İslam Düşünce Enstitüsü tarafından Şubat 2021 tarihinde kamuoyuyla paylaşılan “Din Eğitiminde Yeniden Yapılanma” rapor din eğitimine ilişkin tartışmaya zemin teşkil etmesi açısından önemli bir metin.
Diyanet İşleri eski başkanı Mehmet Görmez tarafından alanın çok önemli isimlerinin katkılarıyla hazırlanan rapor; alana ilişkin düşünsel analizi, mevcut durumu tarihsel bir perspektif üzerinden değerlendirmesi ve alternatif çözümler sunması
açısından kapsamlı ve iddialı. Aynı zamanda sanal ortamda gerçekleştirilen ve moderatörlüğünü Mehmet Görmez’in yaptığı, katılımcıların milli eğitim eski bakanlarından Nabi Avcı ve Ömer Dinçer ile DİB eski başkanlarından Ali Bardakoğlu olduğu müzakere programı da raporun önemini ve anlamını arttıran diğer bir faktör.
Raporun etraflıca değerlendirilmesinde fayda var. Bu yazının sınırlılıkları içerisinde rapora ilişkin çok genel bazı değerlendirmelerde bulunmaya çalışacağım. Öncelikle eğitim kavrayışı ve tartışması son derece yüzeysel olan ülkemiz için rapor önemli bir katkı. Enstitüyü ve katkı sunanları tebrik etmek gerekiyor.
Zira hem eğitimin niteliği açısından önemli hem de din eğitimi gibi son derece netameli bir alanı konu ediniyor olması önemli.
İkincisi din eğitimini bütünlüklü ele alması ve ele alan yapının ve kişilerin sivil olması önemli.
Raporun bütününe ilişkin bir değerlendirmeyi burada yapmak mümkün olmadığından hem raporu tanıtma hem de kısa bir değerlendirme için “Rapor Özeti” olarak 23 maddede özetlenen hususlara kısaca değinmeye çalışacağım.
Birinci madde din eğitimi ve öğretiminin tanımına, önemine ve anlamına dönük çözümlemeyi içermektedir. “Din eğitimi ve öğretimi; insanın anlam arayışına en doğru cevabı veren, kişinin kendi varlığını, inancını, hayatını, içinde yaşadığı dünyayı, ölümü ve ölüm ötesini anlamlandırmasına yardımcı olan bir eğitimdir.
Bu eğitim, insanın iyiyi, doğruyu, güzeli tespit etmesine, kendisi, yaratıcısı, ailesi ve toplumuyla iyi ilişkiler geliştirmesine, aşkın metafizik değerlerle birlikte ahlak, erdem ve fazileti bulmasına ve yaşamasına rehberlik eder.” Dinin bireysel, toplumsal açıdan taşıdığı önem kaçınılmaz şekilde din eğitimi ve öğretiminin neliğini, nasıllığını öne çıkarmaktadır.
İkinci madde din eğitiminin ve öğretiminin anlamı, önemi ve amaçlılığı dikkate alındığı mevcut faaliyetlerin yeniden yapılanması gerektiğinin altını çizmektedir. Günümüz koşullarında dinin, dini eğitimin insanların özellikle de gençlerin “anlam arayışına rehberlik edebilecek mahiyette anlam, ahlak ve değer üretebilen bir içeriğe” kavuşturulması için öncelikle “Nasıl bir insan, nasıl bir toplum, nasıl bir gelecek tasavvur ediyoruz?” sorularının cevabı verilmeli; medeniyetimizin insan, toplum ve gelecek tasavvuru, bütün yönleriyle ortaya konulmalıdır.” denilmektedir.
Bunun için “din-devlet-toplum ilişkileri sağlıklı bir zemine kavuşturulma”sı vurgulanırken içinde bulunduğumuz tarihsel-toplumsal dönemin hususiyetlerinin dikkate alınması gerektiği belirtilmektedir.
Üçüncü madde din eğitiminin ülkemizde tarihsel olarak bir siyasal müdahalelere açık olmasının getirdiği problemlere değinilmiş olup bir takım iyileştirmeler olmakla birlikte yapılanlar “yeni dönemin parametrelerine uygun olarak meselelerin özüne dair kritik dokunuşlar olmaktan uzaktır. Bu durum, farklı ideolojik ve siyasi eğilimlerin, dine bakışta ve din eğitimini sil baştan yeniden tanziminde devleti, her daim tarihten gelen reaksiyoner-güvenlikçi radikal sapmalara açık hâlde bırakmaktadır. Bugün dine dair ilgi ve yakınlığın bizatihi kamu tarafından üretilip yönlendirilmesi gerçeği, bu hakikati değiştirmemektedir” denilerek alanın sistemik düzenlemelerden uzak ve müdahalelere açık vaziyetinin altı çizilmektedir.
