Son yıllarda özellikle Avrupalı öğretmenlerin öğrencilerini karşılama görüntüleri sosyal medyada yoğun bir şekilde paylaşılmıştı. Bu paylaşımların altına “Hani nerde bizde böyle öğretmenler?” şeklinde binlerce yorumun yazıldığı görülüyordu.
Bir süre sonra bizim okullarımızda da benzeri görüntüler çekilip sosyal medyaya servis edilmeye başlandı. Sınıf kapısının önünde öğrencilerini bekleyen öğretmenlerimiz, kapıya asılmış olan karşılama görsellerinden birini gösteren öğrencisine o şekilde karşılama yapıyordu. Kimiyle dans ederek, kimiyle kucaklaşarak, kimiyle “çaaak” yaparak karşılama seremonisi devam edip gidiyordu.
Doğal bir karşılama görüntüsü olmadığı anlaşılan bu paylaşımların yapmacık bir takım hareketlerden ibaret olduğunu anlamak güç değildi. Başta görüntülerin kayda alınması ve sosyal medya mecralarına akıtılması doğallığın olmadığının en somut kanıtıydı. Görünür olmak, beğeni toplamak, “Vay be! Ne öğretmenler varmış!” söyleminin merkezine oturmak en başta gelen amaçlardan biriydi. Yapmacık, yapay ve zorlama davranışlar.
Son günlerde Kayseri’deki bir ilkokulumuzda sabah merasimlerinde gerçekleştirilen sıra dışı bir etkinlik sosyal medyanın gündemine oturdu. Okul bahçesinde toplanan öğrencilere müzik eşliğinde bir öğretmen tarafından topluca dans figürlerinin yaptırıldığı görüntüler akıp durdu sosyal medyada. Bu paylaşımların sayısız beğeni ve övgülerle dolu yorumlar aldığı görüldü. Öğrencilerin şanslı olmalarından tutun da öğretmenin örnekliğine kadar pek çok özendirici açıklamalara yer verildi.
Eğitim ve öğretimi eğlenceli yöntem ve teknikler kullanarak gerçekleştirmek ebetteki tavsiye edilen bir yaklaşımdır. Ancak eğitimi eğlenceli kılmaktan çok eğitim ortamını eğlence mekânına dönüştürmenin pedagojik anlamda olumlu bir boyutu var mıdır? Eğitim ortamlarını, getirisi-götürüsü hesaplanmadan bu türden eğlencelere açmak ne kadar doğrudur? Her aklına esenin, bir müzik eşliğinde ve canı istediği dans figürleriyle okulların bahçesinde arz-ı endam etmesi eğitsel ilkelerle bağdaşır mı? Eğlencenin dozunu kim ve neye göre ayarlayacaktır? Eğlencenin çıtası nereye kadar çıkarılabilecektir? Talep eden okullara böylesi maharetli öğretmenlerin atanması mümkün müdür? Mümkün değilse bu bir eşitsizlik oluşturmaz mı? Bunun gibi pek çok sorular birbiri ardınca uzayıp gider.
Toplum olarak kimi zaman ifrat ve tefrit sınırlarında dolaşmayı seven refleksler sergiliyoruz. Ayran kabartan türden yaklaşımlara teşne mizacımızı kontrol etmekte zorlanıyoruz. Bir uçtan diğer uca savrulduğumuz oluyor. Sosyal medyadaki paylaşımlara yapılan yorumlarda bu özelliğimizi test etme imkânı her zaman mevcut.
Akl-ı selim sahiplerinden oluşturulacak ortak akılla hareket etme kabiliyetini ne yazık ki kaybediyoruz. Ecdadımızdan tevarüs edilen toy geleneğinin İslam Dininin sosyal hayatı düzenleyici temel öğretilerinden biri olan “istişare” kültürüyle asırlarca toplumsal hayatımızın başköşesine yerleştiği dönemlerden uzaklaşalı epey oldu. Kamusal eğitimin sınırlarını ve standartlarını belirleme hakkı ebetteki kamuya ait olmalıdır. Değişik yöntemlerle ortak aklın ortaya koyacağı fikirlerin hayata geçirilmesi kamu hakkının gereğidir. Bireysel ve münferit tercihlerimizi ise sadece özel alanımızda uygulama hakkına sahip olabiliriz.
Mülkün temeli olan adalet kavramına kabaca “her şeyin yerli yerinde olması” anlamı verildiği bilinmektedir. Kurumlar tüzel kişilik olan devletin belirlediği amaçlar doğrultusunda hizmet vermediği takdirde kaosun önü açılır, keyfilik kol gezer, toparlanması da mümkün olmaz. Kamu hizmeti verilen bir alanda “Ben yaptım; iyi de oldu!” demek, o işin iyi olmadığını düşünenler nezdinde de haksızlığa kapı aralar.
Her şeyin yerli yerinde olması bağlamında şayet adalet tesis edilecekse kamusal eğitim mekânlarında hayata geçirilecek uygulamaların eğitim-bilim ve pedagojik esaslar çerçevesinde belirlenmesi esastır. Sabah içtimaında gerçekleştirilen bahse konu dans figürlerine gelince, âlâsı Afrika kabilelerinde mebzul miktarda icra edilegelmektedir.
H. Cemal ABDULLAHOĞLU