“Çocukluk ve gençlik yıllarımda köyümüzdeki beş metrelik kuyularda bol su olurdu. Dereler, pınarlar, çeşmeler gürül gürül akardı. Sondaj yoluyla kuyular açılmaya başlandıktan sonra on beş, yirmi beş, elli, yüz derken şimdilerde yüz elli metreden ancak su çıkarılabiliyor. Dereler, çeşmeler çoktan kurudu.” dedi emekli olduktan sonra köyündeki baba evini ve zerzevat bahçesini canlandırıp şenlendirmeye çalışan arkadaşım.
Ağabeyim, her sene olduğu gibi bu sene de bahçesinde yetiştirdiği, benim çok lezzetli bulduğum erikten toplayıp göndermiş kargoyla, sağ olsun. Eriklerin rengi soluk, suyu çekilmiş, buruşmaya yüz tutmuş. Nerede o cam gibi parlak, ışıl ışıl gürbüz erikler! Dedim, “Bunların hâli ne böyle?” Dedi, “Susuzluktan.”
Meğer mayıs ayından beri sebzenin, meyvenin, cümle nebatat ve hayvanatın yüzünü güldürecek bir yağmur yağmamış. Bir iki sefer yağmış, o da toprağa üç dört parmak kadar nüfuz etmiş. Şebeke suyuyla da olmuyormuş.
Nereye dönseniz susuzluktan şikâyet. Yağmur yağmadı. Yağmur yağmayınca kuraklık oldu. Bağda, bahçede, tarlada, bostanda, zeytinde, cevizde, sebzede, meyvede verim azaldı, yani rekolte düştü.
Malumdur, yeterli yağmur ve kar yağmayınca toprak doymuyor. Toprak doymayınca yerin üstünde de altında da su azalıyor.
Pınarlar, kuyular, dereler, çaylar, ırmaklar, barajlar, göller, göletler kurumuş ya da kurumaya yüz tutmuş. Gitmesek de görmesek de medyadan öğrendiğimiz kadarıyla ülkemizin dört bir yanındaki irili ufaklı göllerin, akarsuların, barajların durumu ortada.
Efendim, -her ne kadar mevzii yağışlar (belli bir bölgeye aniden yağan ve sele sebep olan yağışlar) olsa da- küresel ısınma, kuraklık, değişen iklim şartları ve orman yangınlarından etkilenen su kaynakları her geçen gün yok oluyor. Irmakları, nehirleri, gölleri besleyen dereler, çaylar, kaynaklar kayboldu kaybolacak.
Öncesinde ve şimdilerde derelerin, çayların, ırmakların, göllerin, hatta denizlerin çer çöple kirletildiği yetmedi; sanayi atıkları ve kimyasallar devreye girdi.
Yer üstü sularının bilinçsizce kullanılması yetmedi, yer altı suları da hoyratça kullanılmaya başlandı.
Sorumsuzca israf edilen suların, derinliğiyle övünülen sondaj kuyularının, vahşi sulamaların insanoğluna ne getireceğini zaman gösterecek.
Vicdanların ve insafın kuruduğu, kanın su gibi aktığı bir coğrafyada göller, dereler, çeşmeler, pınarlar, yer altı suları kurumuş çok mu? dediğinizi duyar gibiyim ama -vallahi- bu işin şakası yok.
Günün birinde yer kabuğu, suyu çekilmiş meyve posası hâline mi gelir mi? Bir köy, bir kasaba veya şehir ya da bir dağ “Güm!” diye obruk adı verilen bir çukura mı düşer? Düşerse çık çıkabilirsen işin içinden, yani obruktan.
Yiyecek için alternatifler düşünülebilir diyelim. Peki, suyun yerini tutacak bir sıvı bulunabilir mi?
Susuz hayat mümkün müdür? Vücudunun ortalama yüzde altmışı su olan insanoğlu susuzluğa dayanabilir mi?
