Okumak, insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından biri. Okuma yazma bilmeyen bir insanın karşılaştığı güçlükler dikkate alındığında okuma için hava kadar, su kadar önemli diyebiliriz. Daha da ileri gidip okumanın, insanı diğer canlılardan ayıran önemli özelliklerden biri olduğunu söylersek, yanlış yapmış olmayız.
Günlük hayatta herkes, elbette bir şeyler okur. Okumaya uzak duran sosyal medya kullanıcıları bile, önlerindeki küçücük ekrandaki yazıları okumaktan kendilerini alamazlar. Sosyal medya oyuncularının, oynadıkları oyunda bir sonraki merhaleye geçmek için buna ihtiyaçları vardır. Bu bile, okumanın bir “ihtiyaç” olduğunu göstermeye yeter.
Temel ihtiyaçların zaman ve zemine göre değiştiğini biliyoruz. Bundan çok değil, otuz, kırk sene önce sabit telefonlar önemli bir ihtiyaçken günümüzde sabit telefon kullananların sayısı oldukça azaldı. Bunun yerini çeşit çeşit cep telefonları aldı. Bendenizin, yaklaşık otuz beş yıl öncesine dayanan bir hayalim vardı. Öyle bir telefon icat edilsin ki diyordum, aradığımız kişiyle birbirimizi görebilelim. Evet, o zaman böyle hayaller kurarken şimdi bir yerden bir yere çok daha hızlı bir şekilde, belki de ışınlanarak gitmenin hayallerini kuruyorum. İhtiyaçlar böyledir işte. Yenisi gelir, eskisini medeniyet tarihinin derinliklerine gömer.
İhtiyacın çeşidi ne olursa olsun, hepsinin temelinde iyi bir okuma kültürü yatıyor. Hayatı kolaylaştıran her icat, böyle bir kültürün ürünü. Bunların amacı sadece ihtiyaçları gidermek değil, aynı zamanda kullanımda olan ürünleri kaldırıp yepyeni ürünlere kapı aralamak. Bir başka ifadeyle bugün baş tacı edilen bir icadı, yarın tarihin çöp kutusuna göndermek. Bendenizin yıllar önce aldığım ilk arabamda radyo yoktu mesela. İkinci arabamın da sağ tarafta dikiz aynası yoktu. Üretici firmalar, imkânları olmadığı için mi öyle davranıyorlardı, hiç sanmıyorum. Amaçları, her yeni modele, eskisinde olmayan küçük bir yenilik koyarak tüketimin hızlanmasını sağlamaktı.
İnsanoğlunun, sadece maddî ihtiyaçları mı var? Hayır, en az onlar kadar, hatta onlardan daha önemli olan manevî ihtiyaçları da var. İnsan, ancak maddesi ve ruhuyla bir bütün olur. Vereceğim örneği lütfen mazur görün, bendeniz zaman içinde, birkaç akrabamın cenaze yıkama işlemine katıldım. Gördüm ki ruh olmadan kalıp hiçbir işe yaramıyor. O güzelim bedeni harekete geçiren, bilim adamlarının hâlâ sırrını çözmeye çalıştıkları ruhtan başkası değil. Öyleyse ruhumuzun da ihtiyaçları olmalı değil mi?
Elbette ruhumuzun da ihtiyaçları vardır ve bana göre bunlar, bütün maddî ihtiyaçlardan önce gelir. Ruhunun ihtiyacını gideren insan, kemale erme yoluna girmiş demektir aksi hâlde hiç bitmeyen maddî ihtiyaçların peşinde koşmaya
devam eder. Benliğini, kazanma hırsı bürüyen kişi, nerede duracağını bilemez. İçi boş bir koşudan başka bir şey değildir onun yaptığı. Yarışın sonuna geldiğinde kazanacak hiçbir şeyi kalmamıştır. Üstelik kazandıkları da onun değildir artık. Öyleyse bu hırs niye? Gıpta etmek varken haset etmek neden? Helalinden kazanmak dururken harama uzanmak da ne oluyor? Bütün bu olumsuz davranışların sebebi, manevî ihtiyaçların giderilmemesi değil de nedir?
İnsanoğlu elbette son nefesine kadar çalışacak, gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakmak için mücadele edecek. Sadece şunu bilecek: Bu iş, maddî ihtiyaçların yanında manevî ihtiyaçların da karşılanmasıyla olur.
