TASAVVUF TARİHİ ARAŞTIRMALARINA BİR DERKENAR:
Güzel insanlar, haslardan has güzideler geldi geçti bu ülkeden. evlâtları için yaşadılar, silinmez iz bıraktılar, tarih yazdılar, mülke değer kattılar. Hele de seferberlik yıllarını kuşatmış olanları bir başka mehabetlidir.
“Derviş Gaziler, Gazi Alperenler, Sarıklı Mücahitler, Kurtuluşun ve Kuruluşun Manevî Mimarları…” gibi hangi sıfatlarla yâd edilirlerse edilsinler o İnsan-ı Kâmiller, bir devre mühürlerini bastılar; irfan ufuklarını kuşatmakla kalmadılar, ruh hamurkârı kâmetler olarak gönüllerde taht kurdular.
Sadece iki misâl bile herhalde maksadı bütün yönleriyle şerh etmeye kâfidir:
İngiliz Intelicens Servisi’nden Haron Armstrong, bu mevzuda şu itirafta bulunur: “Bizler Türk din adamlarının bu mevzularda faal rol oynayacaklarını asla tahmin etmiyorduk. Araştırmalarımız, Türk mukavemet menbalarının meydana çıkarılması yolunda müsbet bir netice vermeyince ısrarlı ihbarları değerlendirerek tekkeler, mescitler, camiler gibi dini müesseseler üzerinde yoğunlaşarak din adamlarını takip ve kontrole başladık. Elde ettiğimiz malûmat ve hakikatler bizleri hayrete düşürdü. Bunlar münhasıran telkinlerle ve maneviyatı yükseltmekle iktifa etmemişler, fiilî olarak direniş teşkilâtları içinde bizzat vazife almışlardı. Halk üzerinde tesirleri fevkalâde olduğundan üzerlerine aldıkları vazifeleri muvaffakiyetle ifa etmişlerdi.” (Cemal Kutay, Kurtuluşun ve Cumhuriyetin Manevi Mimarları, Ankara 1973, s. 280.)
Mustafa Kemâl Paşa ise, bu büyük hizmete karşı takdirlerini şu sözlerle ifade eder: “Sarıklı din adamlarının, imam ve müezzinlerin, kürsü vaizlerinin medrese hocalarının, tekke mensuplarının Millî Mücadele’deki hizmetlerini şükranla yâd etmeyi bir vazife bilirim. Bunlar dini mefkûreler şevki ile Millî Mücadele’nin muvaffakiyetine cân u gönülden çalışmışlardır. Bu çetin yılların hatıraları anlatmakla bitmez. Millî Mücadele yıllarında vatana hizmet eden din adamlarını ölmüşlerse rahmetle, yaşıyorlarsa minnetle anarım.”(Sami Ateş, Atatürk Anadolu’ya Geçince, Ankara 1991, s. 142; Recep Çelik, Milli Mücadelede Din Adamları, II, İstanbul 1999, s. 246.)
Bu ifadelerin şerhi bâbında ifade edecek olursak, büyük bir hayatın sahibi olarak o yılları kuşatan ulemadan Yozgat Müftüsü Şeyh Mehmed Hulusi (Akyol) Efendi dikkat çekiyor:
Mehmed Hulusi Efendi, aile köklerinin Kafkas dağlarının irfan güneşi Şeyh Şamil Hazretlerine dayandığı rivayet edilen ve Kafkasya’nın Gümrü Vilâyeti’nden 17-18 yaşlarında önce Alaca’ya oradan da Yozgat’a gelip yerleşen Hacı Bekir Ağa’nın oğludur.
Hacı Bekir bin İshak Ağa, Kepirce Köyü’nden arazi aldığı için münasebeti kuvvetli olduğu bu köyden Mevlûde Hanım’la evlenir. Hulusi Efendi, 1888’de Yozgat’ta dünyaya gelir. Diğer kardeşleri Hacı Mustafa Efendi ve Hacı Şevket Efendi’dir. Mustafa Efendi, yirmi yaşına değmeden henüz bekârken gittiği Hacda vefat eder. Yozgat Halvetî-Şabanî Tekkesi Şeyhi Hacı Ahmed-i Velî’ye müntesip olan Mustafa Efendi’nin vefatını, Büyük Şeyh Efendi, dergâhtaki bir erkânın ardından yaptığı sohbet sırasında haber verir. Hacılar dönünce vaziyeti haber verirler. Hacı Bekir Ağa, bilâhire Mecidiye yani Çiçekdağ Jandarma Başçavuşu iken emekli olur. Yozgat’ın Eskipazar Mahallesi’nde bulunan Tahta Camii Haziresi’nde medfundur.
