Gurbet, yalnızca uzaklığı değil, uzaklıkla beraber zuhûr eden hasreti, elemi, özlemi, yalnızlığı, hüznü ve daha birçok manayı/duyguyu taşır gamlı yüreğinde. Gurbetin yüreği gamlıdır çünkü. Giden, sadece kendisini değil, dert kervanı gibi yüklendiği hüzünleri, gamı, kasâveti de taşır yüreğinde. Ananın, yarin, evladın ve cümle sevdiklerin hüznü ile yüklüdür bu kervan. Gider…Gider de her adımda artar gamı, elemi bu kervanın.
Erzurumlu Emrah’ın:
“Gönül gurbet ele varma/ Ya gelinir ya gelinmez.”
dediği gibi, gurbet bazen dönüşü olmayan, her gidenin de dönemeyeceği bir yoldur.Bu yüzden sevdiklerini bir daha göremeyecek olmanın endişesi ve hüznü sarar ayrılan yürekleri.
Yine Ozan Ali Kızıltuğ’un:
“Asrı gurbet harab ettin o köyleri
Bülbül gidip baykuş öter gel hele
Ben ağayım, ben paşayım, diyenler
Kapıları kitlemişler gülüm gel hele”
dizelerinde gurbetten sılaya dönüp de bülbül öten o bağlarda, bahçelerde baykuşların öttüğünü, hanelerin sevdiklerimizle ve o güzel anılarla birlikte virâne olduğunu görmenin hüznü de vardır gurbet yolculuğunda.
“Gurbet kuşudur yüreğim
Uçar uçar da konamaz
Yar hasreti ile tüter gönlüm
Yanar yanar da sönemez”
dizelerinde şairin dediği gibi, hep bir hasret, hep bir yürek yangını vardır gurbet ellerin gariplerinde. Gurbet eldir her zaman, yabancıdır, giden hep garip… “Gurbet” ile “garip” aynı mananın çocuklarıdır çünkü. Kalan ise hep mahzundur.
Giden, aslında sevdiklerini de götürmüştür beraberinde. Ya geride kalan, o ise yüreğini söküp göndermiştir gidenle, onun hissesine de hüzün düşmüştür. Onun da gurbet yolu bekler hüzünlü bakışları, duman duman olur gözleri, buğulanır; gidenin yolu uzar, saatler uzar, bakışları asılı kalır takvim yapraklarında, hüzünlü gülümsemeleri donar dudaklarında, şarkıları hep yarım kalır. Kırık bir ümidin sıcaklığı dağıtır yalnızca bu kasâveti. Bu kırık ümit, günden güne sabra, mecale dönüşür yüreklerde. “Sabır” deyip bükülür boyunlar vuslatın hatırına.
Ayrıca gurbeti gönlünde duyanlar var ki onlar da gurbete çıkmadan gurbetin garipliğini, elemini, hüznünü yüreklerinde yaşayanlardır. Kalabalıklar ve tanıdık çehreler içinde yalnızlıktır bu gurbet hali. Kemalettin Kamu’nun:
“Ben gurbette değilim/Gurbet benim içimde”
dizelerinde bu türden bir gurbeti hissediyoruz. Çaresizliğin, özlemin belki de en yakıcı halidir bu. Acılar, düğüm düğüm olur dizilir yüreklere.
Bir de gidenlerin asla dönemeyecekleri, kimi Allah dostlarına göre de gurbet değil şeb-i arus (düğün gecesi) olan ilahi sılaya ve ebedi aleme gidiş vardır. Yahya Kemal’in:
“Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli
Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli”
dediği gibi, gidenler yaşlı gözlerle uğurlanır gurbete “sessiz bir gemi”yle.
“Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden
Birçok seneler geçti dönen yok seferinden”
dizeleriyle de ebedi alemin, giden için dünyevi gurbetten farkını ortaya koyar şâir. Kavuşma ümidi artık ebedi alemin, gerçek sılanın Rahmâni güzelliğindedir onlar için.
Aslında insanoğlu için dünya, “kâlûbelâ”dan beri bir gurbet, bir sürgün yeridir. Uzak düşmüştür “En Sevgili”den. Sezai Karakoç’un:
“Senin kalbinden sürgün oldum ilkin
Bütün sürgünlüklerim, bir bakıma bu sürgünün süreği
….
Ey gönüllerin en yumuşağı, en derini
Sevgili
En sevgili
Ey sevgili
Uzatma dünya sürgünümü benim”
dizeleriyle ifade bulan bu gurbet/sürgün diyârının garibidir insanoğlu, “sıla-yı İlahî”ye kavuşacağı günü bekler, onun aşkıyla yanar bu gurbet sürgün/ diyarında. Aşk acısıyla ne kadar yanarsa o kadar pişer, olgunlaşır ve daha çok yaklaşır “En Sevgili”ye.
Fuzuli’nin:
“Aşk derdiyle hoşem el çek ilacımdan tabîb
Kılma dermân kim helâkim zehr-i dermânındadır”
dizeleriyle de bu aşk anlayışındaki derûni mana, derdin derman, dünyanın ise bir çilehâne, sürgün yeri olarak görüldüğü ilahi aşk yolculuğuna götürür bizi. Dünya gurbeti de zaten çileli ve gam yüklü değil midir gerçek âşık için, ağlayarak başlamaz mı? Ağlayarak geliriz cihana, yine ağlayarak gideriz.
Üstat Rehâyî, bu dünya yolculuğunu bir nilüfer çiçeğinin sudaki kısa hayat macerasına benzettiği şu enfes dizelerinde:
“Heman ağlayı geldim âleme ağlayı gittim ben
San ol nilüferim suda bittim suda yittim ben”
diyerek dünyanın geçici ve elem verici bir yer olduğunu, dünyaya bel bağlamanın beyhûde olduğunu bize telkin etmektedir.
Gurbet aynı zamanda bir mekteptir; olgunlaşma, öze dönme, hayatı tanıma mektebi. Gurbetin tedrisinden, âmiyâne tabirle feleğin çemberinden geçme ile bir dinginlik, hissedilen elem ve yaşanan sıkıntılarla hemhal olmanın getirdiği bir olgunluk sirayet eder uçarı gönüllere. Gurbet hüzündür, dedik mayamızda hüzün vardır, aşinayız biz melâle. Ahmet Haşim’in dediği gibi:
”Melali anlamayan nesle âşinâ değiliz.”
Saygılarımla…