Yapılan bir şeyin /işin ilk olması, en büyük olması, en ilginç olması, muhteşem olması, bu zamana kadar yapılmamış olması gibi argümanları ileri sürmek hatırı sayılır bir beğeni topluyor olsa gerek. Siyasetçileri bir tarafta tutarsak, siyaset dışı uğraşlarda yahut meslekler de bunun öne çıkarılması anlaşılacak bir şey değil. Mesela akademi dünyasında. Sosyal bilimler yahut eğitim bilimler alanında yüksek lisans /doktora tez konusu araştırırken, hoca öğrencisine konunun daha önce yapılmamış olmasını tembihliyor ilk önce. Veya bir araştırmacı makale yazarken, bir gazeteci köşe yazısı yazarken, bir yazar kitap yazarken konunun ilk defa kendisi tarafından yazılıyor olmasına dikkat ediyor. Benzer şekilde bir kuruma atanan yönetici de ilk olmak için gece gündüz düşünüp duruyor: Ne yapsam da hiç yapılmamış olanı yapsam? Sınıfa giren bir öğretmen yahut okula yeni atanan bir müdür, hep daha önce yapılmayanı yapmak istiyor. Son yıllarda inovasyon (yenilikçilik) adı altında bu garabet yaygınlaştırılıyor. Herkeste bir Einstein, bir Edison, bir Arşimet, bir Newton ya da bir Battani, bir İbn Haldun, bir Ali Kuşçu ya da bir Biruni olma sevdası almış başını gidiyor. Özellikle sosyal bilimlerde bu bağlamdaki aforizmalar sosyal medyada, konferanslarda havada uçuşuyor.
Tuhaf bir duygu durumu bu. Derinlemesine analizi yapılsa kişilik problemi bile çıkabilecek bir hal. Burada iki tür yanlış yapılıyor. Birincisi hayatta ilk defa olanı bulmak amacı yanlış bir amaçtır. Bu amacın yanlışlığı samimiyetsizliğinden gelir. Çünkü bir şeyle uğraşan adam, ona hayatını vermiş bir adam, o iklimde sürekli duran biri bir şeyler, bazı sözler üretir doğal olarak. Bunu üretmek için üretmez, kendiliğinden olur bu. Kendisi bile çoğunlukla ürettiğinin farkında olmaz. Keramet gibi bir şeydir. Gösteren de farkında değildir. Farkında ise zaten keramet değildir. İkinci yanlış, böyle bir iklimde yaşamaktır. Ne yapıp etsem de bu şeyin ilkini ben bulsam, ben söylesem diye çırpınmak, açıkçası, problemli bir ruh halidir. Hırs ya buradan doğar ya da insanı bu iklime sokar.
Oysa sakinlikle, dinginlikle, süreklilikle çalışmaktır insana düşen. Merakı, eleştiriyi, gözlemi, incelemeyi, analiz etmeyi, takip etmeyi bir hayat biçimi haline getirip çalışmak gerek. Unutmayalım ilim adamı sonucun değil sürecin adamıdır. Bu nedenle “bunu yaparsam ne olacak?” sorusu yanlış bir sorudur. Ne olacaksa o olacak, bu kişiyi ilgilendirmez. Mesela ben bu yazıyı yazıyorum, çünkü bu konuyu sorun olarak görüyorum. Bunun üzerine düşündüm, okumalar yaptım, günceli taradım, tekrar düşündüm, bu konuyu irdelemeliyim dedim. Bu yazıdan meramım, inovasyonun hastalık haline geldiğini, buna dikkat etmek gerektiğini belirtmektir. İlk ben mi yazıyorum diye internete baktım, onlarca yazı gördüm bu konuda. Yazılmış diye bu konuyu yazmaktan vazgeçemem, çünkü yazmak bir okuma biçimidir.
Yani bir şeyin ilkinden daha önemlisi o şeyin hangi tasavvura göre yazıldığıdır. Öğretmenin iş doyumu hakkında onlarca tez yazılmış olması, eğitim kültürü hakkında bir sürü köşe yazısı yazılmış olması, beni öğretmenin iş doyumu hakkında ya da eğitim kültürü hakkında bir yazı yazmama engel olmamalıdır. Çünkü benim bakış açıma göre öğretmen, iş, doyum, iş doyumu kavramları ya da eğitim, kültür, eğitim kültürü kavramları çok başkadır. Bir başka deyişle bir konuya seküler bir insanın bakış açısı farklıdır, kültürü önemseyen bir insanın bakış açısı başkadır veya bir kapitalistin zaviyesi ile bir sosyalistin penceresi aynı değildir.
O halde genel olarak sosyal bilimlerde özellik olarak da eğitim alanında hemen her konuda ilk olmanın ayartıcılığına, şehvetine düşmeden, bir olayın, bir durumun, bir olgunun kendi dünyamız açısından değerlendirilmesinin oldukça elzem olduğu bilinmelidir. İlk olma sevdası ya da şehveti, bizi bu amaçtan alıkoymaktadır uzun süreden beri. O halde eğitimin hemen her kavramı, yöntemi, modeli hâsılı her öğesi kendi kültür tasavvurumuza göre ele alınmalıdır, bu konuda orijinallik duygusunun bir sömürge duygusu olduğunu unutmamak gerek. Özellikle örtük sömürgeciliğin hâkim olduğu bizim eğitim sistemimizde, eğitim dünyamıza ait hemen hemen bütün kavramları kendi kültür tasavvurumuza göre ele alınmalı, işlenmeli ve diriltilmelidir.