eğitim,öğretim,terbiye,talim,Meb,Üniversite,öğrenci,öğretmen,muallim,öğretim üyesi,maarif,aile,
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Ankara
Açık
9°C
Ankara
9°C
Açık
Pazartesi Az Bulutlu
9°C
Salı Hafif Yağmurlu
7°C
Çarşamba Hafif Yağmurlu
8°C
Perşembe Çok Bulutlu
10°C

Eğitim, kabare tiyatrosu ve bağnaz ısrar

Eğitim, kabare tiyatrosu ve bağnaz ısrar

Bu tespit yarım asırdan fazla süre önce dile geldi: “On beş sene mekteplerde okuduktan sonra, kendiliğinden bir hayat değeri ortaya koyamayan, bir ekonomik davanın veya bir tarihi şahsın tenkidini yapmaktan korkan, şahsi bir sanat ve din anlayışına sahip olmayan kafasının işleyişi bakımından “mektebe girdiği gibi çıkan” gençleri hayat sahasında bulduk.” Tespitin sahibi konuşmasını şu sözlerle sürdürüyordu: “Mektebe ilim ve fikir dışı çalışmalar dolduruyoruz. Ders kâbus haline gelmiştir; neşve ile doldurucu bir ziyafet ve şenlik değil; diploma arzusu ve istikbal endişesiyle çekilmesi mukadder bir dert, taşınacak bir yük, dolacak bir çile…”

Benzer tespitleri daha önce de görüyoruz, bugün de yapıyoruz. Maksadım bu tarz tespitlerin bir dökümünü yapmak değil. Hayatımızın pek çok alanında olduğu gibi eğitim alanında da olan ve her geçen gün biraz daha kötüleşerek devam eden sevimsiz gerçekliğimize bir kez daha dikkat çekmek istiyorum. Durum Nurettin Topçu’nun tespit ettiğinden kesinlikle daha iyiye gitmemiştir, çok daha kötüye gitmektedir. Mektep her geçen gün biraz daha yapısı, yapılanması ve içinde yer aldığı günümüz dünyasının gerçekliği itibariyle bir direnç odağına dönüşmektedir. Yapıcı bir rol oynamaktan ziyade yıkıcı/engelleyici bir işlev görmektedir.

Peki neden? Sınıf başına düşen öğrenci sayımız OECD ortalamasından geri kalmıyor, öğretmenlerimizin çoğu lisans mezunu. Hatta yüzde onu yüksek lisans-doktora diplomasına sahip. Materyal, araç-gereç, teknik donanım anlamında bir problemimiz göze çarpmıyor. Türkiye’nin en büyük bakanlığı MEB. Onlarca eğitim fakültemiz var. Ailelerin eğitime ayırdıkları bütçe artıyor. Bilgiye erişim imkânları artmış, kanalları çeşitlenmiş durumda. Nasıl oluyor da bu şartlar içerisinde rahmetli Topçu’nun yaptığı tespit hala geçerliliğini koruyor?

Burada artık meseleyi öğretmenin niteliği, müfredat, araç-gereç yeterliliği, öğrenci ve veli ilgisizliği vs. gibi hususlarla değerlendiremeyiz. Zira meselenin bu hususlardan kaynaklandığını dile getiren ana akım eğitim okuması neredeyse yüz, yüz elli yıl öncesine dayanıyor ve bu tespitlerin yapıldığı ilk günden bu yana bahsedilen alanlarda çok önemli iyileştirmeler yapılmıştır. Yukarıda da değinildiği gibi öğretmenlerimiz en az lisans mezunu, sınıf ve öğretmen başına düşen öğrenci sayımız son derece makul düzeyde vs.

O halde tam bu nokta da iki hususun altını çizmekte yarar var. Birincisi; eğitim içinde gerçekleştiği hayatın bir parçası. Yani ekonominiz, kültür-sanat hayatınız, çevre-şehircilikteki vaziyetiniz neyse, hangi nitelikteyse eğitim ahvaliniz de o nitelikte oluyor. Hayat ayrı ayrı kompartımanlara bölünmüş değil, alanlar birbirinden yalıtık paralel evrenler değil. Bu bütünlüklü hali görmezden geldiğimizde mektep son derece tartışmalı bir şekilde “ısmarlama bir hayatın” üretim merkezi olarak kodlanıyor ve bırakın vaadini gerçekleştirmeyi gerçeklikle kavgaya tutuşulan irrasyonel bir mevziiye dönüşüyor.

İkincisi bağlantılı şekilde mevcut mektep paradigmasının öncüllerinin problem teşkil ediyor olmasıdır. Çok teferruatlı bir bahis olduğunun farkındayım. Ancak bu bahiste ısrarla üzerinde durmamız gereken hususlar “zorunluluk” ve “kitlesellik”tir. Bunların olduğu yerde eski bakanlarımızdan Ömer Dinçer’in ifadesiyle “ideolojik, otoriter, merkeziyetçi, katı ve mekanik bürokrasi ve sorumlulukları öne çıkaran vatandaşlık algısıyla tanımlanan” bir sistem neredeyse zorunlu olarak karşımıza çıkıyor.

Hal böyle olunca bu tarz bir yapılanmadan derde deva bir şeyin çıkması da mümkün olmuyor. Zira içinde yer aldığı tarihsel-toplumsal gerçekliği dikkate almayan, tabiri caizse “zamanın ruhu”ndan bihaber üstelik son derece nobran ve sekter bir yapıdan başka bir şey çıkamaz. “Çıkacak!” şeklindeki bitmeyen ısrar eğitimin ne olduğunu bilmediği gibi daha da kötüsü ne istediğini de bilmiyor.

Düzen, işleyiş, zihniyet, yaklaşım değişmediği için karşılaştığımız sorunlar da kronikleşerek varlığını devam ettiriyor. Bugün bu açıdan baktığımızda genel itibariyle Nurettin Topçu’nun yaptığı tespit yerli yerinde duruyor: “diploma arzusu ve istikbal endişesiyle çekilmesi mukadder bir dert, taşınacak bir yük, dolacak bir çile…” Eğitim adı altında sürdürdüğümüz faaliyet budur ve niteliği de bu olduğu için kendisinden naif bir şekilde bekleneni gerçekleştirmesi mümkün değildir. Vehbi Başer Hoca “milli eğitimi” kabare tiyatrosu olarak tanımladıktan şu çarpıcı tespiti yapar ve kanaatimce eğitim bahsimizin en can alıcı tespitidir bu: “Asıl problem, bu kabarenin izleyicileri olarak vatandaşların bu koca tiyatronun bir eğitim teşkilatı ve burada dönen dolabın eğitim faaliyeti olması gerektiği yönündeki bağnaz ısrarından kaynaklanıyor. Eğitime tâbî tutulan çocuk ve gençler, bu tiyatrodaki en ağır rolü oynarken kişilikleri ve insanî kapasiteleri itibariyle kötürümleştirilip felç ediliyorlar.”

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.