Mehmet Hulusi Efendi, Kurşunlu/Demirli Medrese’de başladığı tahsilinin Yozgat safahatını 1904’de Yozgat İdadî-i Mülkiyesi’nden pekiyi derece ile mezun olarak ikmâl eder.
Mehmed Hulusi Efendi, Demirli Medrese’de iken, Şeyhu’l-ulemâ Dedikhasanlı Şâkir Efendi hazretlerinden ders okuyarak ilim nasibini arttırmaya çalışır. Şâkir Efendi Âlem-i Cemâle yürüyene kadar bu münasebet sürer.
Yozgat’ta çıktığı ilim yolculuğunu Kayseri’ye giderek orada sürdürür ve meşhur alimlerden Hamurculu Osman Hilmi Efendi’den (d. 1860 v. 1912) ciddi bir tahsilden sonra icazet alır. İcazetini aldıktan sonra İstanbul’a giden Mehmet Hulusi Efendi, 1912’deki “üç yüz” kişinin katıldığı “Ruus İmtihanı”nı on altıncı sırada kazanır. Hatta o sene imtihana meşhur alimlerden Ahmed Hamdi Akseki de girer, fakat kazanamaz. Mehmed Hulusi Efendi, imtihandan sonra “Dersiâm” ünvanını alır ve kaydı hayat şartıyla maaş bağlanır.
Genç yaşta İstanbul’da Ruus İmtihanı’nı kazanarak Bayezid Dersiâmı sıfatıyla üç sene kadar Bayezid Cami-i Şerifi Müderrisliği yapan Mehmed Hulusi Efendi, her hâl ve etvarıyla kısa sürede çevresinin dikkatini üzerine çeker. Kendinden yaşça büyük ulema-i kiramın ve talebe-i ulûmun hürmetini kazanır. İstanbul’un ilim ve irfan muhitlerinde şöhreti yayılır.
Mehmed Hulusi Efendi ile beraber Bayezid Dersiâmı olarak vazife yapan ulema arasında ehl-i tarîk hocaefendi çoktur. Bunlar arasında bilhassa Nakşî-Hâlidî pîrânından Erbilli Mehmed Es’ad Efendi’nin hulefasından Mehmed Rüşdü Efendi ile münasebeti ve dostluğu hayli ilerler.
Kâmil bir zat olan Mehmed Rüşdü Efendi (Kimyager Fuat Çamdibi’nin babası), Mehmed Hulusi Efendi’ye Kelâmî Dergâhı’na bir kerre olsa gitmeyi teklif eder. İntisap etmesinin gerekmediğini, sohbeti dinlemesini, vaziyete bakmasını, eğer mümkün olursa Es’ad Efendi ile bir görüşmesini söyler. Mehmed Hulusi Efendi de teklifi kabul eder. Zaten Es’ad Efendi hakkında çok şeyler duşmuş, o zatın fazlına ve kemâline dair pek çok kişiden takdir dolu sözler işitmiştir. Nihayet arkadaşıyla beraber, intisap etmeme niyeti ile kararlaştırdıkları bir günde dergâha giderler.
Es’ad Efendi, Cuma günleri belli saatte sadece müderrislerle bir araya gelmektedir. Ziyaretleri o güne ve saate denk getirilir. Mehmed Rüşdü Efendi ve Mehmed Hulusi Efendi, sohbet mahalline vasıl olup münasip bir yere otururlar. Şeyh Efendi’nin pür-muhabbet sohbetini dinlerler. Sohbet biter. Es’ad Efendi, Rüşdü Efendi ve Hulusi Efendi’ye hoş geldiniz dedikten sonra: “Hulusi Efendi, Tarikat-ı Aliyye’ye intisap etmeye mi geldiniz.” diye mukabelede bulunur.
