Eğitim sisteminin asli problemi ne okula erişim, ne öğretmen yetiştirme ne testlerdeki sonuçlar ne altyapı sorunlarıdır. Bu listeyi daha da uzatabiliriz. Evet bunların hepsi önemli birer problemdir ve rahatsızlık vermektedir ancak bunlar asıl problemin doğal sonuçlarından başkaca bir şey değillerdir.
Bizim gibi yani aslen Avrupalı olmayan ve sonradan sonraya Batılılaşmaya öykünmüş toplumların hayatın her alanında olduğu eğitimde de en temel sorunu küreselci hegemonyadır. Bu hegemonya baştan beri eğitim sistemine yön verenlerce bilinçli ya da bilinçsiz şekilde içselleştirilmiş durumdadır. Bu içselleştirmenin en belirleyici güdüsü ilerleme anlayışıdır.
İlerleme fikri modernleşme sürecinin insanlığa pandoranın kutusu misali bir armağanıdır. On binlerce yıl boyunca insanlığın seyrüseferine yön vermiş olan döngüsel zaman ve tarih anlayışının terkedilmesine yol açan büyülü bir kavramdır ilerleme. Büyülü olmanın yanında serhoşluk vericidir de. En çok da bizim gibi toplumları ayartmıştır. Çünkü son birkaç yüzyıldır Batı karşısındaki yenilgin ahvalin yarattığı eziklik duygusu ancak böylesi bir serhoşlukla unutulabilmektedir.
Bilim, teknoloji ve maddi refah andığımız ayartmanın kudretli büyücüleridir. Bunların marifetiyle gelişen, ilerleyen maddi refahı doyasıya yaşayan Batılı toplumlar karşısında onlara öykünmekten başka yol kalmamıştır. İlerleme fikri Avrupalıları geleneksel devirlerin bütün değerlerini işlevsizleşmiş kabul edip aşmaya yöneltirken onlara öykünen toplumlarda ise bu değerlerin aşağılanmasına yol açmıştır. Bu aşağılama eskiye ait herşeye tiksinerek bakmaktan başkaca bir anlama da gelmemiştir. Nihayetinde kılık kıyafetten yazıya ve dile, hukuktan siyasete, eğitime kadar her alanda onlar gibi olmak tek çıkar yol olmuştur. Osmanlının son dönemlerinde izlenen bu yol giderek sistemli bir hal almış Cumhuriyet döneminde resmi bir politika olarak genel kabul görmüştür. Zahirdeki bu dönüşümlerden daha önemlisi toplumun ve bireylerin bâtınındaki dönüşümü olmuştur. Öyle ki günümüzde eğitim hakkında konuşanlara baktığımızda bu dönüşümün sonuçlarını açık seçik görebiliriz. Bâtındaki bu dönüşüm sözünü ettiğimiz içselleştirmede kendini göstermektedir.
Eğitim sistemi hakkında ileri sürülen eleştirel görüşlere genel olarak baktığımızda iki temel kesimden söz edilebilir. Batılı düşünceleri açıkça benimsemiş olanlar ile görece muhafazakâr olanlar. İlkinde yer alanlar uzun zamandır Türkiye’de eğitimin muhafazakârlaştığından, ikincisinde yer alanlar ise geleneksel değerlerin yeterince muhafaza edilemediğinden şikayet etmektedirler. Okullarda seçmeli dini dersler, müfredatta evrim benzeri konuların yeri, tarih anlatımının kapsamı ve dili gibi temalar etrafında yürütülen tartışma esasen içi boş bir atışmadan ibarettir. Çünkü Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde başlayan süreç boyunca günümüze dek eğitimin değişmeyen niteliği “ilerlemeci” karakteri olmuştur. Batıcı, muhafazakâr şucu ya da bucu hemen her kesimin üzerinde uzlaştığı konu eğitimin “ilerlemeci” gayesidir. Bu ilerlemecilik zamanla küreselci hegemonyanın gereksindiği rızayı üretmiştir.
Eğitim toplumların gelişmesini daha doğrusu tekâmülünü sağlamıştır tarih boyunca eyvallah fakat burada sözünü ettiğimiz “ilerleme”, modernleşme sürecinde Batıda icat olunmuş kendine özgü bir şeydir. Bu şey özgün niteliklerinde geleneksel dünyanın bütün birikimin aksine bir yöne çağırmaktadır toplumları. İşte birkaç yüzyıl içinde en azından bu ilerlemeyi bir şekilde geliştirebilmiş Batılı ülkelerin ve eğitim sistemlerinin geldiği nokta ortadadır. Uluslararası testlerle, rankinglerle yapılan göz boyamaların ötesinde “gayri insani bir öğretim”in egemenliği söz konusudur. Acımasız bir rekabet dünyası için yetiştirilen yarışmacı, bireyci öğrenciler bu öğretimin yegâne ürünüdür. Okul bir fabrika öğrenciler işlenen hammaddeler mesabesindedir. Okulun bir fabrika bir işletme gibi yönetilmesinden herkes memnundur. “Müfredatta evrim olmasın” diyebilecek birisi aynı zamanda “okulumuz okullar arasında birinci olmalı, testlerde en başarılı öğrenciler bizden çıkmalı, en çok projeyi biz yapmalıyız, performansı nicel olarak ölçülen öğretmenlerden düşük performanslılar artık çalıştırılmamalı,
ekonomik kallkınma için nitelikli işgücü okulun temel hedefi olmalı” diyebilmektedir. Okullardaki ders saatleri ya da uluslararası testlerdeki puanlar ile ülkelerin maddi refah düzeyleri ve dahası milli gelirleri arasında “edebe aykırı” ilişki kurulabilmektedir. Bunca tuhaflıktan sonra insanlar en azından kendini rahatlatmak için değerler eğitimi tarzı bazı nostaljik dokunuşlara gereksinim duymaktadır elbette.
Herkes eğitime kendi rengini vermeye çalışmakta ancak yine de herkes küreselcilerin çizdiği bir resimde yer alarak zaten kendilerine dayatılan bir rengi kullandığının farkında bile değil gibi görünüyor. Bugün eğitim düzenimizdeki temel sorunun küreselciliğin dayattığı öğretim anlayışı olduğunu kabullenmeden anlamlı ve yararlı hiçbir tartışma yapılamaz.
Küreselcilik ne alternatifsizdir ne de egemenliği mukadderdir. İnsanlar ve toplumlar her zaman alternatifler üretirler dolayısıyla alternatifsizlik insan aklına güvensizlik olurdu ve küreselciliğin hegemonyasının ve kudretinin yenilmez olduğunu düşünmek ise Yaradan’a güvensizlik.
Fakat küreselciliğin alternatifi ne yerelliktir ne de nostaljik, savunmacı ve özde küreselci bir muhafazakarlıktır. Bilakis insanlığın ezeli birikiminin temelinde yer alan ezeli hikmettir. Bu hikmet bu “sarp zamanlar”da ancak sevilebilir ve araştırılabilir. Bu da belki “töreli eğitim” ile mümkün olabilecektir.