Okuma konusuna dönelim tekrar. Herkesin bildiklerinin dışında bir okuma daha vardır ki bu, manevî ihtiyaçları gidermenin ilk yoludur. Kâinatın kitabını okumaktan bahsediyorum. Evet, yüce Yaratıcı, okuyup ders almamız için kâinatın kitabını önümüze seriyor. Bu kitabı okumanın ilk yolu, evvela böyle bir kitabın varlığını kabul etmek. İnsan, kâinatın da bir kitap olduğunu nasıl inkâr eder ki, diyebilirsiniz. Ben de size derim ki, gönül gözü kapalı olanlar, sadece kâinatı değil, burunlarının ucunu bile göremezler. Onların gördükleri, çizgi film karakterleri gibi oynaşıp duran cisimlerdir sadece.
Günümüzde, kâinatın kitabını okumaya herkesten çok ihtiyacı olanlar kimlerdir biliyor musunuz? Eğitimciler. Evet, yanlış okumadınız eğitimciler, gönül gözlerini açarak bakacaklar etraflarına. O zaman bir de bakmışlar ki eğitime dair en güzel modeller yanı başlarında duruyor. Bir örnekle devam edelim konumuza:
Bir dağcı grubu, zirveye doğru tırmanış hâlindedir. İçlerinden birinin gözündeki lens düşer. Dağcının düşen lensini bulmasına imkân yoktur. Çaresiz bir şekilde tırmanışını tamamlar ve zirvede arkadaşlarını bekler. Birden gözleri parlar dağcının. Bir karınca, ağzında parlayan bir cisimle yanına doğru yaklaşmaktadır. Bu, düşürdüğü lensten başka bir şey değildir. Yüzlerce karınca içinden biri lensi görmüş ve yukarı taşımıştır. Bu benim görevim değil dememiş, lensi sahibine ulaştırmıştır. Bu örneğin bize verdiği ders, “Bu işi başkası değil de neden ben yapıyorum?” sorusunun yersiz olduğundan başka bir şey değildir. Aklı başında bir eğitimci, kâinatta binlercesi bulunan buna benzer örneklerden istifade etmeyi bilir.
Kâinata gönül gözüyle bakabilen bir eğitimci, başvuracağı eğitim modelleri konusunda Kur’an-ı Kerim’de sayısız örnekler bulacaktır. Bakara suresinin 164. ayeti bunlardan biridir. Kâinatı yoktan var eden Allah, bu ayette bakın ne diyor:
“Şüphesiz ki göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ve gündüzün peşi sıra yer değiştirmesinde, insanlara fayda sağlayarak denizde yüzen gemilerde, Allah’ın gökyüzünden indirdiği ve ölümünden sonra yeryüzünü kendisiyle canlandırdığı
suda, orada yaydığı farklı türdeki her bir canlıda, rüzgârların çevrilip yönlendirilmesinde, gök ve yer arasında emre amade kılınmış olan bulutlarda akledenler için (üzerinde düşünülüp, bunları yapanın tek ilah olduğu ve kulluğun yalnızca O’na yapılması gerektiğine dair) deliller vardır.”
Kâinat, ezelî ve ebedî kitabını okumayı başaranlara başka neler fısıldıyor dersiniz? Bunun da cevabını şöyle verelim:
Kâinatın kitabını okudum,
Açıldı gözümü bürüyen perde.
Aşka geldim “Allah!” diye şakıdım,
Seyrettim âlemi seyr ü seferde.
Elvan elvan açan gülü dinledim,
Ilgıt ılgıt esen yeli dinledim,
Ağacı, yaprağı, dalı dinledim,
Esma-ül Hüsna’yı duydum zikirde.
Bir kuş, yuvasını gülle süsledi;
Yavrusunu gagasıyla besledi,
Her daim sırtını Hakk’a yasladı,
Bir dem of demedi yağmurda, karda.
Baharla yeşerdi kara topraklar,
Canından can buldu sarı yapraklar,
Gördüm ki her canlı bir âlem saklar,
Kalbin “Hu!” diyerek attığı yerde.
Bu dünya minicik zaman dilimi;
Ömür, bir yudumluk nefes alımı…
Her gece yaşadık küçük ölümü,
Bilmedik sonumuz ne zaman, nerde.
Kâinatın kitabını okudum,
Açıldı gözümü bürüyen perde.
Aşka geldim “Allah!” diye şakıdım,
Cihanda ne varsa toplandı bir’de.
Haydi, hep birlikte kâinatın kitabını okumaya başlayalım, hem de hemen.
Yusuf DURSUN