Halı ilk olarak Anadolu, İran ve Türkmenistan’da dokunmuştur. Bu coğrafya, halı kuşağı olarak anılır. Halının yüzlerce yıllık geçmişi vardır. Ortak hafıza ürünüdür. Renk ve süs zenginliğinin yanı sıra kültürel çeşitliliği barındıran bir hüviyet taşır.
Yün, ustalıkla döndürülen kirmenle eğrilerek ip hâline getirilir. Eğirme işi bittikten sonra evlerde halı dokuma telaşı başlar. Kazanlar kurulur. Kazanların altına odun kayılıp ateş yakılır. Kaynatılan suyun içerisine ipler kelep yapılarak konulur. Kayısı ağacının yaprakları, pelit kökü, ceviz kabuğu, kuş dolaştıran otu, kırmızı kök, kavak ağacı filizi; hangi renge ihtiyaç varsa ona uygun olarak kazana atılır. İp, rengini alınca kazandan çıkarılıp soğuk su ile durulanır.
İp boyama yapmayan evlere ipler halıcı firmalar tarafından hazır olarak getirilir. Öz İpekler, Çınarlar, Hasoğulları, Derin Türkler dokunacak halının müştemilatını zamanından önce halı dokuyan kadınların evlerine ulaştırır.
Halıcıların her köyde bir adamı vardır. İşin çoğunu onlar yürütür. Ali Efendi, Abiş, Deli Mustafa, Hacı Ömer evlere halı ıyarlar. Halının tezgâhı gürgenden olur. Halı, evin en güzel odasına, en aydınlık penceresine karşı kurulur. Tezgâh büyükse halı evin içinde ıyılır, kapıdan geçecek kadarsa eve ıyılmış olarak getirilir. Halı tezgâhı eve sığmazsa evin tabanı eşilir ya da duvarı kırılır. Halı tezgâhının üst kısmına dokunacak atkılar rengârenk dizilir. Varangeli, mastarı, bel ağacı elden geçirilip ayar çekilir. Halının kücüsü evin sahibine verildikten sonra kadınlar halıyla baş başa kalır.
Halı dokuyan kadınlar sabah namazıyla birlikte tezgâhın başına geçerler. Halı dokunurken atkıların her birinden bir süyüm alınarak ilmek atılır. Çift taraflı tıraş bıçağı ikiye kırılarak bıçağın bir parçası tahtanın arasına kıstırılır. Bıçağın sapı başparmak ile işaret parmağının arasına alınır, keskin kısmı aşağı yöne doğru getirilir. Bıçağı tutan elin sağa doğru hafif bir hareketiyle ilmek alttan kesilir.
Halının büyüklüğüne göre bir boydan diğer boya binlerce ilmek atılır. On sırada bir halının kabası alınır. Kırkım alındıktan sonra başka bir modele geçilir. Kırkım almak işi, halı dokumanın en zor safhasıdır; bilgi, beceri, dikkat ister. Makasa üstten bastırılarak kaba yün kesimi yapılır. Nuh Nebi’den kalma makaslar halı dokuyan kadınlarda el, omuz bırakmaz.
Halı dokurken ipin kırılması işi geciktirir. “Ne olur kırılmayın!” diye erişlerle konuşulur. İlmek atma işi bittikten sonra kirkit ile sıkıştırılır. Yedirgisi sık dokunan halı, altı yedi yüzyıl kullanılır.
Halılar kimi zaman kubaşık dokunur. Tezgâh eşit olarak bölünür. Herkesin dokuyacağı sınır boyalı kalemle işaretlenir. Halı nakışlarında her rengin bir anlamı vardır: Kırmızı, sevgiyi; yeşil, acıyı; pembe, mutluluğu temsil eder. Halı dokuyan kadınlar çektikleri ıstırabı başlarına örttükleri örtüdeki nevirle açığa vurur. Kayınvalide terbiyesi zorlu geçen gelin, acı yeşil yapraklı cin biberleri yazmasının kenarına işler.