Dördüncü maddede toplumun büyük çoğunluğunun sanılanın aksine anlamlı bir dini eğitim almadığı dile getirilmektedir. Zorunlu din dersi hariç tutulduğunda toplumun %80’inin “herhangi bir örgün din eğitimi” almadığı çünkü “okul öncesi dâhil ilkokul 4. sınıfa kadar herhangi bir din eğitimi mevcut” olmadığı bunun da “bir öğrencinin 10-11 yaşlarına kadar – ailesinin bireysel çabası veya yaygın din eğitimi kursları hariç- örgün bir din eğitimi almadığı anlamına gelmektedir.” denilmektedir.
Zorunlu din dersinin de ihtiyaçlara cevap vermekten uzak bir düzenleme olduğu belirtilirken liseden sonra İlahiyat Fakülteleri dışında örgün bir din eğitimi müfredatının mevcut olmadığı vurgulanmaktadır. Beşinci madde de günümüz dünyasında dinin bir güvenlik mevzusuna dönüştüğü dikkate alınırsa “İmam Hatip Liseleri ve İlahiyat/İslami İlimler Fakültelerinin önemi izahtan varestedir” denilmektedir.
Mevcut yapılanmada söz konusu kurumların toplumun %15’ine hitap edebildiği bunun da çok sınırlı olduğu belirtilerek okul öncesinden yükseköğretime kadar bütün topluma hitap edecek yeni bir yapılanmanın gereğine değinilmektedir. Din eğitimin kademelerin durumlarına ya mevcut derslerle eklemlenmesi veya yeni seçimlik derslerin tüm öğrencilere açık hale getirilmesini dile getirmektedir.
Altıncı madde mevcut eğitim felsefesinin “madde-mana, din-bilim, din-akıl ayırımı üzerine bina edilen seküler pozitivist bir yapıya sahip” olduğunu, bu yapı içerisinde dinin konumunun problemli olduğunu dolayısıyla mevcut eğitim sistemi ile din eğitimi arasında kurumsal, kuramsal bir kopukluk olduğu ve kopukluğun giderilmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
Yedinci maddede din eğitiminde günümüz insanına hitap edebilecek yeni bir paradigmaya ihtiyaç olduğu vurgulanıyor.
Sekizinci maddede “kurumsallaşmış din eğitimi müesseselerini bir bütün olarak değerlendirdiğimizde bugün hem örgün ve yaygın din eğitiminde hem de ulusal ve uluslararası din hizmetlerinde süreklilik arz eden döngüsel bir zayıflama ve ciddi bir nitelik kaybı” yaşandığını belirterek hem bunun nedenlerine vurgu yapılmakta hem de bu kayba karşı önlemlerin alınması gerektiği vurgulanmaktadır.
Dokuzuncu madde sekizinci madde de dile gelen kaybın giderilmesi için “İmam Hatiplerde hâlihazırda uygulanan program çeşitliliğinde sadeleştirmeye gidilerek “Fen ve Sosyal Bilimler, Temel İslam Bilimleri ve Uluslararası İmam Hatip Liseleri” olmak üzere üç temel programa geçilmelidir. Uygulanmakta olan Fen ve Sosyal Bilimler programı, çocuklarının
hem inanç değerlerini en iyi şekilde öğrenmesini isteyen hem de ilahiyat dışında diğer fakültelere gitmesini arzu eden ailelerin taleplerine cevap verebilecek şekilde sürdürülmelidir.
Yeni ihdas edilecek olan Temel İslam Bilimleri programıysa fen ve sosyal bilimleri azaltılmadan İlahiyat Fakültelerine hazırlayıcı mahiyette ağırlığını İslami ilimlerin oluşturduğu bir müfredata sahip olmalıdır. Her ilde hatta büyük ilçelerde bu programı içeren asgari bir tane İmam Hatip Lisesi bulunmalıdır. Uluslararası İmam Hatip Lisesi programı da Orta Asya ve Balkanlar başta olmak üzere Gönül Coğrafyamıza, İslam dünyasına ve yurtdışındaki millet varlığımızın çocuklarına hitap edecek şekilde geliştirilmeye devam edilmelidir. Bugün sayıları 14’ü bulan bu İmam Hatip Liseleri ulusal düzeyde uygulanan müfredat yerine öğrencilerin içinden geldikleri dünyayı dikkate alan esnek bir müfredata kavuşturulmalıdır. Müfredat bütünlüğü açısından yabancı dil programları da bu çatı altında toplanmalıdır. Yabancı dil eğitiminde kullanılan kitaplar yoğun bir şekilde o dilin kültürünü de empoze ettiği için bu okulların amaç ve müfredatına uygun içerikli kitap ve materyaller hazırlanmalıdır.” denilmektedir.
