Son yazımızda meşhur Tatar Seyyah Abdurreşit İbrahim’in(1857-1944) bir çoban yıldızı gibi yol gösterici hayatına dair açıklamalara yer vermiştik. 19’uncu yüzyılın son yarısı ile 20’inci yüzyılın ilk yarısında geçen hayat serüvenine nice destansı mücadeleleri sığdırdığına, Sibirya’dan Afrika’ya, Avrupa’dan Japonya’ya gerçekleştirdiği pek çok seyahatlerle zihnen ve bedenen dünya Müslümanlarının birliği ve kalkınması için örnek teşkil edecek olağanüstü çaba ve gayretlerine işaret etmiştik.
Japonya’ya seyahatini konu edinen ve Türkistan, Sibirya, Mançurya, Kore, Çin Singapur, Uzak Hint Adaları, Hindistan, Arabistan ve Osmanlı topraklarına yaptığı seyahat notlarını ve düşüncelerini içeren Âlem-i İslâm isimli iki ciltten oluşan eserinde, İslam âlemi için Amerika’yı yeniden keşfetmeyi gerektirmeyecek her konuya değinmiş.
Abdürreşit İbrahim gerçekleştirmiş olduğu seyahatleri esnasında anbean kaleme almış olduğu eserine, 21’inci asırda Müslüman toplumların yaşadığı müzmin sorunlardan her ne varsa tek tek tespit, teşhis ve tedavisini derç etmiş. Sadece İslam âleminin değil insanlık âleminin çözümsüz bırakılan sorunlarına sıkça parmak basarak çözüm yolları ortaya koymaya çalışmış.
Genetik kodlarını Haçlı Seferlerinden alan Batı medeniyetinin, fıtrata dönüşen özelliklerini her fırsatta hayata geçirmeye çalıştıklarını tüm ayrıntısıyla deşifre eden İbrahim’e göre, “Avrupalılar yalnız kendi dindaşlarını himaye ederler, [onların] insaniyetle alakaları [da] yoktur.”
Bu tespitini somutlaştırmak bağlamında, son birkaç asırdır 300 milyon nüfuslu Hindistan’ı İngilizlerin, Cezayir’i Fransızların, Endonezya ve Malezya’yı Hollandalıların nasıl insanlık dışı muamelelere maruz bırakıp sömürdüklerine işaret eder.
Yaklaşık sekiz asır boyunca tüm dinlerin ve milletlerin barış içinde yaşadığı Endülüs’te/İspanya’da milyonlarca Müslüman yaşıyorken Hristiyanların eline geçmesiyle birlikte tek bir Müslümana dahi yaşam hakkı tanınmadığını bu tespitine örnek gösterir. Uzak doğuda Japon halkının kemiklerindeki iliğe kadar nasıl kurutulduğunu hatırlatır.
Tüm bu gerçeklere rağmen Avrupalıların medeni(!), Müslümanların barbar ve vahşi(!) gösterilmesine şaşırdığını belirten Abdürreşit İbrahim, her nasılsa bu vahşi ve barbar Müslümanların(!) nadide ve harikulade sanat şaheserlerini her fırsatta aşırıp ülkelerine götürmelerinden yakınır. Bu hakikate rağmen “Batının medeni(!), Müslümanların vahşi (!) olduğu” fikri nasıl da bir tarihsel gerçeklik gibi sokulmuş tedavüle?
Yakınmakta haklıdır; nitekim Batılı emperyalisteler çiniden minyatüre, yazma eserlerden kıymetli hat tablolarına tarihsel değeri olan her türlü materyal ve antika eserleri her fırsatta silip süpürmüşler, mezar taşlarına varıncaya kadar tenezzül edip alçalmışlar. Nebbaşlıkta zirve yapmışlar. Barbar ve vahşi Müslümanların(!) nesi varsa alıp götürmüşler ülkelerine. Müzelerinde sergilemekteler; nasıl da uygar bir millet olduklarını, tarihe değer verdiklerini göstermek için(!).
