Prof. Dr. İsmail AYDOĞAN
Adalet, bir toplumun mihenk taşıdır. Hukuk, devletin bir yansıması veya gölgesi olduğundan devlet ile tam bağlantılıdır. Bu gölge, sahih bir temel eğitim ile şekillenmediği vakit, doğacak güneşleri de bertaraf eder ve gölge serinliği, yerini zifiri bir karanlığa bırakır. Karanlığa alışmış bir geleceği ise aydınlatmak pek zordur. Halife bakisi olan adalet, pek mühim olmalı ki halifeyi dahi şereflendirmeli; o kadar kuvvetli olmalı ki halifeyi dahi yargılamalı. İşte bu önem kavrandığı vakit, doğru eğitim olmadığı an hukukun bir anlam ifade etmeyeceği gün yüzüne çıkar. Günümüz hukukunun en temel problemi de budur; halı altına süpürülen, çarpık, kavranamayan sorunlar, izahattan pek uzak anlatımlar, eleyicilikten uzak sınavlar, hak ve hukuk nasibinden uzak öğrenciler…
Dört senelik hukuk eğitiminin birçok üniversitede mahkeme atmosferinden uzak “laboratuvarlarda” yapılışı, eğitimimizdeki mekânın öneminin unutulduğunun apaçık göstergesidir. Giyim kuşamın dahi bu fakültelerde öğrenim görenler için pek mühim olduğunu, artık sıradanlaştırılmış bir yavanlık içerisinde can çekişen mahallerde dile getirmek oldukça kekremsi kaçıyor ne yazık ki. Sosyal medya müdavimleri baskısıyla değiştirilen kararlar büyük bir sosyal hezimeti gözler önüne seriyor. Oluşturulan algılardan bi’haber öğrenci kitlesi önüne sunulan çerez politikası niteliğindeki propagandaları dahi sorgulamıyor. Bu sorgulamanın aşılanması sıradan bir ders kadar anlam ifade etmiyor olmalı ki müfredatta yer bulmak bir yana sanırım gelecek müfredat planlamalarında da yer almayacak.
Kitap okumanın ve okutmanın dört senelik hukuk eğitiminin hiç bir çehresinde yer almayışının getirdiği olumsuz durum, hâkim-savcı kararlarına ne ölçüde etki ettiği sorun bile edilmiyor günümüzde. Hayatında edebiyat nedir, Türkçe nedir bilmeyen öğrencilerin hukuka talip olması şaşkın bir geleceği işaret etmektedir Şaşılacak başka bir şey var o da bu sorunun sadece hâkim- savcılarla kalmayıp toplumu ve geleceği de derinden yaraladığı gerçeği. Bu yozlaşmış gerçek yetkililerce gerekli şekilde masaya oturtulmadığı vakit, adalet bekleyen gözler zamanla nefret gözyaşlarında yüzecek, takım elbiseli “teknokratlar” mahkeme kürsülerini daha çok işgal edecektir.
Hukuk eğitiminde hiç dillendirilmeyen hatta müfredatında bile yeri olmayan konu, ahlaktır. Ahlakın olmadığı bir yerde meslek icra edilemez, davalar sadece teknik bir mesele olarak görülür. Bu nedenle “hukuk ahlakı” diye bir kavramın hukuk eğitiminde oluşması lazım. Çünkü verilecek kararlar insan hayatını doğrudan şekillendirecek kararlardır. Bu hassasiyet gerektiren durum, beraberinde, mahkeme kültürünü de taşınması lazım. Ahlak kültürden geldiği gibi hukuk ahlakı da mahkeme kültüründen gelir. Bu nedenle, hukuk eğitiminin mahkeme koridorlarında ve salonlarında olması gerekir. Ne yazık ki günümüzde, hukuk eğitiminden ziyade kanun öğretimi var ve bu öğretimin mahkemeyle doğrudan bir bağı bulunmamaktadır.
Öte yandan bu kültür adalet sisteminde otoritesi gittikçe azalmakta, bu da hukuk eğitiminin özelliğini ortadan kaldırmaktadır. Bu durum ise hukuk eğitimi almamış kişilerin de hâkim-savcı olma isteklerini artırmaktadır.
Sonuç olarak hukuk fakültelerinin kanun öğretiminden hukuk eğitimi yapmasına evrilmesi gerekir. Bunun da ahlak temeli üzerine yükselmesi lazım gelir. Ayrıca hukuk eğitiminin müfredatının mahkemelerle sıkı bağlantısının olması gerekir. Son olarak ise hukuk öğrencisinin
bu hukuk ahlakına ve kültürüne uygun olarak yetiştirilmesinin hayati bir durum olduğu unutulmamalıdır.