,
Ali ÖZKANLI
Bilmek; düşünce dünyasından en iyi şekilde beslenmektir. Beslendiğimiz bilgileri en iyi şekilde kullanarak geleceğimizi emanet edeceğimiz gençleri en mükemmel bir şekilde yetiştirmek zorundayız. Bu açıdan eğitim davamız en kutsal davamızdır. Ülkenin geleceği ancak faydalı günün şartlarına uygun bir eğitimle mümkündür.
Sağlıklı eğitimin olması için sağlam bilgiye ihtiyacımız var. Bileceğiz, tanıyacağız ve yapacağız. Yaşadığımız âlemi acaba ne kadar tanıyoruz? Kâinatın 9 milyar yıl önce başladığını, çiçeklerin 7 renginin güneşteki 7 rengin kırılmasıyla oluştuğunu, insanoğlunun beyninin ancak % 7’sini kullanabildiğini, milyarda 5 görüp milyarda 5 işittiğimizi, atomun yapısından, kâinatın genişliyor olmasına, denizdeki iki suyun birbirine karışmadığına, kainatın yaratılışında ses, fonetik ve müzikal bir yapıda olmasına, maddenin ışınlamasına, ses, ışık ve görüntü nakline kadar daha sayısız örnekleri sıralamak mümkündür. Devamlı araştırarak, öğrenmek ve düşünmek zorundayız.
“Eğitimin özü, ruhu, bel kemiği öğretmendir. Ne kadar okul yaparsak yapalım, okulların içini ne kadar öğrencilerine adamış öğretmenlerle donatamazsak çektiğimiz bütün emekler boşa gider ve ikide bir sistem değişikliği yapmak zorunda kalırız. Bu sebeple, yapılması gereken ilk iş öğretmen yetiştirme kurumlarında köklü değişikliklere gitmek olmalıdır. Bugünkü haliyle ne eğitim fakülteleri, ne de pedagojik formasyon eğitimi ile idealimizdeki öğretmen tipini yetiştiremeyiz. Osmanlı’da, devlet işlerinde görev alacak kişilerin yetiştirildiği “Enderun Mektebi” benzeri bir altyapı geliştirilebilir. Bu mektebe, yurdun dört bir köşesinden zeki çocuklar seçilip alınır, özel olarak eğitildikten sonra devlet kademelerinde görevlendirilirdi. Osmanlı devleti 5 asır bu sistem sayesinde ayakta kalmıştır.
Aynı şekilde biz de ilkokulu birincilikle bitiren zeki çocuklar arasından her yıl 4-5 bin öğrenci seçerek onları özel olarak eğitsek, 10-15 yıl sonra eğitimi onlara devretsek, hiçbir gelecek kaygısı olmayan öğretmenler sadece bu kanaldan gelse yani öğretmenlik kurumu siyasi müdahalelerden kurtarılsa, eminim eğitim sistemindeki problemleri çözmek için en büyük adımı atmış oluruz.
Bir taraftan uzun vadeli öğretmen yetiştirme projemiz devam ederken diğer taraftan da eğitimde yapılacak büyük reformun zeminini oluşturacak çalışmalara da başlamalıyız ki bu konuda gözden geçirilmesi gereken uygulamaların başında zorunlu eğitim gelir. Zorunlu eğitim bir an önce 8 yıla düşürülmelidir. Bir öğretmen olarak bizzat yaşayarak gördüm ki öğrenmek istemeyen öğrenciye bir şey öğretmek kadar zor bir iş yok. İlkokuldan itibaren öğrenciler meslekî eğitime yönlendirilerek meslekî eğitim bir şekilde teşvik edilmelidir. Öğrenci hangi mesleği seçmişse bizzat o işin ocağında olmalı. Kitabî bilgilerle meslek öğrenilmez.”
Nurettin Topçu’ya göre, bir milletin ruhunu yapan maariftir. Maarifin olmaması milletin ruhunun olmaması demektir. Maarif hangi yönde ilerlerse, milletin ruhu da o yönü takip eder. Maarif kelimesiyle aslında, bilgiye irfan boyutu katan bir eğitim anlayışını kast etmektedir… (Topçu, 1997, s.27).
Maarif, böyle bir şuuru kazanmaya yardımcı olmalıdır. Kendi geleceğine yön verebilen her milletin kendi tarih bilincine bağlı olan, kendine has bir eğitim anlayışı vardır. Bu anlayış, nesilden nesle aktarılarak temel esaslar korunur. Kendi özüne bağlı biçimde ilerlemeleri takip etmek ve yeniliklere katkıda bulunabilmek özünü korumayı mümkün kılar. “Şüphesiz, ruhumuzun bütün bölümlerini işleyip değerlendirecek olan büyük bir maariftir. Maarif, yalnız mekteplerde okutmak ve okuyanlara bir takım bilgiler vermek değildir. O, bir milletin bütün halinde, düşünme ve yaratıcılık sahasında seferber edilmesidir. Başka bir deyimle maarif, bir cemiyetin düşünüş tarzının, kültürünün ve ideallerinin cihazlanmasıdır” (Topçu, 1997, s.78)
Topçu, eğitimi bir milletin bütüncül biçimde gerçekleştireceği bir düşünme ve üretme faaliyeti olarak görmektedir. Kendi öz değerleriyle bağlantılı bilme ve yoğrulma süreci olarak gördüğü eğitimi, sadece bilgi aktarım faaliyetleri olarak görmeye şiddetle karşı çıkar. Bir toplumun düşünme biçimi, kültür ve ideallerinin ete kemiğe bürünmüş biçimi olarak gördüğü eğitimi aynı zamanda büyük bir görev sorumluluk bilinciyle çalışma farkındalığını kazanma çabası olarak da telakki etmiştir. Bu faaliyetler en üst düzey dikkat ve uyanıklık halinde, adeta hayatta kalma mücadelesi gibi ciddiyetle gerçekleştirilmelidir. Çünkü eğitim veya maarif anlayışı, bir milleti diğerlerinden farklı kılan ve hayatiyetini devam ettiren ruhu gibidir. Eğitimde uzmanlaşmanın ısrarla üzerinde duran Topçu, “Asrımızın, ihtisas asrı olduğu ve bütün ilim kollarında keşiflerin günden güne çoğaldığı su götürmez bir realite iken, ilkokulun dördüncü sınıfından lisenin son sınıfına kadar dersleri birbiri üzerine yığıyor ve her birini döne döne tekrar ediyoruz” (Topçu, 1997, s.87) diyerek aslında belirli konularda ihtisaslaşmak gerektiğini ifade etmiştir. Çok farklı içeriklerdeki derslerin küçük yaşlardan başlayarak zihinlere adeta boca edilmesine karşı çıkmıştır. Topçu, “Her telden biraz çalmak, pek sathî ansiklopedik bilgilere sâhip olmak insanı derin tefekküre ısındırmaz (Topçu, 1997, s.88
Nurettin Topçu’ya göre eğitimin temel unsuru öğretmendir. Öğretmen, gençlere bilmediklerini öğreten bir nakledici değildir. Bu iş kitabın işidir, bilmediklerimiz hep kütüphanelerde bulunmaktadır. Her sahada yalnız bilinmeyeni bilmekle eski devrin tahsili elde edilir.” (Topçu, 1997, s.60).
