“İslamofobik Rahip ERASMUS Bizim Neyimiz Olur?” başlıklı yazımız 20 Kasım 2023 tarihinde “Maarifin Sesi” internet sitesinde yayınlandığı gün İstanbul’un eğitim düzeyi yüksek semtlerinden birindeki bir ortaokulun sosyal medya hesabından şu duyuru yayınlandı:
“16-26 Mayıs 2024 tarihlerinde Letonya’da düzenlenecek kültür kampı için 7. sınıflardan 10 öğrenci seçilecektir.
Şartlar: “Bir önceki yıl İngilizce not ortalaması 85 ve üstü olmalı, akıcı İngilizce konuşabilmeli.”
Kubbealtı lügatinde kültür, “Bir milletin inanç, fikir, sanat, âdet ve geleneklerinin, maddî ve mânevî değerlerinin bütünü” şeklinde tanımlanmış. Eskilerin deyimiyle “efrâdını câmi ağyarını mâni” özlü bir tanımlama olmuş.
Türk Dil Kurumunun e-sözlüğünde ise “Tarihsel, toplumsal gelişme süreci içinde yaratılan bütün maddi ve manevi değerler ile bunları yaratmada, sonraki nesillere iletmede kullanılan, insanın doğal ve toplumsal çevresine egemenliğinin ölçüsünü gösteren araçların bütünü” şeklinde dolambaçlı ifadelerle anlaşılması güç bir tanıma yer verildiği görülmekte. Bu tanımda “millet” kavramına atıf yapılmadığından kültürün aidiyeti ve kaynağı belirsiz bırakılmış; dolayısıyla tabiri caizse kültür, yolgeçen hanına dönüştürülmüş.
Bahse konu duyurunun başlığına gelince duygusal bir boyut yüklenmeye çalışılmış; “ERASMUS IS CALLİNG” yani “Erasmus Çağırıyor!”. Bu davetin detayına bakıldığında, Erasmus’un, henüz ortaokul 7’nci sınıftaki öğrencilerimizi Letonya’ya “kültür kampı”na çağırdığı anlaşılıyor. “Letonya” ve “kültür kampı”, ebetteki şu soruyu akla getiriyor: Hangi kültür ya da kimin kültürü? Letonya’da gerçekleştirilecek olan kampın milli kültürümüzle alakasının olduğunu düşünmek ham hayalden öteye gitmez.
Öte yandan henüz 7’nci sınıftaki bir ortaokul öğrencisinin kendi kültürünü ne kadar tanıdığını tahmin etmek de zor olmasa gerek. Ancak sorular bir biri ardına sökün ediyor. Acaba ortaokul çağındaki çocuklarımızı milli kültürümüzün kamplarına alabildik mi? Onlara kendi kültürlerini öğretebildik mi? Bu soruların da yanıtsız kalacağı açıktır.
Kişiliği ve kimliği henüz şekillenmemiş, hayatın her alanında tamamen Batı kültürü ve hayat tarzının dayatmalarına maruz kalmış, kendi kültüründen habersiz bir Türk öğrencisinin bu kamptan elde edeceği fayda ne olabilir? Kampa katılan öğrencilerin bu kamp vesilesiyle bilim ve fende ülkemize sağlayacağı katkı söz konusu olabilir mi? Aksine her türlü cazibesiyle arz-ı endam eden Batılı yaşam tarzının ve kültürünün, henüz reşit olmamış öğrencilerde bir şok ya da büyüleyici etki oluşturacağı aşikar.
Yaklaşık 200 yıldır Batı’yı merkeze alan, kutsayan ve yücelten dünya görüşünün tüm insanlığa dayatılması dünya milletlerini Batı’ya perestiş etme noktasına getirmiştir. Batı merkezli dünya görüşünün hâkim olduğu son iki asırda insanlık alemi başta sömürü olmak üzere, kan, gözyaşı ve zulme sahne olmuştur. Gazze, bunun en somut ve en güncel örneği olarak önümüzde durmaktadır.
6 Aralık 2023 Çarşamba günü gerçekleşen Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Batı’nın karanlık yüzüne vurgu yaptığı konuşmasında tüm dünyaya dayatılan Batı menşeli değerler için somut delillerle birlikte “Batılı değerler safsatası” nitelemesinde bulunması devlet ve millet olarak gerekli tedbirlerin alınmasının vaktinin çoktan geldiğini göstermektedir.
Türk milletinin istikbali çocuklarımızın, henüz ilköğretim çağlarından itibaren kendi milletinin inanç, fikir, sanat, âdet ve gelenekleri ile maddî ve mânevî değerlerini tanımadan Erasmus programlarıyla Batı’yla tanıştırılması ve Batı’ya hayranlık uyandıracak kamplara katılımlarının sağlanması hangi akla hizmet etmektedir?
70’li yıllarda Bulgaristan’dan Türkiye’ye göç eden kimya öğretmeni bir soydaşımızla sohbet ederken, Batı Trakya’da sık sık Bulgar eğitim müfettişlerinin baskın denetimlerine maruz kaldığını, müfettişlerin her defasında kendisine “50-60 öğrenciyi senin eline terk edemeyiz” şeklinde söylemlerde bulunarak bir nevi mobbing yaptıklarını söylediğinde bu yaklaşıma sahip olmanın milli bir bilincin gereği olduğunu düşünmüştüm. Kaldı ki Türk öğretmenin eline bırakılmayan öğrencilerin Türk olması Bulgarların eğitime verdikleri önemi göstermektedir. Bulgar, elbette ki kendi eğitimine milli bir bilinçle sahip çıkacaktır.
Peki, bizde durum nedir? 2004 yılından bu yana, yaş ve eğitim düzeyine bakılmaksızın ülkemizin yetenekli öğrencilerini Erasmus ve benzeri diğer programlar kanalıyla Batı’nın devşirme tezgâhına gönüllü olarak sürmeye devam edilmesinin izahı olmasa gerektir.
Netice-i kelâm; “Erasmus’un çağırdığı” çocuklarımız ve gençlerimiz için kendi kültürümüze ve değerlerimize çağıracak projelerin üretilerek hayata geçirilmesinin vakti geldi ve geçiyor!