Hulusi Efendi, bu zuhurat karşısında irkilir ve: “Evet Efendim.” deyiverir. Es’ad Efendi ile kalkıp odasına geçerler. Baş başa görüşürler. Ders tarifini alır. Hatta seneler sonra bu hatırasını: “İntisap etmeme niyetiyle gittim. Büyüklerin himmeti ile hiçbir şey diyemeden intisap ediverdim, Elhamdülillah.” diyerek anlatır. Tarikat-ı Aliyye müntesibi olarak yola giren Mehmed Hulusi Efendi manevî vazifelerini yapar. Kısa sürede kemâl mertebelerinde hayli mesafe kat eder.
Mehmed Hulusi Efendi’nin İstanbul günleri böylece geçerken, ayın sonunda bir Cuma günü maaşını alır. Cuma Namazı için hazırlık yapmak için parasını masasının çekmecesine koyar. Gidip abdestini alır. Camiye çıkacakken çekmeceden parasını almak için çekmeceyi açtığında parayı yerinde bulamaz. Perişan olur garibim. Paranın bir miktarını Yozgat’a gönderdiği için hayli üzülür. Kimselere bir şey diyemez. Cuma Namazı’na gidip geldikten sonra ehl-i sirkate haddini bildirmek için “Kahriye” okumaya başlar. Epey bir devam eder. Olacak ya, tam o sırada yanına yolda da yaşta da büyüğü Mehmed Rüşdü Efendi gelir. Selâm ve hâl hatır faslından sonra: “Sen ne okuyorsun böyle.” diye sorar. Hulusi Efendi de başına gelenleri anlatarak “Kahriye” okuduğunu söyler. Mehmed Rüşdü Efendi: “Bugün Cuma. Şeyh Efendi’yi ziyaret günümüz. Beraber gidelim. Sana mutlaka bir şey söyler.” diyerek onu teskin eder. Birlikte hazırlanıp yola çıkarlar. Kelâmî Dergâhı’na varırlar. Şeyh Efendi’nin elini öpüp boş bir yere otururlar.
Es’ad Efendi sohbeti bir hatıra ile açar ve başlar anlatmaya: “Vaktiyle, Erbil’e yakın bir köyde edepsizler bir adamın ağılını boşaltmışlar. Sahipleri gelip baksa ki koyunlar yerinde yok. İz sürüp aramaya çıkmışlar. Fakat nafile. Koyunlar yok. Bulamamışlar. Adamcağızlar, bu vaziyette Şeyh Efendimiz Taha el-Harîrî Hazretlerinin yanına gelmişler. Vaziyeti anlatmışlar. Himmet istemişler. Seyyid Taha Efendimiz de kalkıp dışarı çıkmış, adamların gelirken bindiği merkebin birinin sırtına hafifçe vurarak: “Merkebi takip edin. O sizi koyunlara götürür.” diyerek adamcağızlara yol vermiş. Merkep gitmiş, onlar takip etmiş, nihayet dağların arasında kuytu bir yerde bulunan bir ağılın önünde durmuş. Koyunların nişanı var tabiî. Adamlar baksa ki kendi koyunları. Tam o sırada ağılın sahibi çıkıp gelmiş: “Ben de sizi arıyordum. Bizim çocuklar bir edepsizlik yapmışlar. Buyurun koyunlar, sayın eksiği varsa tamam edeyim.” deyip meseleyi büyümesin diye tatlıya bağlamış. Adamlar da koyunları önlerine katıp, gerisin geri dönmüşler köylerine. Ya işte böyle Hulusi Efendi evlâdım. Evliyaullah’ın gönlü olursa kaybolan sürüyü işte böyle kapıdaki merkebe buldurur. Kahriye okumana lüzûm yok.” deyip sözü bağlar.
Bir süre sonra huzurdan ayrılıp medreseye geldiklerinde, odasına geçen Mehmed Hulusi Efendi, bilvesile masasının çekmecesini açtığında kaybolan maaşını bittamam yerinde bulur. Şeyh Efendi’nin huzurlarındaki zuhuratın, bir başka tecellîsi ile bir hoş olur. Çok geçmez, Erbilli Mehmed Es’ad Efendi’nin halifelerinden olur.
Mehmed Hulusi Efendi, Bayezid Dersiâmı iken, bir yandan da “Medresetü’l-kuzat”a devam eder. Fakat üçüncü sınıf imtihanlarından sonra Birinci Cihan Harbi’nin başlaması ile birlikte askere alınır ve Medresetü’l-Kuzat’ı tamamlayamaz. Askerliğini İhtiyat Zabiti olarak İstanbul’da yapan Mehmed Hulusi Efendi, harbin sonunda Aralık 1918’de Levazım Asteğmeni rütbesiyle yedek subay olarak terhis olur. Tekrar dersiâmlık vazifesine dönen Mehmed Hulusi Efendi, Yozgat Müftüsü Mehmet Hüsnü Efendi’nin vefatı ile münhal bulunan Yozgat Müftülüğü’ne 19 Mart 1919’da tayin edilir.
