Günlük hayatın muhtelif alanlarında kullanılan bir terim veya kavramın mahiyetini daha iyi anlayabilmek için evvela onu teşkil eden kelimelerin sözlük anlamı üzerinde durmak gerekir. Böyle bir sözcüğün lügatteki manalarına (temel, mecaz, terim, argo…) vâkıf olabilmek, onun kapsamlı şekilde ele alınmasıyla mümkündür. Başka bir ifadeyle kelimenin; etimolojik (köken), morfolojik (şekil, yapı), fonolojik (ses) ve semantik (anlam) yönlerden incelenmesini gerekli kılar. Kavramın yapısına veya bağlamına göre sentaksın da (söz dizimi ve cümle) anlamı belirlemeye veya belirginleştirmeye yardım ettiği unutulmamalıdır. Bir kelimenin tarihçesine ve kullanımına yönelik bilgiler de mahiyeti hakkında aydınlatıcı malumat içerir.
Kudemanın mahiyet, günümüz insanının içyüz kelimesiyle ifade ettiği; “bir nesnenin, meselenin yahut mefhumun herkesçe bilinmeyen, anlaşılmayan ve zahirde görünenden büsbütün başka olan niteliklerini, yani bâtınını ifade eder. Bugün hepimizin gündeminden düşmeyen eğitim sözcüğü de mahiyetinden önce lügat manası ve bileşenleri etraflıca bilinmesi gereken kavramlar arasındadır.
Sözlüklerde hemen herkesin bildiği manalarla temsil edilen eğitim, Türkçe bir kelimedir. Bu konuda, sözlüklerin hepsi ittifak hâlindedir. Hangi kökten türediği üzerindeyse ihtilaf vardır. Sözcüğün kökü; bazı sözlük yazarlarının, dilcilerin ve eğitimcilerin iddia ettiği gibi “eğ-” fiili değildir. Kelimenin menşeini buna dayandıranlar, düşüncelerini son derece sığ bir yaklaşımla “Ağaç yaşken eğilir.” atasözü ve buradaki aynı kökten türetilmiş “eğ-il-” fiiliyle kanıtlama çabasına girişirler. Öncelikle belirtmek gerekir ki bu, beyhude bir çabadır. Ne ilmî hakikatlerle ne de tarihî kaynaklarda yazanlarla örtüşür. Ayrıca ileri sürülen “eğ-it-im” şeklindeki tahlil hem yanlıştır hem de “insanı inşa etme çabası” olarak tanımlanan bu ulvi hareketin ruhu, gayesi ve kutsiyetiyle de taban tabana zıttır.
Kelimenin dilimizdeki hikâyesi oldukça yenidir. Eğitim, Türkçedeki Arapça ve Farsça kökenli kelimelere karşılık bulma çabaları sonunda “canlandırma” yoluyla sözlüklere alınmış onlarca sözcükten biridir. Dilimizde kelime yapma yolları arasında yer alan canlandırma, “zamanla işlekliğini yitirmiş kök veya gövde biçimindeki kelimelerin, bazen de eklerin yeniden kullanıma alınması” demektir. Bu metottan, yakın tarihte sıkça istifade edilmiştir. Eğitim, böyle bir ortamda talim, özellikle terbiye kelimesinin yerine teklif edilmiştir. Canlandırılan kelime; Eski Türkçede “yetiştirmek, beslemek, korumak, doyurmak, özen göstermek” gibi anlamlara sahip egit- fiilidir. Kelimenin tarihî metinlerde egid-, igid-, igit- gibi varyantları da vardır.
Söz konusu eylemin geçtiği metinler arasında Kutadgu Bilig önemli bir yer tutar. Gerek dil ve edebiyatımızın gerekse bilim ve kültür tarihimizin kadim metinlerinden birine imza atan Yusuf Has Hacip, biricik eserine âdeta bu kelimeyle başlar:
Bayat atı birle sözüg başladım
Törütgen igidgen keçürgen idim (124)
“Besmele”nin Türkçesi mesabesinde olan bu beytin, günümüz Türkçesiyle karşılığı şudur: Yaratan, besleyip terbiye eden (eğiten), affeden Allah’ın adıyla sözü yönettim (söze başladım).