Onunucu madde “İlk ve orta öğretim kademelerinde 2012-2013 öğretim yılında uygulanmaya başlanan Kur’an-ı Kerim, Siyer-i Nebi ve Temel Dinî Bilgiler gibi seçmeli dersler, önemli bir boşluğu doldurmakla birlikte her yaştan çocuk ve gencin seçmesini özendirecek bir hedefi yakalayamamıştır.” denilmektedir. Ayrıca bu derslerin seçilme oranlarının da çeşitli gerekçelerle gittikçe düştüğü tespiti yapılmaktadır. On birinci maddede yüksek din öğretiminin durumu ele alınarak “ülkemizdeki yüksek din öğretimi (İlahiyat/İslami İlimler Fakülteleri), her biri ayrı bir uzmanlık gerektiren, farklı
eğitim süreçlerini icap ettiren toplumsal beklenti ve kurumsal ihtiyaçları tek müfredatla karşılamaya çalışmaktadır. Açıkça ifade etmek gerekir ki mevcut müfredatla bugün İlahiyat Fakülteleri ne imam, vaiz, müftü ne de âlim veya ilahiyatçı ihtiyacını tam olarak karşılayamamaktadır. Öğretmenlik konusunda da durum pek farklı değildir.” denilmektedir. Tek taşla bir kaç kuşun vurulmak istendiği mevcut yapılanmanın terk edilerek her bir alan
için “müstakil bir ihtisaslaşmaya” gidilmesi önerilmektedir. On ikinci madde ise mevcut yük din öğretimindeki “fakülte-hoca-öğrenci tanzimindeki aksaklıklar”a değinmektedir. “Köklü fakültelerdeki hocaların yeni açılan İlahiyat Fakültelerinde ders vermesini sağlayacak adımlar atılmalı” ve ayrıca “kadrosunu tamamlamamış fakültelerde ikinci öğretime, İLİTAM ve lisansüstü eğitime son verilmelidir.” denilmektedir.
Onüçüncü madde “örgün din eğitiminin alternatifi olma konumuna yükselme(kte), yüksek din öğretimini hızla zayıflatmakta” olan İLİTAM programının oluşturduğu problemler ve bunların giderilmesi için yapılması gerekenleri içermektedir.
Ondördüncü madde çeşitli ihtiyaçlar nedeniyle ve İlahiyat sahasında önemli bir birikimi de olan Türkiye’de İslam dünyasının taleplerine küresel ölçekte karşılık verecek bir Uluslararası İslam Üniversitesi kurulmasını önermektedir.
Onbeşinci madde yüksek din öğretiminde üretilen bilginin kalitesindeki düşüklük tespit edilerek giderilmesi için teşvik mekanizmaları, yüksek lisans/doktor çalışmalarının köklü üniversiteler/fakülteler üzerinden yürütülmesini önermektedir.
On altıncı madde “İyi öğretmen nasıl yetiştirilir?” meselesine odaklanması gerektiği belirtilerek eğitim fakültelerinin ve müfredatlarının gözden geçirilmesi gerektiğini belirtmektedir. On yedinci madde mevcut okul öncesi eğitim programımızda örgün bir din eğitiminin mevcut olmadığı dolayısıyla bu konuda hem ilgili yaş grubuna uygun bir içeriğin hazırlanması hem de hazırlanan içeriğin aktarılabilmesi için gerekli düzenlemelerin gerçekleştirilmesini içermektedir.
On sekizinci maddede mevcut “değerler eğitimi” çalışmalarının eksikliği vurgulanarak “din öğretimine alternatif bir konuma getirilmeden bu eğitime derinlik kazandıracak, din-değer-ahlak bütünlüğünü sağlayacak, değer ve ahlak üreten inanca dayalı bir içeriğe kavuşturulmalıdır.” denilmektedir. On dokuzuncu madde yaygın din eğitimini ele almakta ve “hâlihazırdaki din eğitimi, Diyanet İşleri Başkanlığının ihtiyaçlarıyla uyumlu değildir. Ayrıca modern zamanlarda manevi bakım ve dinî rehberlik hizmetleri, ihtisas seviyesinde bir bilgi ve tecrübe birikimini
gerektirmektedir. Bu nedenlerle Diyanet İşleri Başkanlığı, 2010 sonrası yöneldiği yaygın din eğitimi hizmetlerini, toplumun tüm kesimlerini kapsayacak şekilde yerine getirmede güçlük çekmektedir.” denilmiştir. “Bu güçlüklerin aşılabilmesi, ancak yukarıda zikredilen kurumsal ihtiyaçlara cevap verebilecek üç temel programla mümkündür.”
