Bugün tepeden aşağıya kumanda edilen kurumsallaşmış eğitim kurumlarını dolayısıyla okullaştırılmış toplumu eleştirmeyen ve eğitimin ancak zorunlu ve tek-tip eğitim kurumlarından verilebileceğini iddia eden yani “eğitim şart” diyen insanların eğitim önerilerini dikkate almıyorum.
Çünkü öğrenmenin sadece okullarda birer uzman tarafından verileceği inancı bir yanılsamadır.
Bu konuda ben de kısmen Ivan Illich gibi düşünüyorum. Zira o, gerçek eğitimin şu iki özelliğe sahip olması gerektiğini düşünüyordu.
Özel becerileri kazanma ve öğrenme ile bireyin kendi hayal, imgelem, inisiyatif ve yargı güçlerini tamamen keşfettiği ve kullandığı genel bir özgürleştirici deneyim.
Yani bir insan kendi başına düşünmeyi ve yeteneklerini tamamen geliştirmeyi öğrenmelidir…
Şimdi soruyorum bilhassa ülkemizde okul, öğrencilerin kendi başına düşünmeyi, kendi anlam haritasını oluşturmayı ve kendi yeteneklerini keşfetmeyi sağlayabiliyor mu?
İşte bunu sağlamadığı için okulları kutsal birer mekan öğretmenleri de kutsal birer insan olarak görüyoruz!
Illich’in de ifade ettiği gibi okullar aslında eğitim karşıtı kurumlardır.
En tepede belirlenen kurallar silsilesine tüm öğrencilerin harfiyen uyması gerektiği ve aynı müfredatın aynı öğrenciler tarafından öğrenilmesi mecburiyeti nereden bakarsanız bakın onların yeteneklerini köreltmekle kalmıyor zihinlerini de otomatiğe bağlıyor.
Öğretmen ise tam bir otorite olarak karşımıza çıkıyor. Kararları asla sorgulanamaz. O neyi düşüneceğimizi hatta ne kadarlık düşünmemiz gerektiğini ve neye karar vereceğimizi en iyi bilendir. Onun onaylamadığı hiçbir davranışın bir anlamı yoktur.
Kısacası bir hastanın doktora kendini teslim etmesi gibi öğrenci de kendini öğretmene teslim eder. Sınıfta öğretmen sultasıyla idare edilen öğrencilerin özgür düşünme olanakları var mıdır?
O yüzden Illich bir makalesinde şöyle diyor; “ Hastane nasıl insanı hasta yapıyorsa okul da insanı aptal yapmaktadır.”
Bizde okulu kutsal yapan bir diğer önemli husus da okulun bir istihdam aracı olmasıdır. Bir iş bulma, diploma alma kurumu olmasıdır.
Gerek aileler için ve gerekse toplum için bir insanın okulda ne öğrendiğinin hangi ahlaki meziyetlere sahip olduğunun bir önemi yoktur eğer elinde bir diploma ve işi varsa okul şöyle ya da böyle vazifesini yerine getirmiştir.
Şayet yüksek eğitim almış faşist bir profesörü eleştirirseniz ondan önce diğerleri diplomasını alır yüzünüze çarpıverir! Çünkü o kurumsal, kutsal okul ortamlarından bugünlere gelmiştir.
Kusura bakmayın yine Illich’e döneceğim. Okul tam da bu noktada “proletaryanın dünya dini haline gelmiş ve teknolojik çağın fakir insanları için faydasız kurtuluş vaatlerinde bulunmaktadır” der.
Diğer taraftan okulda hemen her şey tümüyle kayıt altında ilerler. Foucault’un ifade ettiği gözetim toplumu örneğinde olduğu gibi.
“Kişisel ve sürekli gözetim biçimi altında, denetim/cezalandırma/ödüllendirme ve ıslah biçimi… Bireylerin bazı kurallara göre dönüştürülmesi ve şekillendirilmesi biçimi…”
Bu iktidar biçimi toplumda da neyin doğru olduğunu ya da olması gerektiğini ya da neyin yanlış olduğunu ve olması gerektiğini evvela okulda öğretir. Bireye de dışarıdan kumanda eder.
Ve insanlar aynı kurumsallaşmış tekerlemeleri tekrar eder durur. Bu durum şartlanmış, otomatiğe bağlanmış, körü körüne inanan ve tek bir ideolojinin esiri olmuş, uysal, uyumlu, itaatkâr bireylerin merada otlanan koyunlar misali kümelenmesine neden olur.
Hayalleri bile okullaştırılmış, kurumsal birer insanlara dönüşürler. Dolayısıyla özgürlük dürtüleri gittikçe kaybolur.
O yüzdendir ki eğitim meselesine kafa yoracaksak önce resmi, kurumsal, zorunlu eğitim kurumlarının misyonunu masaya yatırmak zorundasınız.
İşte o zaman bilginin nasıl tekelleştiğini ve iktidarların sizden hangi becerileri kazanmanızı istediğini daha iyi anlama şansına sahip olabileceksiniz.
Netice itibariyle bu okulları biz icat etmedik. Modern ulus devletlerin bir ürünü olarak karşımızda duruyorlar.
Onlar da milletlerin kültürel dönüşümünü gerçekleştirmek ve sonra da onları uluslararası sermayeye gönüllü hizmetkârlık yapmaları için bu sistemi inşa ettiler.
Bakınız devletler yüksek maliyet gerektiren eğitim sektöründen büyük ölçüde zarar etmelerine rağmen müfredatından, eğitim politikalarına varana kadar eğitimin her alanında etkili olmak isterler.
O yüzden diyorum, devletlerin itaatkâr, uyumlu, uysal ve kontrol edilebilir insan üretimini en düşük maliyetle gerçekleştirdiği kurumlar okullardır.
Çünkü onlar eğitimi halkı kontrol etmede en önemli mekanizmalardan birisi olarak kullanırlar ve resmi ideolojilerini eğitim kanalıyla yeni kuşaklara aktarmayı kendilerine hedef yaparlar.
Şimdi bu problemi nasıl aşacağız? Daha fazla okul yaparak mı? Daha fazla öğretmen atayarak mı? Haydi işin biraz da bu kısmını düşünelim…
Camiiler ve hocalar için de aynı şeyleri söyleyebiliriz sanırım.. camii ve kurs inşaatları , hoca atamaları gayet yolunda gidiyor ama içleri boş kurumlar bunlar. Ehil hoca desen hiç yok.