Halı dokuyan kadınlar ilmek attığı her ipe bir numara verir, birbirinden ip isteyen kadınlar iplerin numaralarıyla seslenirler. “Kırmızı ip ver.” yerine “on numara”, “Sarı ip ver.” yerine “yedi numara” derler.
Aynı gün halı dokumaya başlayan kadınlardan birinin halıyı diğerlerinden erken kesmesi bir zaferdir. Halı dokuyan kadınlar kıyasıya yarıştırılırlar. Daha hızlı halı dokumak için uğurlu bir ninenin dizinin etrafını dolananlar bile olur. Halı kesimini geciktiren kızların anneleri “Komşunun kızı üçüncü, dördüncü modele geçti; sen biri bile bitiremedin!” diyerek laf söylerler. Sokrananlara “Bir sen mi halı dokuyorsun? Herkesin kızı, gelini halı dokuyor.” sözü ev büyüklerinin dilinin altında hazırdır.
Halı dokunurken üç beş gün aralıklarla halıcılar kontrole gelir. Yanlış dokunan kısımlar söktürülür, hatalı sıra oyularak yeniden dokutulur. Bir tek ilmek dahi eksik olsa bu durum halıcının gözünden kaçmaz. Halıcıların mahareti, halı emektarlarının dilinden dizelere dönüşür:“Halıcı gelip durdu / Kapıya tık tık vurdu / Bir gülüm yanlış olsa / Gözlüğü takıp buldu…”
İyi dokunan halı, ön yüzünden ziyade arka yüzünden belli olur. Halının arkasına ilmek geçmemiş olması çok mühimdir. Halıcılar halıya elini bir kez sürmeyle halının iyi dokunup dokunmadığını anlarlar. Halının başlangıç ve bitiş kısmı terazisinde olmalıdır. Kenar örgüsüne sıçan dişi çekmek halıyı vasıflı yapar.
Desenleriyle âdeta bir sanat eseri olan halı, kadınların elinde hayat bulur. İlmek ilmek işlenen nakışlar, âdeta bir tablo edasına bürünür. Halı dokuyan kadınların tezgâhındaki modeller yöreden yöreye değişir. Halıcıların verdikleri modeller, kendine has motifleriyle o yörenin kültürünü ve ruhunu yansıtır.
Kâbe, padişah, at figürleri, çiçekli vazolar halı modellerindendir. Halıların üzerindeki yarım elma motifi, cennet meyvesi olarak kabul edilir. Halı dokuyan kadınların en zorsundukları model, güz gülleridir. Bazı halı modellerinde çocuğu, bereketi, nazarı temsil eden şekiller yer alır. Kuş motifleri, bu dünya ile öbür dünya arasındaki ruhu simgeler. Dulavrat otundan kurt ağzına, akrepten ejderhaya, geyik ve koç boynuzundan bukağıya kadar her türlü hayvan resmi ve köstekler halıda yerini alır.
“Kelile ve Dimne”den “Dede Korkut Hikâyeleri”ne, “Leyla ve Mecnun”dan “Keloğlan Masalları”na kadar doğum, ölüm, sevinç duyguları halının nakışlarında bütün teferruatıyla görülür.
Halı dokuyan kadınların kahvaltıları ya vardır ya yoktur. Akşam sofrada yenmeyen kırıntıları yanlarına koyarak birer ikişer ağızlarına atarlar. Ellerinin altında kavurga, çedene, tarhana bulunur. Kuru üzüm, çir ya da dut bulunması zenginliktir.
Evdekiler, halı dokuyan kadınlara durmadan yumuş buyururlar. Yattığı yerden su isteyen, “İzmarit kabını getir.” diyen, yitiğini bulamayanlar için halı dokuyan kadınlar halı dokurken bir kalkar, bir otururlar. Eve gelen misafiri karşılar, misafirin önüne ikramlık koyar, onları merdiven başına kadar uğurlar, yornukları bitmeden dönüp gelip halının başına yeniden otururlar. Okula giden çocukları varsa onların üstünü başını giydirirler, kahvaltısını yaptırıp onları okula gönderirler. Bebeği olanlar, parmakları halının arasındayken dahi bebeklerini emzirirler. Gecenin karanlığına kadar ilmek atma işi sürer gider.
