Hepimiz sosyolojik anlamda kendi cemaatlerimizin içinde yaşamakta bir tuhaflık görmediğimiz için ötekini de kuşatacak bir dil geliştiremiyoruz. Kulaklarımız kendi sesimizle dolu. Ötekine açılma, seslenme yönünde bir ihtiyaç hissetmiyoruz. Kendi kendine yeten bir tür donmuşluk hali içerisinde içerde safları sıklaştırmaya çabalıyoruz. Ötekine, dışarıya karşı da bitmek bilmeyen bir teyakkuz halindeyiz sürekli. O yüzden ilişkimiz sert, gerilimli. Çünkü içerdeki bütünlük sürekli bozulma riski altında. Öteki, dışarı ise zaten doğası gereği varlığımız için dikkat edilmesi hatta giderilmesi gereken bir tehdit. Bu durumun olumsuz yansımalarını, zannedildiği gibi, sadece siyaset alanında yaşamıyoruz.
Eğitimden mimariye, medyadan akademiye, kültür sanat alanından gündelik ilişkilere kadar hayatın tüm alanlarında bu durumun izdüşümlerini görüyoruz. Zaten bir noktadan sonra neyi neyin belirlediğini kestirmek güçleşiyor. Yerleşik dil ilişkileri, zihniyet pratiği, ilişkiler, dili, pratik zihniyeti eş anlı olarak besleyip baş edilmesi güç bir döngüye yol veriyor. Bu döngü uzun bir tarihsel-toplumsal arka plandan geldiği için doğallaşmış durumda. Bunun dışında bir şey düşünmek, başka türlü olabileceğine ilişkin bir şey hayal etmek pek mümkün olmuyor herhalde. Sık sık altını çizdiğim üzere bu durumun en somut örneğini eğitim alanında, eğitim kavrayışımızda görüyoruz. Rutin eğitim söylemimiz ve pratiğimiz belli. Bu konuşmamızın ne günümüz dünyasının gerçekliğiyle irtibatı var ne de içine gömülü olduğumuz ‘cemaat’in iddialarını/ihtiyaçlarını karşılama mecali var. Bu hayati gerçeği görmezden gelerek bildiğimiz dili, bildiğimiz ilişkileri koruyarak çözüm çıkacağını düşünmek için ya gerçeklikle bağını koparmış olmak gerekiyor ya mevzunun ne olduğundan bihaber olmak gerekiyor veyahut da büsbütün ihanet içinde olmak gerekiyor. Başka da izahı olmayan bu durumun tekrar altını çizme ihtiyacını geçenlerde gerçekleştirdiğimiz 20. Milli Eğitim Şûra’sı nedeniyle hissediyorum. Şûra’nın gündemi, işleyişi ve açıklanan kararları gösteriyor ki Türkiye sorunlarını bırakın çözmeyi yüzleşmek bile istemiyor. Eğitimde Fırsat Eşitliği başlığı altında toplanan Şûra, başlığın göndermede bulunduğu alana ilişkin bütüncül bir kavrayışla yol almak yerine bildiğimiz eski okumanın dar, teknik, tali kısımlarında arıza çıkarmadan dolaşmayı tercih etti. Eğitimde Fırsat Eşitliği şeklindeki bir mevzunun dönüp dolaşıp ‘eğitime erişim’de tüketilmesi eğitimdeki halimizin neden sürpriz olmadığının en büyük kanıtıdır. Aynı şey Şûra gündeminde olan Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi ve Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi konuları için de geçerli.
Bir meseleyi konu etmek şüphesiz önemli. Ancak bir meselenin gündemimizde olması nedeniyle onun konuşulduğu anlamına gelmez. Konuşmanın sadra şifa olması için öncelikle neyi, nasıl, nerede konuştuğunuzu bilmemiz gerekiyor. Aksi taktirde şu an yaptığımız üzere ‘mış gibi yaparak’ meseleleri geçiştiriyoruz.
Eğitimde Fırsat Eşitliği başlığının eğitime erişim dışında hangi ölümcül bağlantıları mevcut? Bu bağlantıları açığa çıkardığınızda mevzunun sadece eğitim alanında yaptığımız teknik düzenlemelerin çok ötesinde bir devlet ve toplum organizasyonu olduğunu ve bunun da bütün halinde günümüz gerçekliği içinde bir hayat tanzimini gerektirdiğini görebileceğiz. Türkiye hayatın içinde yitirdiğini okulun içinde bulmak gibi bir garabetle yol almaya devam ediyor. Bugün kıyılarımızı vuran mektep krizi yaşadığımız hayattan kaynaklanan bir krizin yansımasıdır. Eğitimde Fırsat Eşitliği de, Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi de ve Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi de bu bağlamda değerlendirilmelidir.
Yürüttüğümüz eğitim-öğretim faaliyeti ancak içinde yer aldığı toplum, dünya gerçekliği dikkate alınırsa, bu gerçekliğe olan yapısal bağı, bağlantısı hatta bağımlılığı far edilirse, hesaba katılırsa kendimizi meseleyi konuşuyor varsayabiliriz. Aksi taktirde “dostlar alışverişte görsün” hesabı daha önce on dokuz tanesini yaptığımız ve eğitim-öğretim tarihimize yapısal anlamda ne tür katkıları olduğu meçhul etkinliklerin bir yenisini daha yapmış olmaktan öteye gidemeyiz. Çünkü meseleyi konuşmak, tartışmak ve mümkünse çözmek yerine mesele üzerinde tarihsel olarak oluşturduğumuz bir kavrayışı, bir sorun tanılama ve çözüm üretme sistematiğini kısacası atalarımızdan devraldığımız bir ezberi sürdürüyoruz. Böyle devam edersek ki kararlılıkla edeceğimiz görülüyor, muhtemelen benzer şekilde önümüzdeki yıllarda daha pek çok Şûralar ve benzeri etkinlikler yapmaya devam edeceğiz.