Balasagunlu Yusuf’un bu fiil kökünden “-gen” sıfat-fiil ekiyle türettiği igid-gen sıfatı, Allah’ın güzel isimlerinden “Rab” ismini karşılar. Kelime bu hâliyle “yetiştiren, besleyen, terbiye eden” manalarına gelir. Takip eden yıllarda igid- fiili, kök yahut türevleriyle başka metinlerde de görülür.
Eğitim; bu kısa izahtan da anlaşılacağı üzere “düz olan bir şeyi eğik duruma getirmek, çevirmek, bükmek” anlamlarındaki kökten müştak değildir. Kelime, Türkçede önce terbiye terimini karşılamak için önerilmiştir. Sonra kapsamı genişletilerek maarif kelimesinin yerine kullanılmıştır. Fakat muhtevası, anlam zenginliği ve derinliği bakımından yerini doldurduğunu, bihakkın temsil ettiğini söylemek mümkün değildir.
Eğitim, daha doğru, manalı ve şümullü ifadesiyle maarif, toplumlar için “dava” mesabesinde bir konudur. İnsanlar için büyük önem ifade eden bu husus, milletler için de hayati derecede ehemmiyeti haizdir. Başka ve en açık ifadesiyle hayat memat meselesidir. Bu nedenle bir problem, sorun veya mesele değil her zaman dava mahiyetinde görülmeyi gerektirir. Gerek hayatımızda gerekse toplumda iyiyi, güzeli hâkim kılmak ve dünyayı değiştirmek için kullanılabilecek en güçlü silah eğitimdir.
Ülkemizde bu ismi taşıyan ve hâlen eğitim-öğretim faaliyetlerini yürütmekle görevli olan bakanlığın adı uzunca bir dönem maarif şeklinde anılmıştır. Arapça bir kelime olan maarif, marifet kelimesinin çoğuludur. Kısaca “bilgi ve kültür” demektir. Derununda ise “ilim ve tekniğin öğrenilmesiyle elde edilip insanlığın yararına kullanılan hüner, sanat ve bilgiler” manası vardır. Kelimenin “eğitim ve öğretim sistemi” şeklindeki karşılığı ise bugünkü büyük ve genel sistemin bütününe işaret eder.
Eğitim kelimesi, söz varlığımıza 1933 yılında katılmış olsa da bakanlığın adı olarak kullanılması ilk kez 1946-1950 yılları arasında gerçekleşmiştir. Adı geçen bakanlık, 1923 -1946 yılları arasında belirli bir dönemi kültür olmak üzere uzunca bir süre maarif adıyla anılmıştır. Takip eden on yılda maarif kelimesine tekrar dönüldüğü görülür. 1960 senesinden itibarense kurumun adı yeniden eğitim olur. O tarihten itibaren Millî Eğitim Bakanlığı ifadesi yerleşir, bir daha değişmez. Hâlen ülkemizin, ilgi alanı bakımından en mühim, hedef kitlesi ve personeli bakımından en büyük teşkilatı bu bakanlıktır.
İşte mahiyeti, ehemmiyeti ve mesuliyeti yönleriyle bu güzide kuruma yakışan; hem esas gayesine ve öz görevine (misyonuna) hem de isim olarak taşıdığı kelimelerin manalarına muvafık işlere imza atmaktır. Temel paradigma, günü kurtarmak değil; insanın, dolayısıyla toplumun inşası olmalıdır. Bu da bilimi araç değil amaç gören nesiller yetiştirmekle; genç kuşakları hızın ve dünyevi hazların esiri olmaktan kurtarıp yerli, millî, ulvi, ebedî gayelerin peşinden koşmaya sevk etmekle mümkündür. Müfredattan tedrisata her şey, Nurettin Topçu’nun ifade ettiği gibi “bizi kendi ruhumuza kavuşturan, her ferdimizi milletimizin tarihi içinde aratan, vicdanlarımıza her an Allah’ın huzurunda yaşamayı öğreten” bir anlayışla planlanıp yürütülmelidir.
Hangi kavram, terim olursa olsun, sathi bir bakış açısıyla ele alındığında onların çağrıştırdığı birikimin künhüne vâkıf olmak mümkün değildir. Bu noktada şu soruyu bir kez daha sormak ve üzerinde düşünmek lazım:
Eğitim “düz, doğru olan bir şeyi eğik duruma getirmek” midir? Yoksa “kişileri ruhen ve ilmen besleyip yetiştirmek” midir?