1967 yılında doğdu. 1990 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinden mezun oldu. 1998 yılında Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslâm Bilimleri Anabilim Dalında, 2005 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Bilimleri Enstitüsü Eğitim Yönetimi ve Denetimi Bilim Dalında yüksek lisans eğitimlerini tamamladı. 2017 yılında İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Din Eğitimi bölümünde “Dârü’l-hilâfeti’l-aliyye Medresesinde Eğitim ve Öğretim” isimli teziyle doktorasını tamamladı. Osmanlı eğitim tarihi alanında çalışmalar yapan yazarın, “Osmanlı Eğitim Modernleşmesinde Dârü’l-hilâfeti’l-Aliyye Medresesi” isimli eseri ile ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış pek çok makalesi bulunmaktadır.
Tarihin tekerrür ettiğini her fırsatta dillendiriyoruz. Peki tekerrür eden olumsuzlukları, bir daha maruz kalmamak için ya da merak sâikiyle öğrenmeye çalışıyor muyuz? Dersler çıkarıyor muyuz? Tekerrür eden tarih midir? Yoksa insanoğlunun sergilediği tutum ve davranışlar mıdır?
İnsanoğlunun yapıp etmeleri ile tarih arasında bir bağın olduğu aşikâr. Hangisinin sebep hangisinin sonuç olduğu ise tartışma götürecek cinsten. Bu tartışma çerçevesinde insanoğlunun yapıp etmelerini ya da fiillerini bazen sebep bazen de sonuç konumuna yerleştirmek mümkün. Dolayısıyla konumuna göre bu fiiller bazen etken ve bazen de edilgen nitelikte olabiliyor.
Tekerrür eden ise aslında tarihten ziyâde insanoğlunun fiilleridir. Bu fiillerin doğurduğu sonuçların tarihte örnekleri olması nedeniyle tarihin tekerrür ettiği düşüncesi hasıl olmaktadır. Bu durum toplumların tâbi oldukları sosyal yasalardan kaynaklanmaktadır. Nasıl ki tabiatta kozmolojik yasalar söz konusuysa sosyal hayatın da yasaları bulunmaktadır.
Kur’an-ı Kerim’deki ifadesiyle “sünnetullah” diye tabir olunan ve evrenin tüm boyutlarında mündemiç bulunan tabiat yasaları gibi toplumların ve sosyal hayatın da yasaları söz konusudur. Evrenin işleyişinde milim şaşmayan kozmolojik ilâhî yasanın değişmezliği ve esnemezliğine karşın sosyal hayatın yasaları esneyen, mukavemet edilebilen ve değişiklik arz eden niteliğe sahiptir. Ancak sosyal hayatın yasalarında sebeplerin doğurduğu sonuçlar hep sabit kalmaktadır.
Toplumların başta eğitim olmak üzere her alandaki gelişmişlik düzeyinin sünnetullahla doğrudan ilişkisi ve ilgisi vardır. Kur’ân-ı Kerim’de yer alan “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır” ayeti bireysel ve sosyal hayatta geçerli olan ve hasat yasası adıyla nitelenen yasayı ifade etmektedir. İsmayıl Hakkı Baltacıoğlu Necm Sûresi’nin bu ayetini “Herkes ettiğini bulur” şeklinde daha yalın bir ifadeyle tercüme etmektedir.
Hasat yasası kişiye, topluma, herhangi bir ırka ve dine mensubiyete göre farklılık göstermez. Bu yasaya göre, yapıp etmelerin ya da yapılmayanların karşılığı görülür. Eğitim alanında da aynı yasa geçerlidir. Toplumların eğitim alanındaki gelişmişlik düzeyi onların bu yasanın gereklerini yerine getirmeleri oranında artar ya da azalır.