İşçimen olarak bilinen aileler gece yarılarına kadar kadınlarına halı dokuturlar. Nazar değmesin diye camları kapatır; ışık sızmasın diye de çulu, çuvalı pencerenin önüne yığarlar. Geceleri köy yeri sessiz, nakışlar kımıltısız, atkı suskundur. Nasırlı eller çözgünün arasında bir görünür, bir kaybolur. Dokundukça aşağı sarkan yünün uçları çoğalır. Sakinliği, ara ara vurulan kirkit sesleri bozar. Bir de halı dokuyan kadınların tutturduğu yanık türküler: “İpekli yorganı yüke dürmeli / Bir gelin ağlıyor anam da gözü sürmeli…”
Halı dokuyan gözü sürmeli kızların sevdası sırdır. Gecenin otunda sanki sevdiceğinin resmini yapar. Yavuklusunun verdiği sarı çiçeğin içini dokuyarak avunur. Yüreğinde mutluluk çiçekleri açar, doya doya huzura erer. Kırkım alırken yünün tozları etrafa savrulur. Havada uçuşan kırkımın rengârenk tozları mutluluğa eşlik eder. Sabah gün ağarırken gözler kan çanağına döner. Gözün akı, karası birbirine karışır.
Kız alıp vermede halı sebeptir. Halısını bitirmemiş bir kızı ailesinden istemek zordur. “Bülbül gibi şakırlar / Kirkitleri takırdar / İstemeye gidenler / Halısına bakarlar…”
Halı dokumak, kızları daha da değerli hâle getirir. “Evinde üç kızı halı dokuyanlar Almancıdan da zengindir.” sözünü etrafta bilmeyen yoktur. “Masa üstünde kaymak / Yiyelim parmak parmak / Yiğidin kârı değil / Halı dokuyan almak…”
Kız istemeye gelenler için evin yengesi kahve yapar. Gelen aile, kızı istedikten sonra kızın dedesi kızın annesine dönerek “Kızın halısı bitti mi?” diye sorar. Cevap “Bitmedi.” ise “Bizde size verilecek kız yok.” deyip görücüleri yolcu ederler. “Enli kenar, dar kenar / Boyu boyuma uyar / Olmaz olsun bu halı / Kızları evde koyar.”
Halı dokuyan kadınların oturdukları minderin içi halı kırkımıyla doludur. Oturuldukça minder sertleşir. Halı dokurken kadınlar kımıldadıkça kırkım bir tarafa toplanır, minderde kocaman tümsek olur. Oturmaktan kadınların yanı beli ağrır. Saatlerce üzerinde bir başlı oturulan ayak uyuşur durur. Çorabın tığı kaçan ya da eskiyen yerinden parmaklar dışarı çıkar. Halı dokuyan kadınların hırkasından bir iplik çeksen bin yamalık dökülür. Halı dokurken bıçak parmağı kesse de mola verilmez.
Halı dokuyan kadınların yağlıkları eski püskü; bürgülerinin altı, üstü yırtıktır. Saçlarına çabucak ak düşer, her biri yaşından daha büyük görünür. Yüzleri et tutmaz, avurtları erken yaşta çöker. Bir deri bir kemik kalsalar yine de halı dokumaya zorlanırlar. “Yavrucağın kurumsağ kalmış.” diyenlere babalar “Onlar canlı fabrika, kendiliğinden dirilir.” derler.
Evlerinde halı dokunan aileler kızlarını okula göndermek istemezler. Bazen okul yarıda bıraktırılır. Okula gitmek için direnenler kolundan sürüklenerek eve getirilir. Çocuklar dersin başına otursa kaldırıp halının başına oturtulur. Ablasının kerttiği yerler tamamlatılır. “Boş ver mektebi, halıyı belle.” denir. “Vur kirişi, al kuruşu.” halı dokunan her evin ortak niyetidir.
