Malûm olduğu üzere müfredât, “tek, yalnız” mânâsına gelen Arapça “müfred” kelimesine çoğul eki -ât eklenmesiyle oluşmuştur. Kubbealtı Lugatı’na baktığımızda ise ilk olarak “basit şeyler, mürekkep olmayan şeyler” mânâsına gelir. Ergun Göze’nin de belirttiği üzere “Talebe hocasından ders alır (…) Önce harfler, sonra müfredât, daha sonra da mürekkebât öğrenilir.” Dolayısıyla müfredâtın öğrenim süreci içerisindeki konumu açıkça bellidir. Yani talebenin harfleri öğrenmesinden sonra başlar ve eğitim-öğretimde arzu edilen kavram veya maddelerin terkip edilmesine geçilirken de devreye sokulur. Kısacası müfredâtın okul öncesi eğitim-öğretimden başlayarak talebenin üniversiteye kadar uzanan sürecini tam bir bütünlük içerisinde kapsamlıca hazırlanması doğası gereğidir. Sadece belli kademelerle sınırlı kalan veya yukarı kademeden aşağı kademelere doğru yapılacak bir müfredâtın ise başarılı olması son tahlilde zordur. Şayet bu yapılamayacaksa en azından şu ana kadarki denenmiş en etkili müfredât üzerinde yapılacak büyük dokunuşlarla da kanaatimizce durum büyük ölçüde kotarılabilir. Yeter ki bunun başarılabileceğine dair muktedirlerde tam bir samimiyet ve teslimiyet olsun!
Bütünü bilmeden veya görmeden bir şeyin ayrıntılarını ve maddelerini de tam mânâsıyla bilmemiz maalesef mümkün değildir. Eskiden satın alınan şeylerin yazıldığı “müfredât defterleri” varmış. Yani müfredât, her şeyin tafsilâtıyla yazıldığı tıpkı bir karne imiş aynı zamanda. Dolayısıyla bu sayede her şeyi müfredâtıyla anlatmak mümkün olurmuş. Şimdi biz eğitimciler olarak burada asıl ehemmiyet ile üzerinde durmamız gereken husus şudur: Bu müfredâtı neyi elde etmek için belirledik ve niçin uygulayacağız? Yani bunun öncekilerden farkı ne? Peki, müfredâtın asıl icrâcılarından âzamî ölçüde faydalandık mı? Bu müfredât bize çağın ve önemlisi de ülkenin gerçeklerine dönük uygun bir içerik ve birleşik sunuyor mu? Hiç şüphesiz, bu soruları daha da uzatmak mümkün. Fakat her halde en kıymetlisi, reel politik uygulamaların da ötesine geçebilen asırları şâmil bir müfredât üretebilecek miyiz, yoksa üretemeyecek miyiz? Bence en önemli soru/nu/muz bu olmalı. Yoksa günübirlik müdahelelerle âdeta bir yapboz tahtasına dönüşecek müfredâttan beklenen fayda asla elde edilemeyecektir! Zaten bu, tecrübeyle de sâbittir.
Aslında müfredâtın en kıymetli tarafı ise uygulanmasında gösterilecek kararlılıktır. Daha işin en başında müfredâta dönük sizin göstereceğiniz ufacık bir şüphe dahi müfredâtınızı kesinlikle akâmete uğratır. Dolayısıyla müfredâttan da önce asıl buna karar vermemiz gerekir efendim…
Efendim ey meded!
Ârifî’m soylamış, görelim cânım ne soylamış:
müfredâtla çıkın yola
akıl sorun sağa sola
menzil uzak verin mola
ârifî’yem bu tek arzum…