek olan hırsızdan veya hırsızlardan sizi kurtardılar. Görevliler evi terk ettikten sonra başlarındaki şef evin içinde dolanıp bakışlarıyla kızınızı taciz etmeye başladı. Veya sizin kıyafetinizi beğenmedi ve değiştirmeniz gerektiğini söyledi. Evin duvarlarının rengine, içerideki kokuya vs. göndermeler yapmaya başladı… Ama… Ama, sizi hırsızlardan kurtardı ya! Minnet borçlusunuz. Nereye kadar bu borcun altında ezilirsiniz?
Anneniz sizi dünyaya getirmiş, yedirmiş, içirmiş, büyütmüş. Ama bir dili var ki her seferinde sizi yerin dibine sokup sokup çıkarıyor, sizi her yerde aşağılıyor, size küfürler ediyor… Anne ya, hak sahibi, bir şey diyemiyorsunuz, ama nereye kadar?
Veya bir devlet adamı düşünün. Yabancılarla yaptığı mücadele sonucu halkının güvenini, itibarını kazandıktan sonra halkına ve halkının değerlerine karşı mücadeleye girmiş olsa…
Örnekler çoğaltılabilir, gerçekten ne yapacağına karar verebilmek zor, değil mi?
Eskiden çalıştığım özel bir merkez zamanla parlak günlerini geride bırakmış, batış sürecine girmişti. Merkezin sahibi konumunda olan hocamız artık uçan kuşa bile borçlu duruma gelmişti. Alacaklılar kapıya dayanıyor, iki güne bir cihazlara haciz geliyor ve çalışan doktorlar bir bir yuvayı terk ediyordu. Her birinin de içeride belli bir miktar parası vardı; bazıları bu parayı almak için gayretler içerisine giriyor, bazıları ise “İllallah!” deyip çekip gidiyordu. Hocadan parasını talep eden bir arkadaşa hocanın cevabı ne olsa beğenirsiniz:
“Onu da benden aldığın eğitime say!”
‘Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır’ diye atasözümüz var, kabul, ama hatırın, minnetin de bir mantıklı sınırı olması gerekmez mi?.. Yarın ahiret gününde hesaba çekilirken kendilerinden eğitim aldığımız tüm öğretmenlerimize, hocalarımıza karşı borç ödeme telaşı içine mi gireceğiz?
Sanmıyorum.
Bir önceki neslin mutlaka bir sonraki nesil üzerinde belli hakları bulunacaktır, ama bunları kul hakkı çerçevesinde değerlendirmeye kalkarsak sanırım cennete girecek kimse bulamayız. Böylesi hakların karşılığının bizzat Allah tarafından verileceğine inanırım.
Dolayısıyla bazı hakların karşılığını ne bu dünyadaki ne de öbür dünyadaki hesaplaşmalarla almaya kalkmanın mantıklı olmadığını bilmek gerek.
Hatırın, minnetin sınırlarını mantıklı bir çerçeveye oturtamazsak kendimize de neslimize de zarar vermeye başlarız. Bu çerçeveyi belirlerken neyi kıstas alacağız?
Kur’an-ı Kerim’de Yüce Allah şöyle buyuruyor:
“Onlara, ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denildiğinde, ‘Hayır, atalarımızdan gördüğümüze uyarız’ dediler. Ya atalarının aklı bir şeye ermemiş, doğru yolu bulamamışlarsa!”
Bugünlere gelmemize vesile olan atalarımıza minnet borçluyuz. Onları şükranla anar, hayırla yad ederiz. Ancak minnetimizin sınırlarını biliriz, bilmeliyiz.
Atalarımızın yaptığı doğrulara bakarak onların yanlışlar yapmadıklarını söyleyemeyiz. Bundan da ötesi onlara veya onlardan birine karşı gösterdiğimiz sevgi ve bağlılık nedeniyle yanlışlarını da doğru kabul edip çevremize ve bizden sonra gelen nesillere bunları ‘doğru’ diye aktaramayız.
Tarihimizde çok sayıda iyi insanla karşılaşıyoruz. Bazen iyilikleri yanında kötülükleri olan kişiler de yok değil. İyiliklerini abartarak kötülüklerini unuttuğumuz veya kötülüklerini de iyi gördüğümüz, buna göre hayatımıza şekil verdiğimiz insanlar var. Ama Allah ne buyurmuştu: “…, doğru yolu bulamamışlarsa!”
Atalarım hiç kusura bakmasınlar. Minnetim ve saygım var, ama doğru yolda olduklarını düşündüğüm sürece veya sadece doğruları için. Onlara minnet duyarak yanlış bildiğim yollarına uyamam. Onların yanlış yollarına insanlarımızı kanalize etmeye çalışanlara hoş gözle bakamam. İslam’la şereflenmiş ve yüzlerce yıl İslam’ın bayraktarlığını yapmış bu millet için ondan daha büyük nimet tanımam.