Kimlik kısa bir sürede oluşmaz. Kişinin biyo-psikolojik gelişim seyri, sosyal çevresiyle kurduğu ilişkiler ve kişisel tecrübelerinden oluşan birikimleri, onun kimliğinin içerik ve sınırlarını belirler. Ergen de çocukluktan itibaren belli çalışmalar sonucu elde ettiği bu birikimleri kullanarak bizzat kendisi, ergenlik dönemi ve sonrasında kimliğini oluşturur. Bu çalışmalar:
Müslüman ergen, kimlik oluşturma çabasına Kâinat, hayat ve insanı inceleyerek başlar. Zaman içerisinde gökleri, yeri ve içindekileri, gece ve gündüzü, mevsimleri, doğum ölüm vb gibi konuları düşünmeğe ve onlardan dersler çıkarmaya çalışır. Evrendeki üstün nizama aklı takılır, onun ‘Rabb’ini araştırır. Bu arada kendisinde gördüğü, fizyolojik ve psikolojik değişikliklerin nedenlerini öğrenmek ister. Kim olduğunu, bu dünyaya kim tarafından ve niçin gönderildiğini, nereye gitmekte olduğunu, diğer varlıklarla ilişkisinin ne olduğunu düşünür ve araştırır. Bir yandan tefekkür/düşünce planında bu çalışmayı yaparken, bir yandan da bu düşünce turunu zenginleştirecek, başta Kur’an ve Sünnet olmak üzere bu konularla ilgili eserleri bulup okur, onlara dalar ve nice buluşlar yapar. Bu konuları incelemek ve o buluşları yapmak ergenin hayatını çok önemli ölçüde etkiler. Çünkü ergenin kendisi dahil, çevresindeki varlıkların bir anlamının, bir gayesinin ve bunların bir Yaratıcısının olduğunu, bu düşünce ve araştırmaları sayesinde öğrenmeye ve anlamaya başlar. Bütün bunları araştırırken, Rabb’ül Alemin olan Allah konusuyla karşılaşır. Diğer bir deyişle bu konular onu Allah’a yönlendirir. Böylece hem Allah’ı bulur hem de O’na olan bağlılık ve yakınlığı artar.
Allah’a inanan, tefekkür ve araştırmalarıyla o inancını güçlendiren ergen, bir yandan da O’nun göndermiş olduğu İslam’ın ilk bilgilerini, içten gelen bir duyguyla öğrenmeye yönelir. Ana hatlarıyla İslam’ın iman esaslarını; iman-amel/teori-pratik beraberliğini; bunun denetiminde ibadet ve bir bütün halinde İslami yaşantıyı; geniş anlamda ilke, prensip ve nedenleriyle beraber İslam Ahlakını öğrenmeğe ve uygulamaya başlar. Süreç içerisinde (özellikle 20’li yaşlarda) İslam’ın, değer ve prensipleriyle hayatın bütün alanlarını düzenleyen bir yaşam biçimi/hayat nizamı olduğunu öğrenip, ona sarılacaktır. İslam’ın erken dönem tarihi, özellikle Asr-ı Saadet bu açıdan ona bir laboratuvar işlevi görecektir. Bu konulara yoğunlaşmış olan ergen, bütün bu alanlarda konferans, seminer, vaaz, ümmet bilincini hedefleyen cemaat toplantıları ve özel sohbetlere katılmaya çalışmalıdır. Bulunduğu mahallede/işyerinde namaz vakitlerinde cemaate katılmaya da özen göstermelidir.