Öğretmen sadece bilgi aktaran değil bilgiyi hazmetmiş ve hayatına aksettirmiş canlı bir örnektir. Kendi örnekliğiyle öğrencilerine aklını kullanabilmeyi, düşünebilmeyi, fikir beyan edebilmeyi öğreten bir rehber olmalıdır. Aksi halde sadece kuru bilgi aktarımı bu gayeye hizmet etmez. Muallimliği tüccarlıktan ayıran Topçu, maaşın azlığına veya çokluğuna bakarak bu mesleğe kıymet vermenin, mesleğin ehemmiyeti ve kutsiyetini idrak edememek anlamına geldiğini ifade edip bu işin para değil “ruh” işi olduğunu ısrarla belirtir (Topçu, 1997, s.60).
Öğretmenliği bir adanmışlık mesleği olarak gördüğü için kendini gerçekten bu mesleğe adayan insanların gözünde maddiyatın ehemmiyetsiz olduğunu anlatmaya çalışır. Çünkü gerçekten adanmak demek, mesleğe canı gönülden bağlanmak ve aşk ile çaba sarf etmek demektir. “Muallim, ruhlar sanatkârıdır” diyen Topçu, öğretmenin derin birikimiyle toplumun her kesimine doğruluk ve dürüstlüğü ilke edinerek yaşamanın örnekliğini sunacak nitelikte olması gerektiğini savunur (Topçu, 1997, s.62).
Topçu; eğitimi ve öğretmenliği okul ve öğrenciyle sınırlı tutmayıp hayatın her alanında sorumluluk sahibi olmayı gerektiren zor bir görev olarak görmektedir. Bu kadar zorluğu öğretmene yüklemenin gerekçesini ise her insanın mutlaka bir öğretmenin elinden geçmiş olmasına bağlar. Topçu, insanların ruhunu yoğuran, mesuliyetleri çok fazla olan muallimin nasıl bir insan olması gerektiğini ve hangi özelliklerinin olduğunu şöyle sıralar:
1) “Her şeyden evvel muallim, hayatımızın sahibi olmaktan ziyade sanatkârıdır. Kullanıcısı değil, yapıcısıdır. Seyircisi değil, aktörüdür. O, en doğru, en güzel hayat örneğini yapar, hazırlar, bize sunar; biz yaşarız.” Öğretmen bu anlamda rol modeldir. Hayatın en anlamlı ve ideal halini sunabilen kişidir.
2) “Muallim, geçeceği yol bütün engellerle örtülü olduğu halde, buna tahammül etmesini bilen, tahammül etmesini seven bir idealisttir.“ Öğretmen her türlü zorluğa göğüs geren, hata ve kusurları ısrarla düzeltmeye devam eden, idealist bir insandır.
3) “Muallimlik sevgi işidir, ruh sevgisidir. Ruhun ulvî olan isteklerine nefsinden her şeyi feda eden sevginin, ferdi ulaştırdığı örnek insan mertebesidir.” Yaşantısıyla örnek olan öğretmen, her zaman ideale yaklaşma çabası içinde olmalıdır. Bu durum sıra dışı fedakârlık ve özveri gerektirir.
4) “Muallim, hepimizin her an muhtaç olduğu doktordur. İman ve anlayış vasıtaları ile bizi tedavi eder.” Sağlam bir inanç ve bilgi temeli olan öğretmen, adeta bir doktorun bedeni tedavi etmesine benzer biçimde ruhun mustarip olduğu hallere manevi merhem sürebilendir.
5) “Muallim, sahip olduğu bu mesuliyetle içimizde en fazla hür olan insandır. Çünkü mesuliyetimiz, hürriyetimizin kaynağıdır” (Topçu, 1997, s.66-68).
Okulda öğretileceklerin de mutlaka öğrencilerin yaş ve seviyelerine uygun olması, çok fazla içerikle zihinlerin gereksiz yere meşgul edilmemesini savunduğu anlaşılmaktadır. İnsanın gerçek hayatında işine yarayacağı, yeteneklerini geliştirmeye yardımcı olan, hayatı kendi kişilik özelliklerini de dikkate alarak tanımaya yardımcı olan bilgiler seçilerek öğretilmelidir.