Halının biri bitmeden gelecek olan halının avansı halı dokuyan kadınların haberi olmadan evin büyükleri tarafından alınır. Bu durum, baba ocağında da koca ocağında da aynıdır. Kadınların “Karlı dağlarda üşünürmüş, büyükler bizi bizden daha çok düşünürmüş.” demekten başka çareleri yoktur.
Halı dokuyan kadınlara üç beş kuruş ya verilir ya verilmez. Gelinlik kızlar bu para ile çeyizlik oya, orlon, boncuk alırlar. Halı kesilince şehre gidip bir etek, bir bluz almak kadınların en büyük hayalidir. Alınanları en yakın düğünde giyip etrafa göstermek âdettendir.
Halı dokuyan kadınlara harçlık az verilse de kadınlar çok mutlu olurlar, fazlasını da zaten isteyemezler. Talepleri birazcık artsa ana acı laf söyler, baba kaşını çatar, kardeş dudak büker ancak halı dokuyan kadınlar hiçbirine karşılık vermezler. Söylenen sözler kalplerinden vursa da susarlar, ağızlarını kilit açmaz. Dudakları çimildeyenler ise “La havle vela kuvvete.” çeker ya da kendilerini türküye verirler: “Niye böyle dargın dargın bakarsın / Sen beni sözünde durmaz mı sandın / Hatırın hoş olsun birin bin olsun / Yalınıza sabah olmaz mı sandın…”
Evlerin yükü halı dokuyan kadınların omzundadır. Kadın, evin orta direği olarak bilinir. Evin geçiminin yanında erkek kardeşlerin çeyizlerini düzmek için canhıraş çalışırlar. Yan odada ilmek üstüne ilmek atarken arka odadan erkeklerin gürültüleri patırtıları gelir. Şakayla karışık “Şu gönül yarasına / Modelin karasına / Bacım çeyiz düzüyor / Halının parasına” sözleri halı dokuyan kadınları bir güldürür, bir düşündürür.
Evlenecek yaştaki kızlar, halı yüzünden sıralarını kendisinden küçük erkek kardeşlerine verirler. Zaman uzarsa evlenemeyip evde kalanlar bile olur. “Halı dokurum artmaz / Babamın borcu bitmez / Şu halılar çıkalı / Kızlar hiç gelin gitmez…”
Kırkyılın başı bile olsa halı dokuyan kadınların ev oturması olmaz, bayram ziyaretleri sınırlıdır. Dinlenmek için halının ipi bitti diye bazen ipleri saklarlar. Anneler kapı kapı gezerek halıcıların ip yetiştireceği güne kadar dokunacak ipi komşulardan bulup getirirler. Halı dokuyan kadınların sıla gezmeleri yoktur. Komşuya tuz, gaz istemeye; süt eşi getirmeye, ateş almaya bile gönderilmezler. Gördükleri sadece ip, ıstar, saçaktır. Altı yaşında oturdukları halı tezgâhının başından atmış yaşına da gelseler kalkamazlar.
Halı dokurken vakit çok zor geçer. Çalar almaz teyp, halı dokuyan kadınlara can yoldaşı olur. Halının dibinde, en acıklı türkülerin olduğu kasetler dinlenir: “Sanki sam yelisin estin bağıma / Soldurdun bağımda gülümü kader…” Türkünün ardından odaya bir sessizlik çöker. “Kul tecellisini yaşarmış.” diye mırıldanırken kaset bozulur. “Yaradan çıkmaz aradan.” diye içlenerek kasetin şeridi halı bıçağının ucuyla düzeltilmeye çalışılır. Dolaşık kısım teybin içinden çıkarılıp kesilir, uç uca yapıştırılıp tekrar yuvaya sürülür. Saran bant düzen tutmaz.
