Büyük İslam mütefekkiri ve mutasavvıf Hz. Mevlana’nın 748. Vuslat yıldönümünü idrak ediyoruz bu günlerde. İrtihal-i darı beka eylemesini Şeb-i Arus olarak, yani sevgiliye kavuşma olarak nitelendirmesini anlamaya çalışıyoruz. Hz. Mevlana’yı anlamak için O’nun neye davet ettiğini ve nasıl davet ettiğini düşünmek gerekiyor evvela. “Gel” derken neye çağırıyordu, nasıl çağırıyordu, kimi çağırıyordu… Ve yine gelme derken hangi şartlarda gelmesi gerektiğini nasıl dile getiriyordu, bunları irdelemek gerekiyor kanaatimce.
Bazen “Gel” diyordu, gönülden bir çağrı ile hiçliğe…
“Âşıklarız biz, gel; bize katıl!
Yücelerdeniz biz, gel; yücelere katıl!
Aşk seliyiz biz, gel; çukurdan kurtul!
İflas etmişiz biz, gel; sen de ‘yok’a katıl”
(Divan-ı Kebir, Gazel no:1536)
Bir başka gazelinde;
“Ey ay yüzlü güzel!
Gel, gel de bize benze;
Ne nimet ara, ne zenginlik!
Allah’ın lütfu yokluktur, yoksulluktur.
Geç kendinden, kurtul benliğinden.
Kurtuluşta öyle sırlar vardır ki, bilseydin eğer;
Bütün varlıklar, yokluk olurdu sana.”
Divan-ı Kebir, Gazel no:2501
Yine bir başka gazelinde;
“Gel, gel; bizden ayrı düşüp de pişman olma!
Diller döküyoruz sana; ‘gel’ diye yalvarıyoruz.
Gel, gel; bu toplulukta hayat var, yaşama zevki var.
Ey ümitsizliğe düşen kişi;
Gel, gel; buraya gel!
Gel de binlerce mutluluk kadehini eline al;
Binlerce mana altını al; güçlen!
Binlerce Züleyhalar, binlerce Yusuflar burada…”
(Divan-ı Kebir, Gazel no:3073)
Başka bir gazelinde ise benliği aradan çıkarmanın öneminden bahisle şöyle sesleniyordu bu yolun yolcularına;
“Gel ey Hak aşığı gel,
Ben ‘ben’siz geldim;
Sen de ‘sen’siz gel!
Gel de şu aşk ırmağına dalalım, birlikte yok olalım…”
(Divan-ı Kebir, Gazel no: 331)
Bazen de “Gelme” diyordu, şartlarını yerine getiremeyecek olanlara…
“Bu semtten koku almayacaksan; gelme!
Bu ırmaktan testini doldurmayacaksan; gelme!
Bütün yönler o sebepten bu yöne gelirken; kal da o yönde;
Faydalanmayacaksan gelme!”
(Divan-ı Kebir, Rubai no: 60, Gazel no:405)
Hazreti Mevlana’nın kendinden neşet eden ilim, marifet ve muhabbet menbaını izah ederken kullandığı şu ifadeler ise dikkate şayandır:
“Men bende-i Kur’anem eger can darem,
Men hâk-i reh-i Muhammed muhtarem
Eger nakl kuned cüz in kes ez güftarem
Bizarem ez u vez an suhen bizarem”
“Ben yaşadıkça Kur’anın kölesiyim,
Ben, Hz. Muhammed’in yolunun tozuyum,
Biri benden bundan başkasını naklederse
Ondan da şikâyetçiyim, o sözden de şikâyetçiyim”
İşin aslına vakıf olamayanlar ya da aslından uzaklaştırmak isteyen art niyetliler Hz. Mevlana’yı hâşâ Allah’tan (cc) daha merhametli, Resul-i Ekrem’den (sav) daha şefkatli gibi dinler üstü bir kişi olarak tasvir ve teşhir etme yoluna girişseler de buna en büyük engel bizatihi Hz. Mevlana’nın yukarıdaki sözleridir.
Biz de bu tehlikeye dikkat çekmek için ve dahi işi aslına irca etmede bir katkımız olsun kabilinden; Hz. Mevlana’nın tüm insanları aslında İslam’a davet ettiğinin bir kez daha vurgulanmasını, öğretilerinin, eserlerinin ve Şeb-i Arus törenlerinin bir günah çıkarma ayini ya da folklorik bir gösteri değil, insana aslına dönüşü hatırlatan ve İslamca ve insanca bir hayatı yaşamaya çağrı olduğunu şu dizelerle dile getirmeye çalıştık… Ne mutlu Hak yolunda dosdoğru yürüyebilenlere, ne mutlu bu yolu aydınlatanlara…
Gel…
“Gel” diyordu Mevlana,
“Ne olursan ol yine gel”
Lakin elin boş gelme
Utancınla gel,
Mahcubiyetinle gel,
Hüznünle gel,
Tövbenle gel…
Başın önünde,
Yaşın gözünde
Umudun özünde gel…
Kalbin eğik,
Ruhun bükük,
Nefsin dökük gel…
“Gel ve ol” diyordu sanki;
Müslüman ol,
İnsan ol,
Adam ol,
Adem ol…
“Gel” diyordu Mevlana
“Lakin geldiğin gibi gitme…”
“Geldiğin halde kalma ne olur…”
Gel ve dinle,
Gel ve oku,
Gel ve anla,
Gel ve hisset…
“Gel ve piş” diyordu aşk ateşinde…
Gel ve yan…
Dayanabildiğin kadar değil,
Yanabildiğin kadar,
Yan…
Ve “Gel” diyordu Mevlana
“Gel ve öl, ölmeden önce”
Gel ve ol…
Yeter ki gel,
Yeter ki ol…
Ahmet Kağan Karabulut