Endüstri, ihtiyaçlar doğrultusunda ham maddenin eşya/mamul haline getirilmesi sürecidir. Sanayi de aynı anlama geliyor. Endüstri için önemli kavram ihtiyaçtır. İhtiyaç kavramı genel olarak gerçek ve hissettirilen/hissedilen olmak üzere ikiye ayrılır. Gerçek ihtiyaç, temel yaşam için gereklidir: su, yemek, hava vb. Hissettirilen/hissedilen ihtiyaç ise karşılanmadığında ölmeyiz ama mutlu da olmayız. Kısmen lükstür, konfora yöneliktir. Mesela araba, ev, televizyon, telefon vb.
Endüstri, önceleri, gerçek ihtiyacın büyük kısmını karşılamak için yola çıktı. Kentleşme ve kalabalık yaşam arttıkça, bir şeyin çok sayıda ve aynı zamanda üretilmesi gerekti. Bir şeyin çok sayıda üretilmesi de standardizasyonu elzem haline getirdi. Bu işlerin yapıldığı yere de fabrika dendi. Sonraları endüstri, sadece gerçek ihtiyaçların karşılanmasına değil, hissettirilen/hissedilen ihtiyaçların karşılanması için de çalıştı, hala da çalışmaktadır. Mesela sinema endüstrisi gibi.
Kapitalizmin kâr hırsı arttıkça endüstrinin de alanı genişledi. Nihayet eğitime kadar geldi sıra. Eğitim, kapitalizmin elinde alelâde bir “sektör” oldu sonunda. 20.yüzyılın ortalarında ve içinde bulunduğumuz yüzyılda eğitim, endüstrinin alanı haline gelince, ciddi bir kapitalin döndüğü “eğitim endüstrisi” doğdu. Bu eğitim endüstrisinde okul fabrika, öğretmen usta, öğrenci müşteri, aile paydaş, müfredat kullanma kılavuzu oldu. Elbette öğrenci bir hammadde olarak da algılandı.
Eğitim endüstrisi içinde sadece kırtasiyecileri, servis şoförlerini, çanta ve kalem imal edenleri düşünmek eksik, hem de çok eksik olur. Bu endüstrinin içinde başta uluslararası üniversiteler olmak üzere özel okulları, uluslararası öğrencileri ve ar-ge birimlerini saymak gerek. Baktığımız yeri biraz daha büyütürsek; küresel olarak dünya çapında eğitime yapılan yıllık harcamanın maliyeti 4,7 trilyon dolar olduğu tahmin edilmektedir. Bunun 3 trilyon doları (toplamın %65’i) yüksek gelirli ülkelerde ve 22 milyar doları (toplamın %0,5’i) düşük gelirli ülkelerde harcanmaktadır. Geri kalanı orta gelirli ülkelerde harcanmaktadır. Eğitim finansmanının iki ana kaynağı hükümetler ve hane halkıdır. Bu 4,7 trilyon doların %79’u hükümetler, %21’i aileler tarafından karşılanmaktadır (https://gem-report-2019.unesco.org/chapter/finance/).
Bu maliyeti bir örnek üzerinden somutlaştıralım: Örneğin Uluslararası öğrencilerin maliyeti, çoğu Afrika ülkesinin milli gelirinden fazladır. 2016 yılında ortaöğretim sonrası dünyadaki uluslararası öğrencilerin küresel ekonomiye maliyeti yaklaşık 300 milyar dolardır. Bu da yaklaşık 5 milyon öğrenciye tekabül ediyor. Aynı yıl (2016) bu kadar para 10 Afrika ülkesinin toplam milli gelirine eşitti. Bu 10 Afrika ülkesinde yaşayan 258 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşamını sürdürdü. Bu ülkeler; 26 milyon nüfusuyla Yemen (36 milyar dolar), 22 milyon nüfusuyla Fildişi sahili (31 milyar dolar), 27 milyon nüfusuyla Gana (38 milyar dolar), 46 milyon nüfusuyla Kenya (63 milyar dolar), 16 milyon nüfusuyla Zambiya (22 milyar dolar), 23 milyon nüfusuyla Kamerun (32 milyar dolar), 15 milyon nüfusuyla Senegal (14 milyar dolar), 16 milyon nüfusuyla Zimbabve (14 milyar dolar), 53 milyon nüfusuyla Tanzanya (45 milyar dolar) ve 14 milyon nüfusuyla Çad (14 milyar dolar).
Elbette bu 300 milyar doların yarısını, aynı yıl, ABD, Birleşik Krallık, Avustralya, Kanada, Almanya, Fransa ve Hollanda (bu öğrencilerin yarısını üniversitelerine kaydederek) ele geçirdi. Yani bu paranın ABD’ye 57,3 milyar doları; İngiltere’ye 25,5 milyar doları; Avustralya’ya 19.8 milyar doları; Fransa’ya 14,5 milyar doları; Almanya’ya 14,4 milyar doları; Kanada’ya 11,1 milyar doları gitti (https://studyportals.com/intelligence/global-impact-of-international-students/). Bir başka ifadeyle 2016 yılında ABD sadece uluslararası öğrencilerden Tanzanya ve Çad’ın milli geliri kadar kar elde etmiştir.
Hülasa; insanın sadrının genişlemesine, aklının tekâmülüne ve duygusunun incelmesine neden olan eğitimin, endüstrinin elinde oyuncak olması, kâr aracı haline gelmesi kelimenin tam anlamıyla dramdır.
Eğitim endüstrisi, insanın sanatsal yönünü geliştiren eğitime değil; hayatı yaşamamıza, gerçek ihtiyaçlarımızı karşılamamıza yarayan öğretime de müdahale etmekte, bilginin namusunu kirletmektedir. Çünkü bu eğitim ve öğretimle insanın sömürülmesi çeşitlendi ve arttı; sermaye de, hayatı darmadağın etti. Bu nedenle artık “Cihan, şu veya bu kıymetin değil de, bizzat kıymet hükümlerinin çivili bulunduğu can evinden, ruhundan hastadır.” Ve bu hastalığa şifa olarak: Eğitimi ve öğretimi kültürümüz üzerine yükseltmek; endüstrinin öldürmesine inat, Sezai Karakoç’ta ifade bulan “Diriliş” neslinin ödünsüz müridi olarak kalmak olduğunu haykırmak gerekir. Sadece haykırmak değil, eğitimimizi bu minval üzere kurgulamak gerek.