Kültürümüz ve edebiyatımız; pınarlı, çeşmeli, çaylı, dereli şarkılar, türküler ve şiirler bakımından oldukça zengindir. Bunların içinde Faruk Nafiz Çamlıbel’in “Derinden derine ırmaklar ağlar, / Uzaktan uzağa çoban çeşmesi, / Ey suyun sesinden anlayan bağlar, / Ne söyler şu dağa çoban çeşmesi.” dörtlüğüyle başlayan Çoban Çeşmesi; Cahit Külebi’nin “Küçük bir çeşmeyim yurdumun / Unutulmuş bir dağında. / Hiç eksilmeyecek suyum / Yıldızların aydınlığında, / Boyuna akar dururum.” mısralarıyla başlayan Küçük Çeşme başlıklı şiirleri meşhurdur. Varsa diğerlerini siz hatırlayın.
Böyle giderse ne ırmaklarda derinden derine akacak hâl, ne çoban çeşmelerinde uzaktan uzağa ağlayacak ses, ne de suyun sesinden anlayacak bağlar, bahçeler kalacak. Coşkun coşkun çağlayan ırmaklar, şırıl şırıl akan dereler, hayvanların kana kana su içtiği büngül büngül gözeler; baştan bulanıp dağı dolanan, yeri geldiğinde dert ortağı olan pınarlar; susayınca varılacak çeşmeler, bir güzeli görmek için inilecek pınar başları, dere boyunda gölgesinde oturulacak kavak, çınar veya söğütler tarihe karışacak. Sadece bizim ülkemizde değil tüm dünya ölçeğinde.
Bilim, sanayi, teknoloji geliştikçe gelişti; lakin bilinç düzeyi için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. İnsanoğlu kendine zulmediyor. Kendine zulmettiği yetmiyor, cümle mahlûkata ve nebatata da zulmediyor. Eskiden, çok eskiden ilkokul karnelerinde “Hâl ve Gidiş” diye bir davranış notu hanesi vardı. O davranış hanesine göre değerlendirecek olursak gidişimiz iyi de hâlimiz hâl değil!
Mustafa USLU
Hocam gençlerin tabiriyle yine döktürmuşsünuz ,kaleminize yüreğinize sağlık.İnsanoglu kendi kıyametin kendisi hazırlıyor .Belki de kıyametin ne zaman kopacağınin sadece Allah tarafından bilinmesinin sırrı bu .Yani Rabbim diyor ki ey insanoğlu her şey senin elinde istersen kıyametin çağır ,istersen kurtuluşunu
Nasreddin Hoca bindiği dalı kesince güler miydik? Meğer hepimiz kendi dalımızı kesmişiz yıllarca hocam. Gelecek neslin işi çok zor. Allah yar ve yardımcımız olsun inşallah.
Sayın Mustafa Uslu Hocam düşüncelerinizi yazıya aktararak gönlümüzün sesine tercüman olmuşsunuz Evet hal ve gidiş kötü;üzgünüm. Doğa mazlum biz insanlar zalimiz. Zalimin zulmü varsa mazlumun Allah ı var. Sonuç cezalandırılacağız.
Değerli hocam emeğinize yüreğinize sağlık maalesef Ülkemizin ve dünyanın en güzel sorunlardan biri de doğayı bilinçsizce kullanmış olmamız
Yazınızı yeni okuma fırsatı buldum. Bugün Konya Derebucak ilçesine bağlı Taşlıpınar köyündeyim. Öncelikle şunu belirtmek isterim. Görmek nasip olan köyümüz Sugözü adını yıllar yıllar önce demeye gerek yok, 15 yıl ya var ya da yok, köyün her yerinden akan sular vardı. İnanılmaz dereler vardı, her dereden su akardı. Yaylalarımızda keza öyle idi. Su boşa akar iken kimse bilinçli tarım yapmaz, bilinçli hayvancılık yapmazdı.
Şu an gelişen zirai araçlar olmasına rağmen hala bilinçli bir tarım yapılmamaktadır. Köyün adı Sugözü ama su sorunu bitmiyor. Önce bilinçli tüketici olması için gereken eğitim desteklenmeli, tarımla ilgili susuz tarım geliştirilmeli diye düşünüyorum.
Bugün bulunduğum Konya Derebucak ilçesinde de su sorunları konuşulmakta, evlerin üzerine su depoları yerleştirip motorla basarak su sorununu çözmek istiyorlar. Su her yerde problem. Susuz tarım ve bilinçli çiftçi yetiştirmenin yolunu bulmak lazım. Emeğinize kaleminize sağlık.