Geçen yazımızda bahsi geçen Ömer Ferit Kam’ın Avrupa Mektupları’nda Batılıların maarif alanındaki ilerlemelerine ilişkin yaptığı tesbit ve değerlendirmeler hasat yasasına dikkat çekmesi açısından önemlidir. Anlaşılır olması bakımından bir kısmını sadeleştirerek özetlemeye çalıştığımız bu yazıda şu tesbitlere yer verilmektedir:
“Zihnim diyordu ki “Frenk neler yapıyor?” Evet zihnim bana böyle hitap ediyordu. Bu hitap yalnız bana münhasır kalmayacak, … Ben bunun üzerine düşünmeye başladım. Frenk bizden fazla hiçbir şeyi yapamaz. Bu gördüğümüz, bu temaşasıyla hayran kaldığımız eserleri yapan maariftir. Fakat bu maarifin faydalı kısmı Frengistan’da, Avrupa’da, Amerika’da tecelli etmiş. … onlar o maarife sahip olmuşlar ve o faydalı maarif sayesinde güzel düşünüyorlar sonra da güzel şeyler yapıyorlar. Düşündükleri ve yaptıkları işler ile medeniyete hizmet ediyorlar. Avrupa’daki talebeler “bir alet yapsam da insanlığa faydam olsa” diye düşünüyor. Bizde de talebe var. … bizim talebelerimiz de düşünüyor. Ne düşünüyor? Mektebi bitirsem de bir memuriyet yakalasam…”
Ömer Ferit Kam, gözlem yaptığı dönemde Batıdaki öğrencilerin “insanlığa faydalı olmak” düşüncesiyle eğitim hayatını devam ettirdiğini, bizim öğrencilerimizin ise geçimini temin etmek maksadıyla bir an evvel mezun olmayı ve maaşlı bir işe girmeyi hedeflediğini belirterek eğitimde iki farklı niyet ve iki farklı yaklaşımın varlığına dikkat çekmekte ve bu iki yaklaşımın mukayesesini yapmaktadır. Yapılan iş aynı olmakla birlikte niyet farkının doğurduğu sonuç Batı’da “gelişme ve ilerleme” olarak kendini göstermekte ve toplum hayatına yansımakta; bizde ise eğitim hayatı bireysel bir hedefe odaklandığı için şayet hedefe ulaşılırsa bireysel bir kazanımla sonuçlanmaktadır.
Hz. Peygamber’in, asırlar öncesinden “İnsanların en hayırlısı onlara faydası dokunandır.” hadis-i şerifiyle ilan etmiş olduğu, insanlığın ilerlemesine ve gelişmesine katkı sağlayacak en temel ilke önümüzde dururken bu ilkeden uzak kalışımızın izahı bulunmamaktadır. Bu temel ilkenin herhangi bir dine ya da ırka tahsis edilmeksizin “insan” merkezli olması ise asırları ve coğrafyaları aşan evrensel bir mesaj olmasından kaynaklanmaktadır.
“İnsanlara faydalı olmak” ilkesinin benimsendiği toplumlarda sünnetullah gereği yardımlaşma ve dayanışma yaygınlaşacağı gibi toplumsal birlik ve beraberlik de kuvvetlenecektir. İnsanlık aleminin gelişmesi ve ilerlemesi, barış ve mutluluğu yakalaması bu temel ilkeyi kılavuz edinmekle mümkündür. Okul öncesi eğitimden yüksek öğretime kadar her kademedeki öğrencinin bu bilince sahip olmasının sağlanması ülkemizin ve insanlığın geleceği için önem arz etmektedir.
20. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı öğrencilerinde “maaşlı bir işe sahip olma” hedef ve arzusu söz konusuyken 21’inci yüzyılın ilk çeyreğine gelindiğinde Türk gençlerinin büyük çoğunluğunda “Avrupa’ya ya da Amerika’ya gitmek ve orada yaşamak” hedef ve arzusunun yaygınlaştığına tanık olunmaktadır.
Ne var ki, ben merkezli ve çıkarcı yaklaşıma sahip bireylerin yetiştiği toplumlarda “hasat yasası” gereği ürünler kavruk olmakta, böylece toplumun ilerlemesine ve gelişmesine de imkân bulunamamaktadır.