Abdürreşit İbrahim, Avrupalıların “medeniyet” dedikleri şeyin hep maske olduğu düşüncesindedir. “Medeniyet” Batı’nın elinde bir zulüm aracı olarak kullanılmaktadır. Ona göre Batı medeniyeti güçlü oldukça dünyanın diğer zayıf milletleri rahat edemezler. Çünkü Batı, “medeniyeti” maske olarak kullanarak vahşet sergiler, insan haklarıyla Batı arasında herhangi bir ilişki söz konusu değildir. 19. Yüzyılda Ruslar, Amur Nehrinde Çinlileri boğup insan cesetlerinden köprü oluşturduklarında, anne kucağındaki masum bebekleri dahi annesiyle birlikte nehre attıklarında medeni Avrupa’dan(!) tek bir ses çıkmamış, gazetelerinde iki satır yazıya dahi yer vermemişlerdir. Bölgedeki Avrupalı güçlerin birkaç gün boyunca ceset avcılığı/nebbaşlık yaparak kıyıya çektikleri cesetlerin üzerlerindeki eşyalarını ve paralarını alıp tekrar nehre attıkları anlatılmaktadır. İbrahim’e göre sözde medeni Batı köpeklere acır, ancak dünyanın diğer bölgelerindeki hemcinsi olan mazlum insanlara acımazlar.
Öte yandan Müslümanların idaresindeki coğrafyalarda yaşanan hoşgörü ve barışa Filistin’den ve Buhara’dan örnekler veren İbrahim, 1300 yıldır Müslümanların tasarrufunda bulunan Suriye ve Filistin topraklarında Hristiyanların, Yahudilerin, Müslümanların ve her ırktan topluluğun barış ve özgürlük içerisinde yaşadığını; Buhara’da “eskiden beri üç buçuk Yahudi vardı hâlâ mevcuttur” diyerek İslâm Dininin herkesi dininde/milliyetinde hür bıraktığını övgüyle anar.
Abdürreşit İbrahim’in 1900’lü yılların başında kaleme almış olduğu seyahat yazılarına yansıyan bu açıklamaların ne denli isabetli ve yerinde olduğunu günümüzde de müşahede etmeye devam ediyoruz. Nitekim tüm dünya, son haçlı seferi esnasında 1917 yılında İngiliz istilasına uğradığından bu yana Filistin topraklarında, her geçen gün insanlık dışı tarifi imkânsız muamelelerin zirve yaptığına tanıklık ediyor.
Sadece GAZZE, tek başına dünya tarihinde yaşanmış tüm zulüm ve katliamların tamamının birkaç ay içeresinde yaşandığı bir insan mezbahanesine dönüşmüş durumda. Elbette insaf sahibi, duyarlı, tepki koyan, tavır sergileyen milyonlarca insan Avrupa’da Amerika’da ve dünyanın diğer coğrafyalarında seslerini yükseltiyorlar. Ancak bugün dünyaya hakim olan ve coğrafyaları kendi menfaatine göre dizayn eden güçlerin arka planında neo-haçlı ruhu ve ittifakı olduğu da gayet açık ve nettir.
Gelinen bu noktada İslâm âleminin sorumluluğu ise hiçbir gerekçesi mazur görülmeyecek cesâmet ve derinliktedir. Batılı emperyalist güçler daha önce Irak ve Suriye’de olduğu gibi, ürettikleri muhayyel düşmanlar üzerinden Müslüman coğrafyalarına gizli ya da aşikâr üşüşmekte, vahşi hayvanlara rahmet okutacak cinayetler işlemektedirler. İşte Filistin toprakları, tam bir asırdır vahşet ötesi zulüm ve cinayetlerin sahne aldığı mekâna dönüşmüş haldedir.
Gazze’ye uzaklığı sadece 1239 km. olan Mekke’de Hacc ibadetiyle meşgul olan Müslümanlara ilaveten, terör devleti İsrail’le sıfır km. mesafede sınır komşusu olan Müslüman ülkeler de Gazze utancıyla yaşamaya alışmış görünüyor.
Mahallenin kabadayısı, tüm mahallelinin gözleri önünde mazlumun tepesine çökmüş her türlü baskıyı, zulmü, işkenceyi, kısaca insanlık dışı her ne fiil varsa göstere göstere ve kanırta kanırta sergiliyor. Dünyanın kabadayısı ve dünya terörünün koordinatörü ABD ise, terör devleti İsrail’i himayesi ve koruması altına aldığını ilan ederek dünyayı tehdit ediyor.
Abdürreşit İbrahim’in eserinde “İnsan kanına doymayan sürü” nitelemesiyle anılan sözde medeniyete karşı, insanlık adına yeniden dirilişin ve ayağa kalkışın yollarını aramak her insaflı birey için vecibe olduğu gibi, epey zamandır vaktin gelip geçtiğini de fark etmemiz gerekiyor.
Dr. Hasan YILDIZ