Mehmed Hulusi Efendi, müftülüğün yanı sıra medreselerde müderrislik yapar. Demirli Medrese binasında açılan Dârü’l-Hilâfe Medresesi’nde müderrisliğin yanı sıra medresenin Müdür Vekilliği’ni de yürütür. Hal böyleyken, memleket çok zor günlerden geçmektedir!.. Düvel-i muazzama’nın kışkırtıp yoldan çıkarttığı ekalliyetlerin taşkınlıkları tüm şiddetiyle sürmekte, bilhassa Ermeni komitelerinin faaliyetleri devam etmektedir. İngilizler, yürüttükleri beşinci kol faaliyetlerinin gereği olarak Müslüman ahalinin temiz inançlarını alay mevzuu haline getirirler. Müthiş bir kara propaganda yürütülür, toplumun vicdanı olan pek çok şahıs hedef alınır.
Yozgat’ta da Müftü Mehmed Hulusi Efendi hedeftir. İngilizler, Müftünün ahaliyi kışkırttığı, bundan dolayı Müslümanların bir Ermeni’yi katlettiği ve Ermeni kadınlarına da tasallut edildiği iddialarında bulunurlar. Neyse ki, derhal yapılan tahkikatın ardından iddiaların asılsız olduğu ortaya çıkar. Tahkikatlar İngiliz propagandasını ayan beyan gün yüzüne çıkarır. Beşinci kol faaliyetlerinin açık hedefi gelen Mehmed Hulusi Efendi, Müslüman ahaliye yönelik kara propagandaya karşı daha dikkatli olunması yönünde tembihlerde bulunur ve millî mukavemeti artırmaya gayret eder.
Nihayet, Millî Mücadele ateşi alev alır. Yeni, ama daha çetin bir cihad başlar. Yozgat’ta büyük müftünün hizmetleri ve himmetleriyle pek çok badirenin önüne geçilir. Kasım 1919’da Mehmed Hulusi Efendi’nin riyasetinde Yozgat Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti kurulur.
Müftü Efendi, cemiyeti teşkilâtlandırmak için gayret ederken, bir yandan da Millî Mücadele’nin zaferle taçlanması adına fevkalâde tesirli vaazlar verir. Yozgat Müftüsü sıfatıyla, bir İngiliz oyunu olan Dürrizade Fetvasına karşı Anadolu ulemasının ortak kararıyla verilen Ankara Fetvası’nı tasdik eder. Genç ve atak bir müftü olarak üstün bir gayret ve faaliyetin içinde bulunan Mehmed Hulusi Efendi, Millî Mücadele’yi yapan Büyük Millet Meclisi’ne Yozgat’ı temsilen mebus seçilir. Meşhur Avni Doğan, (Kurtuluş Kuruluş ve Sonrası, İstanbul 1964, s. 58’de) Mehmed Hulusi Efendi’den bahsederken: “Yozgat Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi-Büyük Millet Meclisine azâ seçilen ve men’i müksirat kanunu kaldırıldığı gün, Meclisin pencerelerini açarak halkı meclisi dağıtmaya teşvik eden zat.” şeklinde bir ifade kullanır.
