Önce söz vardı muhayyilede duyguların hammaddesi. Dimağdan kalbe seyreden yolculukla coştu bir çağlayan misali. Döküldü kalp şelalesine… Kabına sığmayan sözün sultanı dokundu gönül teline… Bazen göz pınarlarını coşturdu, hüzne gark etti yürekleri… Kimi zaman mutluluk vadisinde koşturdu gönül atına binen yiğitleri… Asırlar geçse de, zamana meydan okur bazı değerler. Yüreğin derinliklerinden kopup gelen o ses, kelimelerin ifade gücüyle şiir denilen efsunlu vadiye dökülüyorsa hisli yürekleri bir başka heyecanlandırır… Mahzun kalpleri duygu ikliminde kanatlandırır… Ezelden ebede giden şiir yolculuğunda hayata dair ne varsa, nazımın ifade imkânlarıyla şiirin gizemli dünyasında kendisine yer buldu… Özlemler, hayaller, ıstıraplar, acılar, ayrılıklar, ölüm ve tabiat güzellikleri ,uğruna anadan,yardan ve serden vazgeçilen mukaddes değerler gibi hayatın gerçekleri, insanın yaşadığı her yerde, kelimelerin hayran bırakan kudretli ifade gücünde farklı bir formatta şiir olmuş dökülmüş ruh denizine.Onun için hayatı,hadiseleri algılama/anlama ve yorumlama biçimine göre muhtelif şekillerde tanımlamış herkes onu… Şairlerin sultanı Necip Fazıl da şiiriyet duygusu ; “Anladım işi, sanat Allah’ı aramakmış, Hakikat bu, Gerisi yalnız çelik çomakmış.” Mısralarında ifadesini bulurken , Yahya Kemal, şiiri “kalpten geçen his halinin lisan şeklinde terennüm edilmesidir .” şeklinde tasvir etmiş. Mehmet Akif, Safahat’ında; Şiir için gözyaşı derler onu bilmem lakin Aczimin giryesidir, bence bütün asarım. Ağlarım, ağlatamam, hissederim, söyleyemem. Dili yok kalbimin, ondan ne kadar bizarım” mısralarıyla, mana ipliğine söz incilerini dizivermiş. Edebiyatımızda bütün edebi türler, zamana, mekâna ve ihtiyaca göre farklı edebi türlerle tercüman olmuş duygu ve düşüncelere. Hayatın her halini kuşatmış… Toplumun her kesiminden şairlerimiz, her kesimin anlayabileceği bir dille seslenmiş şiir severlere… Mazide sultan şairlerimiz vardı. İlim adamlarımızın bir kısmı şair meşrepli insanlardı… Osmanlı’nın 36 padişahından 33’ü şiir yazmış. Muhtelif mahlaslar kullanarak yazdıkları şiirler de hayata dair ne varsa ifade edilmiş.9 padişahın dîvânı mevcut. Fatih Sultan Mehmed Han, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman’ın dîvânları ise pek çok dîvân şairininkinden bile çok daha hacimli. Geleneksel İslâm sanatlarında o işin pirleri çapında eser veren padişahlarımız var. Hattat, müzehhib, yeni bir makam bulacak kadar musıkîşinas, marangoz, kuyumcu… Yahya Kemâl merhum, “Viyana’ya nasıl gittik?” sorusuna cevâben “Mesnevî okuyup, bulgur aşı yiyerek” demişti. Yani İslâm Medeniyeti’nin Osmanlı yorumu sadece iyi ata binip güzel kılıç kullanarak ortaya konulmadı. Sinan, taşlarla şiir yazdı Süleymaniye’de. Bâkî, kelimelerle şirin Süleymaniye’sini imar etti. Gül Babalar’ın topraktan önce fethettiği gönüller, kalelerin kapısını kılıçtan önce açtı. Böylelikle şenlendirdik ülkeleri, hanlar, hamamlar, kervansaraylar, köprülerle… İki yüz binin üzerinde vakıf, asırlarca devletin sosyal sahadaki yükünü omuzladı. Lafza-i Celâl’e halel gelmesin diye hilâli astık sancağımıza. Lâleyi belki de yaratılış gayesine kavuşturduk