Yirminci maddede DİB’in nitelikli insan kaynağı ihtiyacına cevap veremeyen mevcut İlahiyat/İslami İlimler Fakültelerine olan bağımlılığı kaldıracak “Diyanet’in Enderun’u diyebileceğimiz bir Diyanet Akademisi kurulma”sı önerilmektedir.
Yirmi birinci maddede “sivil din eğitimi”nin eleştirel bir gözle ele alınması ve özgürlüklere müdahale etmeden ilmi ve akademik bir denetimin etkinleştirilmesinin altı çizilmektedir. Yirmi ikinci madde raporda yer verilmeyen İslam içi farklı inanç grupları ile diniz azınlıkların bu konuyla ilintisinin ele alınmasının gerekliliğine vurgu yapmaktadır.
Yirmi üçüncü madde ise “her seviyeden din eğitimine/hizmetlerine ilişkin atılacak adımlar, akademik özgürlüğü zedelemeyecek şekilde başta fakülteler olmak üzere ülkemizin yetiştirdiği değerli ilim adamlarından oluşturulacak bir yüksek istişare kurulu tarafından atılmalıdır. Türkiye’nin yüz yıllık tecrübesini temsil eden bütün kurumların katılımıyla bir Din Eğitimi Şurası düzenlenerek; kısa, orta ve uzun vadede atılacak bütün adımlar birlikte ele alınmalıdır.” önerisine yer vermektedir.
Görüldüğü üzere din eğitimin neredeyse tüm boyutlarının ele alındığı rapor kamuoyunun ilgisini bekliyor. Özellikle alanla ilgili olanların ve şüphesiz Türkiye’de din-devlet-toplum ilişkisinin anlamlı bir şekilde dönüşmesini düşünenlerin eleştirisi ve katkılarıyla zenginleşecek bir tartışma başta eğitim öğretim tartışmamız olmak üzere düşünsel-entelektüel dünyamıza seviye kazandıracaktır.
Rapora ilişkin bu genel tanıtımın ardından şimdilik bir kaç genel eleştiriye yer vermek istiyorum. Öncelikle raporun eğitim yaklaşımının mevcut egemen paradigmayla uyumlu olduğunu ve dolayısıyla eleştirdiği pek çok hususla aynı kaderi paylaşmaya mahkum olacağını belirtmek durumundayım. İkincisi din eğitimi ve öğretimi gibi genel bir başlığın
devlet tekelinde, zorunlu ve kitlesel bir form içerisinde sorunsuz bir şekilde kabulüdür. Bu kabul her yönüyle izaha muhtaçtır. Bir diğer husus toplumun uhdesinde yürütülen dini faaliyetlerin sakıncalı kılınması hususudur.
Dinin toplumsal hayattaki etkisini bir tür merkezi planlama üzerinden tanzim etmeye çalışmak açık ki ne kadar soft olursa olsun başka tür bir sosyal mühendislik faaliyetidir. Bu açıdan din eğitiminin özgür, özerk, sivil niteliği hayati önemde olup bunun da raporda kısmen değinilen ancak önemi ve ağırlığı yeterli düzeyde takdir edilmeyen siyasal-toplumsal işleyişimizin, ilişkimizin nasıl olduğuyla hayati ilintisidir. Sivil siyasetin geniş tutulduğu, hak ve özgürlüklerin özenle korunduğu, katılım imkanlarının açık, zengin ve çoğulcu bir kamusal alan hem eğitsel niteliğiyle ile hem de sağladığı imkanlar nedeniyle kurumsal pek çok tedbirin ötesinde iyileştirici, geliştirici bir görev üstlenecektir.
Bitirirken raporun bir tartışma davetiyesi olarak ilgililere seslendiğini tekraren belirtirken raporu hazırlayan ve katkı sunan kişileri ve kurumu da kutluyorum.
Kur’an ve sünnet merkezli olmayan, “bana göre” diyenden gecilmeyen, kiz imam hatip futbol voleybol,halter takımının olduğu bir vasatta biz neyin peşindeyiz ki