İslam’da müzik, resim, heykel gibi konuların hükmü oldum olası tartışılır. Hüküm aslında bellidir ve klasik kitaplarımızda yazılıdır. Ancak geldiğimiz nokta itibariyle bu konular bulundukları veya bulunmaları gereken konumlarından çok farklı konumlara gelmiş ve hayatın neredeyse kaçınılmaz birer parçası olarak algılanmaya başlanmışlardır. Bu durum bu konularda görüş beyan etmesi gereken İslam alimlerini zora sokmaktadır. Onların izlemesi gereken iki yol bulunmaktadır; ya klasik çerçevede hükümleri söyleyip noktayı koymak ya da bir şekilde bunların tamamen helal olduğunu açıklamaya çalışmak.
Müzik konusuna fazla değinmek istemiyorum. Zira müzik topyekün haram sayılmamıştır. Belli şartlar altında belli müzik türleri helal olarak kabul edilmektedir.
Resim konusu da benzer sayılabilir. Mesela manzara resmi, tıbbi amaçlı resimler, minyatür türü resimler, günlük hayatta zorunluluk arz eden resimler, fotoğraflar yasak kapsamına girmez. Ancak insan resmi, hatta bazen hayvan resmi çizilmesine ise pek sıcak bakılmaz.
Heykel konusuna gelince… En çetrefil konu bence bu.
Geçenlerde bu konuda İslam’ın yaklaşımı üzerine araştırmalar yapmış bir kişinin toplantısına katılma şansı elde ettim. Güzel bir sunum oldu. Ancak sayın konuşmacı baştan kararını vermiş, araştırmalarını ona göre yapmış ve istediği sonuca varmıştı. Bütün gerekçelerini bir bir sıralayarak İslam’da heykelciliğin helal olduğunu ispatlayıverdi bize!
Bu konu orda burda konuşulurken genellikle şöyle söylenir: “Peygamber döneminde putperestlik vardı. Onun sayesinde toplum putperestlikten, putlarla Allah’a şirk koşmaktan kurtuldu. Daha yeni bir hadise olduğu için insanların yeniden putperestliğe yönelme riski nedeniyle heykelcilik yasaklandı. Günümüzde bu risk ortadan kalktığı için heykelciliği yasaklamaya devam etmenin bir anlamı yoktur.”
Aslına bakılırsa putperestlik riski hiçbir zaman kaybolup gitmez. İsim değiştirebilir. Dün A maddesi putken bugün B maddesi put olabilir; yarın bir bakmışsınız insanların C maddesine tapmaya başladığını görebilirsiniz. Geçmişin putperestleri küçük putlar yapıp yanlarında taşırlarmış. Şimdiki insanların da yanlarında taşıdıkları, uğur getirdiklerine inandıkları nesneleri yok mu sanki! Ama biz tapmıyoruz ki derler; oysa bir şeyin uğur getirdiğine inanıyorsanız Allah’tan başka bir nesneden fayda beklentisi içine girmişsiniz demektir.
Fıkıh üzerine bir yazı yazma niyetinde olmadığım için bahsi geçen konuların hükümlerini bildirmeye kalkmayacağım; haram, helal, mekruh, mübah gibi ifadeler kullanmayacağım. Ama şu kadarını söylemek gerekirse bu hususlar dinimizde oldum olası tartışmalı olmuştur; genellikle sıcak bakılmamış; üzerlerine kafa yorulmuş, düşünülmüştür ve de İslam medeniyeti ve kültürü bunlara ait olumsuz düşünceler üzerine inşa edilmiştir.
Asıl söylemek istediğim konuya geleyim. Gerek bizim dinimizde gerekse diğer dinlerde emirler ve semboller vardır. Emirler için hikmetler ve gerekçeler araştırılır; belki sonuca varılır, belki varıldığı sanılır. Dine inanıyorsanız emrine de kuvveti ölçüsünde boyun eğersiniz.
Ya semboller… Sembollere hikmet aramak gerekir mi?.. Öyle tercih edilmiştir ve öyle olmuştur. Belki bir çıkış noktası vardır, ama her zaman çıkış noktası olmak zorunda mıdır? Her halukarda siz sembolü görünce eşleştiği şey geliverir aklınıza.
Resim ve heykel konusuna da acaba sembolik olarak bakamaz mıyız diye düşünüyorum. Tamam, çok büyük bir gerekçemiz var; var ama gerekçenin ortadan kalktığı düşünüldüğü anda farklı bir hükme ulaşabiliyoruz. Oysa atalarımız bu konuyu öyle düşünmek yerine mecbur kalmadıkça hep temkinli davranmayı tercih etmişlerdir. Yani bunların geri planda tutulduğu bir sanat anlayışı, bir medeniyet oluşturmuşlardır. Açıkçası batı medeniyetinin öğelerine boyun eğmek, onun öğeleriyle devam edip gitmektense kendimize özgü eski unsurları diriltmek veya kendi inanç ve anlayışlarımıza daha uygun yeni kültür öğeleri oluşturup onlarla yeni bir dünya oluşturmamızın sevdasındayım.