Diğer bir araştırma ve keşfetme konusu, ergenin bağlı olduğu milleti ve tarihidir. Hamdolsun milletimiz, özellikle son bin yılı, İslam’a ve insanlığa hizmeti esas alan bir anlayışla yaşamıştır. Bu süreçte dünyanın tek süper gücü olmasına rağmen, yeryüzünde hakkı ve adaleti esas alan bir politika izlemiştir. Bilimleri geliştirmiş, I. İslam Medeniyetinin kuruluşuna çok büyük katkılar sağlamıştır. Ayrıca kendilerini yüzlerce yıl yönettiğimiz bütün milletler bugün bizi hayırla anmaktadırlar. Çünkü biz onlara sadece iyilik yaptık. Milletimizin bu durumu bizim övünç kaynağımızdır. Biz insanlığa sadece hizmet etmiş olmamıza rağmen, son iki asırdır dünyaya hâkim olan Batı, bütün dünyada yapmadığı zulüm, soygun ve katliam bırakmamıştır. Çiğnemediği hiçbir mahrem alan da koymamıştır. Biz bu iyilikleri, bağlı olduğumuz inanç ve medeniyet değerlerimizden; Batı da yaptığı bütün kötülük ve zulümleri inkâr politikasından alır.
Tarih konusuna gelince, bu konuyu iki kavram üzerinden inceleyelim. Bunlar ‘Kollektif Hafıza’ ve ‘Tarih’ kavramlarıdır. Tarih, bize sadece, tarihi kayıt ve vesikalar üzerinden ulaşan, ancak uzmanlarının ilgilendiği, öğrendiği, geçmiştir. ‘Kolektif hafıza’ ise, vesika ve kayıtlarla beraber, eğitim-öğretimle gündemde olan, okunan-öğrenilen, anlatılan, dilden dile dolaşan, bu yönüyle insanlara şuur/bilinç kazandıran, onların kimliklerini besleyen, geliştiren ve şekillendiren geçmiş demektir. Tarih, üzerinde çalışılıp öğrenildikçe, Kollektif hafıza; Kollektif hafıza da üzerinde durup ilgilenilmedikçe/unutuldukça, tarih olur. Dolayısıyla tarihimiz, özellikle kültürel ve ahlaki yönüyle okunmalı, incelenmeli, sürekli gündemde tutulmalı ve bir kollektif hafıza haline getirilerek, yeni neslin rahatlıkla ulaşabileceği bir noktaya ulaştırılmalıdır.
Yaklaşık 20’li yaşlarda ergen Kâinat, hayat ve insanı, bir bütün halinde İslam’ı, milletini ve tarihini inceleyerek elde edeceği bu inancın öncülüğünde doğal olarak bir yaşam felsefesine ve bir dünya görüşüne ulaşır. Kişisel ve ailevi yaşantısı; yeme-içme, giyim-kuşam; çalışma-kazanma, dinlenme-eğlenme; aynı ve karşıt cinsten insanlarla olan ilişkilerine; eğitim ve öğretimdeki gayesine; vakıf-dernek ve parti gibi toplumsal kurumlara bakışına; kendisinin, ailesinin ve milletinin refah ve mutluluğu için izlenmesi gereken yola; sosyal, siyasal, eğitimsel ve ekonomik problemlerin çözümüne; diğer inanç ve ideolojik gruplarla ilişkilerine, kısaca çevresinde olup biten eşya ve olayların bütününe bu dünya görüşü çerçevesinde yaklaşır.
Yukarıda belirtilen fikri çalışmaları yapan genç, eş zamanlı olarak, ‘onun gibi olmak’ istediği özdeşim modelleri de arar, bulur. Bu modeller, gencin hayran olduğu Müslüman bir öğretim üyesi, öğretmen, yazar, sporcu, kahraman, politikacı veya bir düşünür olabilir. Genç, beğendiği bu kişilere öykünür, onlar gibi olmak ister. Kılık-kıyafetleri, insan ilişkileri, konuşma tarz ve davranışlarıyla onları taklit eder. Böylece ergen kendine özgü bir dünya görüşü ve o doğrultuda bir kimlik oluşturmuş olur.
Bir sonraki yazımızda, kimlik oluşturabilmiş ve oluşturamamış gençleri inceleyelim.