23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi’nin açılışında hazır bulunan Mehmed Hulusi Efendi, açılış merasiminde Hacı Bayram-ı Velî Camii’nden meclise kadar, Salât-ü Selâmlarla Lihye-i Saadet’i baş üstünde taşıyan bahtlılardan olur. Meclisin Birinci İçtimaı’nda İrşad, Şeriye, Evkaf ve PTT Komisyonlarında çalışan Mehmet Hulusi Efendi, dönem içinde kürsüde beş konuşma yapar ve iki soru önergesi verir. Hilâl-i Ahmer, Tenvîr-i İrşad ve Mecrûh-u Guzât’a Yardım Cemiyetlerinde çalışır. Emvâl-i Metrûke Komisyonu Azâlığı ve Heyet-i Teftişiye Reisliği yapar. Bu vazifesi sırasında Ankara medreselerdeki derslerine ilâve olarak hususî dersler verir. Mebuslukla beraber bir başka memuriyetin birlikte yürütülemeyeceği kararı üzerine müftülüğü tercih ederek 14 Mart 1921’de istifasını verir ve Yozgat’a döner. Kadir Mısıroğlu, (Kurtuluş Savaşında Sarıklı Mücahidler, Genişletilmiş Onbirinci Baskı, İstanbul 2010, s. 401-402’de) ise Mehmed Hulusi Efendi ve istifası meselesine dair şunları kaydeder. “Yozgat Müftüsü Mehmed Hulusi Efendi, Birinci Büyük Millet Meclisi’nde Yozgat Meb’usu idi. Fakat büyük vatansever Ali Şükrü Bey’in câniyâne bir surette şehid edilmesi üzerine meb’usluktan nefretle istifa eylemiştir. Türk-Yunan harbinde zafer için köy köy dolaşarak halkın cepheye koşmasını temin edecek vaazlar vermiştir. Meclisin açılışında Hacı Bayram’dan Meclise kadar baş üstünde taşınan Lihye-i Saadet’i bir müddet o taşımıştır”.
Yozgat’ta, müftülükle beraber yine ders okutmaya ve sohbetlerine devam eder. Fakat Mehmed Hulusi Efendi, Menemen Hadisesi’nin ardından takibata uğrar. Devlethaneleri polis gözetimine alınır. Çok sürmez hâkim karşısına çıkarılır. Yozgat Lisesi Biyoloji hocası Fazlı Bilecen’in hüsn-i şahadeti ile beraat eder.
Mehmed Hulusi Efendi, okur-yazar ve konuşur halde mükemmelen bildiği Arapça ve Farsça’nın yanı sıra İngilizce ve Fransızca bilmektedir.
15 Haziran 1950’den 6 Haziran 1959’a kadar, Diyanet İşleri Başkanlığı Müşavere ve Dinî Eserleri Tetkik Heyeti’ne alınır ve Diyanet merkez teşkilâtında vazife yapar. Bu sırada, 12 Ocak 1955’de, Ankara’da karşıdan karşıya geçerken araba çarpması sonucu iki ayağından sakat kalır. Mehmed Hulusi Efendi, sıhhati hizmetine mâni olunca Haziran 1959’da emekliye ayrılır. Kalan günlerini Yozgat’ta geçirir.
Ömrü boyunca halkı irşad ile meşgul olan Mehmed Hulusi Efendi, Yozgat’a döndükten sonra da sürekli okur, okutur. Müftü Mehmet Hulusi Efendi, fevkalade büyük bir alimdir. İleri görüşü ve ilmî dirayeti herkes tarafından kabul edilen bir zattır. Talebeleri ve hane halkı kerametine de şahittir. Ziyaretine gelenlere nasihat eder ve kalan ömründe İslâmiyet’in yüce hakikatlerini gönüllerine nakşetmek için uğraşır. İcazet verdiği son talebelerden olan Ömer Faik Boran (d. 1908 v. 1995), Mehmed Hulusi Efendi’nin devlethanelerinde nadide el yazmalarıyla dolu büyük ve muhteşem bir kütüphanesi bulunduğunu söylerdi. Hatta Ömer Faik Bey: “Müftü Efendi merhumun hafızası adeta nisyanı inkâr edecek kudrette idi.” diyerek onun hafıza kudretine takdir ve hayretlerini ifade ederlerdi.
Müftü Hulusi Efendi’nin kendi te’lîfi yarım kalan birkaç eserinin olduğu bilinmektedir. Şu hatıra, her hâlde onun kudret-i ilmiyesini tebarüz ettirmeye kâfidir sanıyorum:
1949 ya da 1950’de tirenle hac mümkün olunca, İstanbul’dan bir kafile yola çıkar. Tirende Erbilli Mehmed Es’ad Efendi’nin kâimmakâm-ı irşâdı İstanbul Ayazma Camii İmamı Bursalı Şeyh Mustafa Hulusi Efendi (v. 10 Kasım 1950) başta olmak üzere devrin önde gelen zevat-ı kiramından bazısı da bulunmaktadır. Tiren Yerköy’de durur. Yozgatlı akın eder Yerköy İstasyonu’na. Şeyh Mustafa Hulusi Efendi’nin Yozgat’ta bulunan müridânı başta olmak üzere, ahali Şeyh Efendi’yi görmek için yollara düşer. Ahali Şeyh Efendi’yi ziyaret eder. Öyle ki bu ziyaret: “Şeyh Efendi o kadar nuranî idi ki, sanki bir ay parçası idi.” denilerek hâlâ yâd edilir.