Teypten umudunu kesen kadınlar sırayla başlarlar gönüllerinde gizledikleri dertli türküleri söylemeye: “Beni köyüme götürün / Baba evime yatırın / İki yanıma oturun / Sohbetlere gömün beni…” Öteki ondan geri kalmaz, onun duygusu da başkadır: “Düğünlerde halay çeker / Cebinde sokulu kalem / Dayım öğretmen ayarı / Kaymakama verir selam…” Amansız hastası olanlar söyledikçe kadınlar ağlaşır, kadınların gözyaşları minderleri ıslatır. “Cuma okulda okuyor / Âdem boynunu büküyor / Ne sefil babamın kızı / Elin halısın dokuyor…”
Kasvetli deyişlerin arkasından mâniler söylenir: “Suyu içtim boruçtan/ Kirkit vurdum bir uçtan/ Arşın çeyrek dokudum/ Sırası kırk kuruştan”, “Vur kirkitim inlesin / Oba seni dinlesin / Halının direğine / Koy başın serinlesin…”
Çok yorulan kadınlardan bazıları ıstara başını koyup dinlenirken diğer kadınlar ayağa kalkıp halaya durur. Birbirinin omuzuna yaslanarak bir ikisi söyler, ötekiler tekrar eder: “İp attım ucu kaldı / Elimde ucu kaldı / Küçükten bir yâr sevdim / İçimde acı kaldı…” Kadınlar halayın arkasından mevlana, çiftetelli, misket oynayarak mor kayalar gibi yüreklerine dizilmiş sızılarını azaltmaya çalışırlar.
Halı kesildiğinde “Tâh ne güzel dokunmuş.” denilerek halı parası verilir. Parayı halı dokuyan kadınların babası alır. Baba, aldığı parayı üç kez başının üzerinde döndürüp yüzüne, yanaklarına sürüp destesiyle arka cebine koyar. Kıraçta ekin para etmez, bostan bitmez. Koyunlar kış gelmeden kuzusuyla birlikte satılır.Halı parasından başka kimsenin güvenilir bir geliri yoktur.“Kar yağıyor yağıyor / Muhtarın tarlasına / Babalar güveniyor / Halının parasına…”
Kadınlar yıllarca halı dokudular. Halılar dokunurken halıcılar halının takibinde, aileler paranın peşinde oldular. Halı dokuyan kadınlar, halı parasının kimden geldiğini, kime gittiğini bilmediler. Halıyı dokumaya sebep olanların derdini yüreklerine gömüp halıyı icat edenlere sitem ettiler: “Halıcılar onmasın / Karnı ekmeğe doymasın / Halıyı çıkaranlar / Cennet yüzü görmesin…”
Bugün ev bark, tarla takım sahibi olan; kapısında motoru, kamyonu bulunan ailelerin varlıklarının temelinde halı dokuyan kadınların el emeği, alın teri vardır.
Halı dokuyan kadınların yazı, güzü olmadı. Sosyal güvenceden yoksun kaldılar. Yarım kalan tezgâhlarını tamamlamak için halılarını yüke sarıp yaylaya kadar götürdüler. Halıya bakmaktan boyunları dönmez oldu. Modele gözlerini dikmekten gözlerini, dizlerini kaybettiler. “Ben bir halı dokurum / Lambayı yaka yaka / Gözümde fer kalmadı / Modele baka baka…”
Halı dokuyan kadınlar çocukça bir küskünlük dahi yaşayamadılar, gençliklerini çalışarak geçirdiler; acı, zulüm içerisinde ailelerini geçindirdiler. Sözleri aynı terazide tartılmadı. Halı kesilirken halıcıların adamlarıyla gönderdikleri kolye, eşarp, elbise gibi bahşişler bile ellerine ulaşmadı.
Beş altı kişinin yan yana dokudukları kaba halının yerini zamanla ince halı aldı. Halı inceldikçe tezgâh küçüldü, halının dibine bir kişi sığar hâle geldi. Fabrika halılarının çoğalıp el halılarının neredeyse yok olduğu günümüzde halı tüccarları üzülseler de hayatı kıyısından köşesinden yaşayan; neşesi çalıntı, acısı kendine ait halı dokuyan kadınlar, çektikleri çileyi çocuklarının çekmemesine sevinmekte; bugünkü hâllerine şükretmektedirler.
İhsan YALÇINKAYA