33 yıllık bir eğitimci üç yılı aşkın süredir eğitimin dışında kalınca ne yapar diye düşünmeye başlamıştı. Devlet memuru olması hasebiyle ticaretle uğraşamazdı. Suç olmasına karşın ticaretle uğraşsa da salgından dolayı zaten işveren de olmayacaktı. İş bulamayacaktı. Üst idari görevden ayrılması nedeniyle her işi zaten yapamazdı. O işi yapsa dahi makamın ve bugüne kadar taşıdığı unvanın ağırlığı altında ezilecekti.
Rızkın onda dokuzu ticarettedir anlayışını biliyordu ama nasip işte memur olmuştu. Deyim yerinde ise iş işten geçmişti. Atı alan da Üsküdar’ı geçtiğine göre bu yaştan sonra ticaretle uğraşması da zor olacaktı. Zaten 33 yıllık memuriyetin de kuralların dışına çıkmadığı için ticaret yapmayı hiç düşünmedi. Çünkü ticarette kurallar her zaman geçerli değildir.
Zaten babası da hep takılırdı ona;
-Oğlum sen abin gibi değilsin. Kalemden başka işten anlamazsın. Kalemine sahip çık yeter.
Hakaret mi etmişti yoksa kendi işinden başka bir işle uğraşma mı demek istemişti babası. Hiç anlayamamıştı bu cümleyi (!) Ya da işine gelmediği için anlamak mı istememişti?
Sonuçta üç yılı aşkın evinde idi ve kendisine göre son üç yılı en iyi şekilde değerlendirdiğini düşünüyordu. İşinin sevdasından, gerçek sevdalarını ihmal ettiğinin bile farkına var(a)mamıştı. Bu süre içerisinde çocukları ve eşi ile ilgilenme fırsatını bulmuştu. Yılların verdiği ihmali bu kadar sürede telafi edemeyeceğini gayet iyi biliyordu ama zararından neresinden dönerse kârdır anlayışı ile hareket etti son üç yıl içerisinde.
Ama ya sonrası? O da bilmiyordu ya sonrasını.
Aynı zamanda turnusol kâğıdı görevi yapmıştı bu son üç yıl. Vefayı ve vefasızlığı bu dönemde daha iyi anladı. Sloganların arkasına sığınanları daha iyi tanırken daha çok nefret etti onlardan.
Her yere, herkese gidemeyeceğini de biliyordu. Gitse dahi neden geldin, hayırdır bir iş peşinde misin? Sorularına muhatap da olmak istemiyordu. Sanki insanların eski görev yerlerine gelmeleri yasakmış gibi tavırlarla muhatap olmak canını sıkıyordu.
Oturacaktı evinde ve televizyonun karşısına geçerek vakit geçirecekti. Zaten gündüz kuşağında hafta içinde bugüne kadar neredeyse hiç televizyon izlememişti.
Cazip de geliyordu aslında. Eşi kahve yapacak, bacak bacak üstüne atıp kahvesini yudumlarken televizyon izleyecekti. İlk günler de televizyon izlemenin, bacak bacak üstüne atarak kahve içmenin bile acemiliğini çekmişti. Hiç yapmamıştı ki böyle. Nereden bilecekti bacak bacak üstüne atıp kahve içmeyi?
Makamın saygınlığına gölge düşürmemek, resmiyetin verdiği ciddiyeti bozmamak adına hep dikkat etmişti kıyafetine, içtiklerine. Bacak bacak üstüne atmak mı? Onu hiç yapmamıştı. Kişisel olarak sevmediği amirlerine dahi böyle bir saygısızlıkta bulunmamıştı. Zaten saygıyı devletin makamına yapıyordu. Kişilere saygı, kişinin kendi karakterine paralel olarak yapılır düşüncesini taşıyordu.
Televizyon izlemenin acemiliği mi olurmuş? Öyle düşünmeyin. Oluyormuş demek ki.
Başlarda hanımıyla kumandayı kapma kavgaları başlamıştı. Aradan geçen bir kaç ay sonra aralarında anlaşmışlardı. Gündüz kuşağındaki programlarına hiç dokunmayacaktı eşi de özellikle tartışma ve spor programlarında kumandayı ona verecekti.
Anlaştıkları üzere bu şekilde bir yıl geçmişti. Isınan suda kurbağanın yandığının farkına varmaması gibi zamanla gözleri gündüz kuşağı programlarına kaymaya başlamıştı. Önceleri bu programları ciddi ciddi eleştirirken zamanla bu programların eğitim açısından değerlendirmeler yapmaya başlamıştı hanımına. Farkına varmadan daha önce kızdığı şeylerin savunmasına kılıflar bulmaya başlamıştı.
Aile eğitimine önem verilmediği için bu çocuklar böyle, çocukların okul saati çıkışında bu programların yayınlanmaması gerektiği, aile kavramının çökmesinin sebebinin eğitimin sonucu olduğu gibi cümleler kurmaya başlamıştı.
Zamanla bu cümleler vay be nasıl insanlar varmış? Toplum ne hale gelmiş, ailede boşanmalar nerede ise evliliklerin önüne geçmiş gibi cümleler kurarken sonuca odaklı cümleler kurmaya başlamıştı.
Oysa ilk başlar da sebepleri tartışıyordu. Şimdi ise sonuçları tartışır olmuştu.
Her gün alışageldiği gibi sabahları erkenden uyanıyor ve yine alışagelmiş olduğu üzere bir önceki günün muhasebesini yapıyordu. Artık çok umutlu konuşmuyor, çok da umutlu şeyler söylemiyordu. İçten içe çürüdüğünü fark ederken aklına şimşekler çakan sorular geliyordu.
İyi de ben neden evde oturuyorum? Yetkili kişi hırsız olmadığını, ahlaksızlık yapmadığını, görevi ile ilgili en ufak bir olumsuzluk duymadığını söylediği halde o zaman neden evinde ve kendisince en verimli olduğu bir zamanda evinde kahve içerek söz de keyif yapıyordu (!)
Sonra bu sorulara yine kendisi cevap veriyordu:
-Görevimi yapmadığımdan dolayı evimde otursaydım daha mı iyiydi? Ve elhamdülillah diyerek yeni rüyalar görmek üzere uykusuna daldı.
Sevgiyle kalın, sevgide kalın…