Tirene, Yozgat’tan Mehmed Hulusi Efendi ve Şeyhzade Ahmed Şevki Efendi (d. 1906 v. 2002) biner. Şeyhzade merhum, Niğde’ye kadar huccâc-ı kiramı uğurlar ve döner. Diğerleri yola devam ederler.Yolda Şam’a uğrarlar. Şam ziyaretlerini yaparlar. Mehmed Hulusi Efendi, meşhur Ümeyye Camii’nde kürsüye çıkar ve Arapça bir vaaz verir. Şam ulemasını ve ahaliyi hayran bırakan bu tesirli vaaz uzun süre konuşulur. Araplar: “Demek Türkiye’de böyle alim kalmış mı?” diye hayret izhar ederler. Zira Suriye’de, Türkiye ve Türklük karşıtı propagandada: “Türkiye’de Türkler tanassur etti, yani Hıristiyan oldu!” diye yakıştırma yapılmaktadır. Ahali, bu menfi tesirle vaazı dinleyince hem şüpheleri gider, hem hayranlıkları artar, hem de Türkiye hasretleri devam eder.
İlim, irfan ve irşad ile müzeyyen bereketli bir hayat süren Mehmet Hulusi Efendi, 22 Kasım 1964’de Yozgat’ta âlem-i cemâle vasıl olur. Sarıtopraklık Mezarlığı’nda sırlanır.
Fakat hayfâ ki, Müftü Efendi’nin Hakk’a yürümesinden sonra çoluk-çocuğu bulunmadığı için vârisleri tarafından kitapları satılır, belki o zaman onun te’lîfi pek çok şey kaybolup gitmiştir. İcazet verdiği son talebesi Ömer Faik Boran Bey kitapların bir man kamyonu doldurduğunu söylemiş ve ağlamıştı.
Aynı zamanda bir şair olan Mehmed Hulusi Efendi, tasavvufî bir neş’e ve coşkunlukla şiirler söylemiştir. Bir divan teşkil edip etmediğini bilmiyoruz.
Eski Yozgatlılar nezdinde “Büyük Müftü Efendi” diye derin bir ihtiram ile anılan Mehmed Hulusi Efendi’ye ait şiirlerden bazısı elimizde bulunmaktadır.
Şiirler Na’t-ı Şerîf’tir. İrfan ehline hediye olsun:
Temâşâ-yı cemâlinle temennâ-yı visâlinle
Çıkar rûhum garâmınla şefâat yâ Resûlallah
Benim aklım olup hayrân civâr-ı Ravza’na tayrân
Kabûl ister umar ihsân şefâat yâ Resûlallah
Yanar kalbim yanar her an dahî azalarım sûzân
Olayım yoluna kurban şefâat yâ Resûlallah
Yetiş imdâdıma lutfet sivâd-ı cürmümü affet
Son dem imânımı hıfzet şefâat yâ Resûlallah
Sana malûm benim hâlim değilim şer ile kâim
Gözümden kan akar dâim şefâat yâ Resûlallah
Bihamdillah benim adım Muhammed’dir tebah halim
Benim yok zerre âmâlim şefâat yâ Resûlallah
Seni Allah Habîb etmiş kamû derde tabîb etmiş
Hoş ümmetlik nasîb etmiş şefâat yâ Resûlallah
Değildir şânına lâyık ki isme hörmete hâlık
Yakar mı olsa da âbık şefâat yâ Resûlallah
Hulûsî cân iken tende Resûle ola gör bende
Ümîdim yalınız sende şefâat şâ Resûlallah
Şeyhülislam Âsım Efendi’nin şiirine Müftü Mehmed Hulusi Efendi’nin Tahmisi:
Âteş-i aşka düştüm geceleri uyanık
Ciğer kebâb oluyor tüter yankısı yanık
Rahm eder bana billah aşkımdan zerre zayık
Ey sarbân-ı müşfik hiç olmadın mı âşık
Âheste revlik etme rahm eyleyip bu zâre
Düştüm râh-ı aşkına fedâ-i cânla encâm
Eczâyı hep vücudum eriyor etme ebrân
Ben âh u zârı kesmem ne kadar etsen ikrâm
