Milli eğitimde 17 yılda tam 7 bakan 5 ayrı sistem değişti. En istikrarlı olması gereken kurumuzda oldu bu. Eğitimin ardından rekor, kültür bakanlığında…
2003 yılından beri kesintisiz olarak tek başına iktidarda olan 17 yıllık AK Parti hükümeti döneminde, 10 Kültür Bakanı değişikliği yaşandı.
Ertuğrul Günay’ın yaklaşık 6 yıllık bakanlık görevini saymazsak, bir bakan görevde ancak bir yıl kadar kalabilmiştir.
Sonra eğitim ve kültür alanında neden bu kadar problemliyiz diyoruz.
Örneğin 2004 yılında liselere geçiş sınavı olarak bilinen LGS kaldırılarak yerine OKS getirilmişti. 2008 yılına gelindiğinde bu sefer OKS kaldırılarak yerine SBS getirildi.
Aradan dört yıl geçince bu sefer de SBS kaldırılarak yerine TEOG getirildi. Sonra TEOG kaldırıldı ve yerine adrese dayalı kayıt ve nitelikli(!) olarak ifade edilen okullar için isteğe bağlı sınav getirildi. Bugün LGS sınavı ile devam ediyoruz.
Şimdi de YKS barajının kaldırılmasını tartışıyoruz.
Bir ara MHP Genel Başkanı, “Üniversite sınavı tamamen kaldırılmalıdır” demişti. Sınav kaldırılmadı ancak YKS barajı kaldırıldı. Bu düzenlemeyle üniversite sınavına giren ve puanı hesaplanan tüm adaylar, üniversite tercihi yapabilir hale gelecek.
YÖK Başkanı bunun aynı zamanda rekabeti arttıracağını söylüyor. İyi niyetle yapılmış, öğrenci lehine bir uygulama da olabilir, bilemiyorum.
Sınav odaklı, ezberci, zorunlu eğitimi destekleyen biri değilim. Bu uygulamanın ülkede okul yüzü görmeyen çocuk kalmasın anlayışıyla yapıldığını düşünüyorum. Kaldı ki eğitim dediğimiz mekanizma zaten bu mantıkla işliyor.
Ben eğitim meselesine biraz farklı yaklaşanlardanım. Özellikle Türkiye’deki mevcut eğitim sisteminde eğrileni düzeltmek, kırılanı tamir etmek gibi bir çabanın içerisinde olmak yerine yepyeni bir eğitim anlayışının yerleşmesini teklif ediyorum.
Bilindiği gibi hemen tüm ülkelerde zorunlu eğitim denilen mekanizmada öğrenciler algı, ilgi ve yeteneklerine göre değil yaşlarına göre belirli sınıflara yerleştirilir.
Çocukların önüne en az 16-17 farklı alanda ortalama 200-300 sayfalık kitaplar konularak onlardan her alanda istisnasız başarılı olmaları istenir.
Yani bir öğrenci hem iyi resim yapacak hem sporcu olacak hem de güzel şarkı söyleyecek bir o kadar da matematikten, fizikten, tarihten, biyolojiden ve diğer derslerden üstün başarılar elde edecek!
Bu zorla eğitim modelinin insanın en temel vasıflarına zarar verdiği ortada değil midir? Kısacası zorla öğretim insanlık bilincine ve zekâsına karşı işlenmiş bir suç ve zorbalıktır.
Oysa eğitimin en birincil özelliği öğrencilerin öğrenme güdülerini kamçılamak yani meraklarını tetiklemek olmalıdır. En önemlisi de erdem, ahlak sahibi, vatansever, sorumlu, kaliteli özgür birer insan olmalarının yolunu açmaktır.
Grace Llewellyn, “Eğer ne öğreneceğiniz konusunda özgür olabilseydiniz, her zaman için gerçekten ilginizi çeken konuları bulma güdüsüyle hareket ederdiniz” diyor bir yazısında.
Çocukların doğuştan gelen merakını, yaratıcılığını engellemeden, saptırılmadan, doğalıyla yönünü bulmasına, keşif yapmasına, kendini tanımasına imkân ve fırsat tanımadığımız ölçüde eğitimdeki bu zorbalık korkarım devam edecektir.
Eğitimin işlevi sadece nesilden nesile kültür aktarmak da değildir. Bu kültürü analiz etmek, geliştirmek, biçim vermek yeni sentezlere gitmek de önemlidir.
Hayal gücünü arttırmayan onu kitaplar altında ezdiren, çocuğu araştırmaya, sorgulamaya itmeyen bir eğitim, eğitim değildir.
Bir yazımda ifade etmiş olmam lazım, eğitim anlayışında maieutike/doğurtmaca yöntemiyle bu yaratıcılığı en evvel geliştiren düşünür Sokrates olmuştur.
Şöyle der Sokrates; “Gerçekten bir düşünün, toprağın mahsullerine bakmak, onları devşirmek ile bir de hangi toprağa ne çeşit bir bikri ve tohum ekileceğini bilmek ayrı ayrı sanatlar mıdır? Yoksa bunlar aynı şey midirler?
Benim doğurtma sanatım şudur; doğum esnasında dikkatleri erkeklerin vücutlarına değil ruhlarına yöneliyorum. Bu yüzden ben ebelere benzerim. Tanrı beni başkalarını doğurtmaya zorluyor.”
Ne var ki bugün eğitim politik güçlerin elinde bir alet olmaktan öte işlev görmemektedir. Politikacılar işte bu aleti kullanarak toplumu dönüştürmek isterler. Eğitim sorgulayıcı olmadığı sürece politikanın ve iktidarın merkezinde yer almaya devam edecektir.
Bu yüzdendir ki eğitimin esas meselelerini konuşmak ve konuşturmak istemiyorlar.