Kültür denilince anlaşılması gereken ilk şey, toplumsal kimliktir. Psikolojik bir olgu olan kişilik insanı tanımlarken sosyolojik bir olgu olan kimlik toplumu tanımlar. Kişilik, kişi olmanın gereklerini yerine getirebilme halidir. Bir başka deyişle kendini diğerlerinden ayırt edebileceğimiz özelliklerini geliştirmiş, bir düşüncesi, bir beğeni düzeyi, doğru-yanlış skalası olan özgün insan, kişilikli insandır. Aynı zamanda kişilikte doğuştan ve çocukluktan gelen etkiler de baskındır. Kimlik ise, kişilikten farklı olmakla birlikte kişiliğe bağlı bir haldir. Ancak her ikisi de insan tekiyle ilgili bir mesele olup, kimliğin kişiliğe göre en ayırt edici yönünün kültürle bağında olduğu söylenebilir. Kimlik sahibi olmak için bir kültürün aidiyetini bünyenizde barındırmanız gerekir. Oysa kişilik için bu çok elzem bir şey değildir. Herhangi bir kültüre aidiyetiniz olmadan da kişilik sahibi olabilirsiniz. Ancak bunun tersini söylemek zor. Yani kişilik sahibi olmadan kimlik sahibi olunamaz. Misal Türkiye’de yaşayan bir Rus’un (Çinlinin, Suriyelinin vb.) kimliği Rus kültürü olmadan açıklanamaz ama kişiliği için Rus kültürünü bilmemize gerek yok. İçe kapanık olma hali, çok konuşkan olma, sakinlik veya dürüstlük bir kişilik göstergesi olurken saygı merasimleri, misafirlik adabı veya alışık olunan el hareketleri o insanın kimliğini gösterir. Bundan dolayı kültürü canlı olan, dinamik olan toplumların insanları kimlikli olurken, buna önem vermeyen sömürge toplumlarda insanlar kimliksizdir. Çünkü kültürünü canlı tutan bu toplumlar eğitimle insanına önce kişilik, sonra / aynı zamanda kimlik aşılar.
Kültürsüz toplum olmaz. Bir şekilde bir kültüre sahip olarak yaşar toplumlar. Ne var ki kültürün bir milletin bağrından neşvünema etmesi beklenir. Aksi takdirde boca edilen kültür sizi asimile eder. Bizim toplum epeydir bu hal üzeredir. İnsanımız mesela özgürlük nedir, demokrasi ne demektir, eğitim nedir, teknoloji ne demektir, sporun amacı nedir, ticaretin kuralları nelerdir gibi bir kültür tarafından belirlenen, dahası bir kültür içinde doğan bu kavramları bir meta gibi alınır satılır zannediyor. Paris’ten aldığı bir su bardağını evine getirip suyunu içtiği gibi Fransa’da ortaya çıkan ulusçuluğu da getirip ülkesinde kullanacağını zannediyor. Kültürsüz düşünmek, kimliksiz insan böyle bir şeydir.
Sadece sanmakla açıklanamaz bu tür şeyler aslında. Çünkü sanmak, bir yerde anlaşılabilir, zira kimi bilinçsiz insanlar, ahmaklar, dikkatsizler, cahiller genellikle “sanmak, zannetmek” üzere hayatlarını yaşarlar. Oysa gerek küresel kültür endüstrisi gerekse onların ülkelerdeki lejyonerleri ve gönüldaşları bunları birer ideolojiyle dönüştürürler. Sadece ideolojileştirmezler aynı zamanda onları birer asimilasyon aracı olarak da kullanırlar. Bununda yolu eğitim ve teknikle kültürü empoze etmektir. Literatürde kültürel asimilasyon denen ama aslı haçlı-hilal savaşı olan son yüzyıldaki üstü örtülü savaşı böyle anlamak lazım. Meseleler aslında hiç değişmiyor. Şu anda olan şeyle misal 1400 yıl önce olan şey aynı: Haçlı ve hilal savaşı. Değişen şey, kültüründen arınarak yaşamayı matah, yeni, modern bir şey sanmaktır. Bu da esasında cahilleştirme operasyonudur. Eğitim ve teknolojinin asimilasyon aracı olarak kullanıldığı bu operasyonla kültürel düşünmek yok edildi. İşte bu nedenle kültürü bir toplumu oluşturan herhangi bir parça olarak değil, toplumun kimliğini ve şahsiyetini inşa eden fabrikası olarak görmek gerek.
Bugün ülkemizdeki şaşkınlığın, cehaletin sebebi eğitimle ortadan kaldırılan kültürümüz ve yine eğitimle yaygınlaştırılan çağdaş batılı seküler kültürün sevimlileştirilmesidir. Hal böyleyken, Fransız okullarının hizaya getirilmesine nasıl bakmalıyız? Mesele Fransız okullarının yasadışı eğitim yapması değil, mesele Türk milli eğitiminin Fransız eğitimi yapmasıdır. Eğer Fransızların sahtekârlığını ortaya çıkarmakla eğitimde kimlikli bir vaziyet almış olduğumuza inananlar bir sevinç yaşıyorsa, bilmeliler ki, bu durum olsa olsa Fransızlaşmış eğitimimizin kaçaklarını tıkayarak daha fazla kimliksiz insan yetiştirmeye razı olmamıza yol açar. Unutulmamalıdır ki amaçsız, hedefsiz ve kısa vadeli sevinçler bizi sistemi savunmaya yol veren tuzaklardır. Zira çürük binanın onarımı sadece kendimizi kandırmamıza neden olur, binanın sağlamlaşmasına değil. Kısaca Fransız okullarının hizaya getirilmesiyle uğraşmak güzel, ama 150 yıldan beri Fransızlaşmış okullarımızı kim ve nasıl hizaya getirecek?
Hocam çok teşekkür
Güzel bir yazı kaleminize gönlünüze sağlık. Kişilik, kimlik, kültür ve eğitim: çok istifade edilecek bir makale.