Ben dermend-i aşkım her yerde kılmam âram
Tâvâsıl olmayınca serhadd-ı kûy-i yâre
Dil pârepâre oldu şevkından ol diyâre
Göz göz oldu delindi onulmaz oldu yâre
Rahm et Allah aşkına akan şu eşk-bâre
Ey sârbân zîmâm-ı çek semt-i kûy-i yâre
Vîrâne dilde zirâ yer kalmadı karâre
Bakub sahrâ-yı remle olma hazîn-i gamlek
Bu yol râh-ı selâmet sanma ânı hevinlâk
Şûle-i aşkı kalbin kâfi iken nedir bâk
Bîm-i zalâm şebden olma sakın vehmnâk
Âh şerâre bârım hâcet mi kor nihâre
Yolda susuz kalırsa dumûum eylemem necş
Bîzâre hâl olursa vücûdum eylemem arş
Zayıflayub kalırsa cânımı eyleyim erş
Âzarde pay olursa cemmâzin eyleyem ferş
Dibâce-i cebînim şecm ile rehgüzâre
Hakîkî aşk olmazsa bûy-ı cânân erişmez
Semâyesi terk-i cân her fert ona girişmez
Devlet kûyında ölmek cenâna da değişmez
Ol kûy-ı cânfezâ kim ehl-i nazar değişmez
Bir seng-i rîzesini bin dürr-i şâhvâre
Matla-ı nûr-âlem Ravza-i tâb-nâkin
Arşdan dahî mukaddes bıkâ-yı zât-ı pâkin
Fakr oldu arşa elhak gubâr-ı pâ-yı pâkin
Ol kûy-ı arş ratbet kim hâk-i ıtırnâkin
Melikşeh eylemiş Hak pişânî-i kibâre
Mest etdi bûy-ı köy görünen işde odur
Şifâ-bahşâ-i emrâz kamû turâbı nûrdur
Sürem Ravza’na yüzüm Cennetü’l-me’vâ olur
Dârüs-sekîne yanî şehr-i Medîne olur
İzz ü şerefle me’vâ sultân-ı kâmkâre
Rahmeten-lilâlemîn şefâatkânı Ahmed
Senin çün halk olundu umum eşyâ-yıbî-had
Şânında nâzil oldu senâ-yı Hak müekked
Sultan-ı mülk-i sermed mahbûb-ı Hak Muhammed
Kim kulluğu şereftir şâhân-ı tâc-dâre
Bilcümle müznibînin halâsıdır nigâhın
Senin câhına muhtâc umûm ibâdı Hakk’ın
Hulûsî’ye şefâat bi-câh-ı nûr-i Hakk’ın
Ey cümle âlemin mahzâ atâsı Hakkın
Senden olur olursa Âsım fakîre çâre
Hasılı kelâm:
Bütün bu meselelerin üstüne Müftü Mehmed Hulusi Efendi için şu niyaz herhalde yerinde olacaktır.
Rahmeti sonsuz Cenab-ı Hak, bu büyük millete Millî Mücadele günleri başta olmak üzere bir ömür hizmet etmiş, ilim ve irfan ışığı ile gönülleri ve ufukları aydınlatmış büyük alim ve velî Şeyh Mehmed Hulusi Efendi’yi gufranı ile sarsın…
Kaynak: Bu bahisteki bilgiler, Diyanet İşleri Başkanlığı Arşivi: D: 23-1578; Hakimiyet-i Milliye, 5 Mayıs 1336, No: 27; Ali Sarıkoyuncu, Milli Mücadelede Din Adamları, s. 58-59; Recep Çelik, Milli Mücadelede Din Adamları, I, İstanbul 1999, s. 281-282; Türk Parlamento Tarihi, III, s. 973-974; S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Yozgat Medreseleri Tekke ve Zaviyeleri, Ankara 1999, s. 116-119, 130; S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Bozoknağme, Yozgat’a Güzelleme, Ankara 2009, s. 95; S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Yozgatlı Şakir Efendi, Bir Sırlı Zatın Hayatı ve Hatıratı, Zeyl, Ankara 2012, s. 109-119; S. Burhanettin Kapusuzoğlu, Yozgat’ın Üç Sırlısı, İstanbul 2016, s. 129-163.
Sağ ol var ol teşekkürler