Eğitimde sorunumuz nedir? Türkçeyi öğretememek mi, sınavlarda yeterince başarılı olamamak mı, meslek liselerinde öğrencilere meslek öğretememek mi, yabancı dil öğretememek mi, müfredatın fazlalığı mı, dini bilgiler verememek mi, nedir bizim sorunumuz? Bu ve benzer soruların cevabı hem evet hem de hayırdır. Evet, çünkü bunların her biri kendi başına ciddi sorun, öğrenciler ve aileler bu sorunlardan mustaripler. Hayır, çünkü bunların her biri ana sorunun birer kolları. Ana sorun çözülmeden bu sorunların çözülmesi eğitim bünyesinde bir iyileşmeye yol açmayacak, sadece semptomların ortadan kalkmasını sağlayacak, bu da bizim farkında olmadan bünyemizin çürümesine yol açacak, bir gün farkına vardığımızda da yapılacak bir şeyin kalmadığını anlamak zorunda kalacağız. Peki, nedir eğitimde asıl meselemiz? Eğitimimizi kendi kültür tasavvurumuzla kurgulamamak, kendi insanımıza ve hayata başka kültürlerin zaviyesinden bakmak, bizim asıl meselemizdir.
Bunu biraz daha açalım. Kabul edelim ki eğitim dediğimiz uğraş, kültürel bir şeydir. Eğitimin kültürel olması demek, dış dünyaya kendi penceresinden bakan ve kendi zaviyesinden meseleleri yorumlayabilen insan yetiştirmek demektir. Bu ne demek? Bu eğitimde dilden dine, fizikten kimyaya, tarihten edebiyata, ahlaktan felsefeye her şeyin kültürel olarak tasavvur edilmesi, tasarlanması ve kurgulanması demektir.
Eğer bu durumu, yani eğitimin bütün yönleriyle kültürel olmasını kabul ediyorsak, bunu kim yapacak ve nasıl yapılacak sorusuna yanıt vermek gerekir. Bunu sen, ben, o, tek tek yaparak gerçekleştiremeyiz; bir sistem bütünlüğünde, üst bir otoritenin öncülüğünde ve denetiminde yapmalıyız. Çünkü bu tür haller geniş yetki ve sorumluluk ister, bunlar da bireyler de bulunmaz; devlette, devletin ana organlarında bulunur. Şimdi bunu bir örnek üzerinden, zorunlu eğitim uygulaması üzerinden açıklayalım.
Zorunlu eğitim kültürel bir uygulama değildir. Bu uygulama batı uygarlığının seküler toplum inşa etmek için koyduğu uygulamalardan biridir. Bu tespit öznel bir tespit değil, eğitim politikaları tarihinin hem fikir olduğu bir konudur. Seküler toplum ise bizim ülkemizin insan ve toplum yapısına uygun değildir. Neden? Çünkü sekülerizm, kültürü dışarda tutan bir anlayış; bizim hayatı yaşama şeklimiz ise kültüreldir. Seküler yaşamı bizim gibi toplumlarda inşa etmeye çalışmak, deistlerin öne sürdüğü tanrının yaratma eylemi sonrası hiçbir işe karışmaması anlayışını bu ülkede yeşertmeye benzer. Oysa bizim insanımızın anlayışında Din (kültür) her şeyde, her işte, her davranıştadır. Hal böyleyken zorunlu eğitimle kültürümüzü dışlayıp seküler anlayışı inşa etmeye çalışmak kuzuya miyavlamayı öğretmeye benzer. Zorunlu eğitimin biz de açtığı tahribat, bu nevidendir. O halde ilkokuldan sonra gençlerimizi hayatın içine dâhil etmek, bunların bir zanaat öğrenmesini sağlayacak bir yapı kurmak gerekir. Belediyeler, STK’lar ve meslek odaları işbirliğinde hazırlanacak bir sistemle bu işleyiş kolaylıkla sağlanabilir. Eğitimin asıl sorunu olan kültürel kimliğe bürünmesi demek, bu demektir.
Geri kalan azınlığa ise, okullarda, hem eğitim hem de öğretim vermek gerekir. Buradaki eğitimden kastedilen şey, ahlaktır. Diğerlerini öncelikli, önemli ve değerli görerek yaşamak demek olan ahlakı, toplumda görünür kılmanın yolu, kültüre göre ilke ve kuralların belirlenip uygulanmasını denetlemektir. Peki, bunu kim yapacak? Bunları belirleme yetki ve sorumluluğu MEB merkez teşkilatının, uygulama yetki ve sorumluluğu ise öğretmen ve müdürlerindir. Peki, neden bunlar yapılamıyor? Batıcılık hastalığı, seküler girdap, bizde, bizim ruhsal yapımızda, düşünme biçimimizde iki tür gerçeklik oluşturduğundan bunu yapamıyoruz. Bunlardan birincisi normal hayatımızda yaşadığımız gerçek kültür; ikincisi devletin bürokrasisinde görev yaparken takındığımız ve bizden beklediğine inandığımız yapay kültür. Yani sohbetimizde, gerçek yaşantımızda uyduğumuz kültür ile işin başına geçince, koltuğa oturunca, sınıfa girince, taç başa geçince uyduğumuz kültür birbirinden farklı. Böyle olunca sohbet başka, görevin gereği başka oluyor. Göreve gelince semptomlarla uğraşılıyor, arkadaşlarla muhabbet edince gerçek meselelerle uğraşılıyor. Bu çift gerçeklik hal içinde yaşayarak meseleleri çözemeyiz, bundan kurtulmalıyız, bunun da yolu kendimizle yüzleşmek, kendimize gelmektir. Aksi takdirde kendimizi kandırmaya, semptomların giderilmesiyle uğraşmaya devam ederiz.