çiniler, ebrularla… “Kemâlât teferruattan doğar”ifadesi, sadece fert için değil devletler için de vazgeçilmez bir ölçüydü ve inceliklerle biz ördük tarihin Asr-ı Saâdet’ten sonra gördüğü en muazzam medeniyeti. Muhtelif enstrümanlarıyla medeniyet, bir bütündür. Medeniyet tasavvurunun altını doldurmak, her babayiğidin harcı değildir. Fatih’in çelik iradesini anlamadığımız zaman, Akşemseddin’in efsunlu bakışı bize bir mânâ ifade etmiyor. Süleymaniye’yi taştan ibaret zannettiğimiz anda, Karahisarî’nin hattı eğri büğrü çizgilerden öteye gitmiyor. Itrî’nin bestesi gönlümüzün en derinine bir sızı olup düşmeyince, Mohaç meydanında muzaffer Kanuni’nin neden bir kabirde sabahladığını anlamamız imkânsızlaşıyor. Sultan Ahmed Han’ın Aziz Mahmud Hüdayî hazretlerine ibrikdâr oluşta bulduğu sultanlık safâsını idrak edemediğimizde, kuş evlerinden, sadaka taşlarından, süzülen zarif edâyı fark edebilmek mümkün olmuyor. Eğri oturup da doğru konuşmak nasıl mümkün değilse, eğri bakıp da doğru görmek de öyle, imkânsız! Peki, nasıl bakmalı? İstanbul’u fethetmeye kararlı olan Sultan Fatih’in sabaha kadar padişah otağında dua eden avuçlarının arasından baktığınızda, bambaşka bir manzara çıkıyor ortaya. “İmtisal-i cahid u fillah olupdur niyyetüm, Din ü mübin ü İslam’ın mücerred gayretüdür gayretüm” mısralarındaki mana derinliği bu manzarayı resmediyor. Zamanının en kudretli padişahı olarak; “Padişâh-ı âlem olmak bir kuru gavgâ imiş, Bir velîye bende olmak cümleden âlâ imiş” diyen Yavuz’u, Memlük Seferi için Hasan Can’la askerin yanına giderken yaptığı sohbetten, İbn-i Kemal Paşa ile sefer dönüşü yaşadığı olaydan, şair dostunu bulmak için yazdığı şiirden hareketle baktığınızda çok farklı bir portre çıkar karşınıza. Kanuni Sultan Süleyman 46 yıl devam eden bir adalet sembolü ama “Umaram her bir adın başka şefaât eyleye, Ahmed ü Mahmud Ebû’l Kâsım Muhammed Mustafa” dizelerinin de gözü yaşlı şairi. II. Abdulhamid, devleti en zor zamanda 33 yıl idare edebilen bir siyasi deha olmasının yanı sıra, Alatini köşkünden mecburi ikamet için geldiği Beylerbeyi sarayına mutâdı olduğu kapıdan girerken kendisini sert bir ses tonuyla uyaran askere, “Afedersiniz evladım, düşünemedim.” tevazuu ile cevap verebildiği için bu milletin Ulu Hakan’ı. Ok atan ellerin tespih çekişini, kılıç tutan ellerin kalem tutuşunu cihâna adaletle diz çöktüren sultanların gönül sultanları önünde muhabbetle diz çöküşünü anlasak kâfi! Bilgi toplumu olma yolunda, istikbale akıp giden zamanda, dünyaya söylenecek bir söz varsa onu da ancak biz söyleriz. Çağın idrakine sunduğumuz yeni medeniyet hamlesi, kaynağını kadim medeniyetimizden tevarüs ederek mazlum milletlerin özlemle beklediği hak ve adalet temelindeki huzurlu ve mutlu hayatı inşa edecektir. Buna giden yolda ciddi mesafeler alındı. Ancak hâlâ ezberlerimiz var, bizim bizi nereden bulacağımızı bilmemize, bizim biz olduğumuz zamanları görmemize mani olan ezberlerimiz. Sanatımızla, edebiyatımızla merhamet medeniyetini, insanlıkla yeniden buluşturma zamanı.
Sabredin görecektir duranlar yürüyeni.
Bekleyin gelecektir, sönmez, pörsümez yeni.
Şiiriyet duygusu çok güzel anlatılıyor,harika.