GİRİŞ
Gençliğe Necip Fazıl açısından bakmanın farklı olacağını, farklılıklar getireceğini düşünüyorum. Gençlik şüphesiz her devirde, her dönemde bütün toplumların, milletlerin ilgi odağıdır. Bir milletin, devletin geleceğidir. Gücüdür. Bu yüzden onu dikkate almadan yapılacak planlar, üretilecek siyaset, dizayn edilecek eğitim düşünülemez. Böyle bir gerçek, gençliği sürekli ilgi odağı haline getirir. Dolayısıyla gençlik her devirde, bütün toplumlarda, devletlerde en önemli meselelerin başında gelir. Ve bütün yönleriyle, ruhi yapısından, iktisadi, siyasi yönüne kadar derinliğine inceleme ve araştırmalara konu edinilir.
Niçin bu hassasiyet, bu ilgi?
Çünkü gençlik çağı, insanoğlunun sahip olduğu en önemli, en kıymetli değerlerin var olduğu çağdır. İnsan bu çağda adeta bir enerji deposudur. Dinamizmi alabildiğine canlı ve akışkandır. Sağlığı, sıhhati son derece mükemmeldir. Ne çare ki bütün bu güzellikler kısa bir dönem içindir. Bu dönem genellikle 15-25 yaş civarını kapsar. BM Örgütü de gençlik çağı olarak bu yaşlar arasını kabul eder. Bu kısa dönem hızlı değişmelerin etkisiyle de adeta anlaşılamadan, şuuruna hakkıyla varılamadan gelip geçer. Öyleyse bütün mesele bu dönemi boşa harcamamaktır. Esefle vurgulamak gerekir ki bugün bu çağ, bu çağın değerleri boşa harcanmakta, israf edilmektedir. Bütün bu değerler, enerji, sağlık, zaman, güç, çile çekme hassası, ideal uğruna sabır, inançta direnme, gayret heder edilmekte. Nice tuzaklar, engeller, oyunlar gençleri kabza-i teshirine almakta, bir ömür boyu oyalayıp harcamaktadır.
Bu tereddi dünya çapında ve oldukça tahripkâr. Ancak bundan en fazla zarar gören, acı çeken ülke sanırım bizim ülkemiz. Çünkü gençlikteki düşüş, kayboluş, irtifa kaybı en derin anlamıyla Müslüman Türk gençliğinde tecelli eder. Alparslan’dan, Fatih’ten, Yavuz’dan başlarsak bir ideali için, İslam için hayatını tereddütsüz adayan, yüce bir medeniyete, imparatorluğa, nice çilelere, fedakarlıklara katlanarak vücut veren o gençlikten geriye bize ne kaldı? Zebunkeş, nefsinin zebunu bir gençlik. Ve ne o devletten ne de o medeniyetten bir eser.
Bu çalışmada Necip Fazıl açısından merkezde gençlik olmak üzere bahsi geçen şu meseleler de irdelenecektir. Tabii Necip Fazıl başlı başına bir imkân. Bunun iyi anlaşılması ve değerlendirilmesi gerekir. Öyleyse konumuza geçebiliriz:
Necip Fazıl’ın Dünyasında Gençlik
Gençliği ele almadan önce, Üstad iki mühim hususa dikkat çeker. Dünyanın içinde bulunduğu manzara ve ülkemizin manzarası. Gerçekten, şartlar, içerisinde bulunulan durum çarpıcı özellikleriyle resmedilmedikçe, anlaşılmadıkça, sağlıklı bir hareket tarzı tayin edilemez. Bunun için önce manzaralar:
Dışımızdaki Dünya’nın Manzarası
Bugün dünyada gerçek manada bağımsız devlet adedi bir elin parmak sayısını geçmez. Geri kalanlar İbn-i Haldun’un tabiriyle “Vassal” bağımlı devletlerdir. Dünya ciddi bir bunalımdadır. Çünkü “güç” hükümfermadır. Gücün hakimiyeti ezilmeyi, dışlanmayı, sürgünü, milletlerin, devletlerin sömürülüşünü, düzenlerin alt-üst oluşunu, kanı ve gözyaşını getirir.
Bu, dünden, geçmişten bugüne intikal eden mirasın sonucudur. Bir bakıma Ceddimizin günahını taşıyoruz. İslam Medeniyetini kaybetmenin, onu üç asır temsil eden Yüce Devleti inkıraza götüren oluşuma katkıda bulunmanın günahı. Üstad “kaybedilen nurdur, ruhtur. Bu yüzden bugün İslam davasını hakkıyla temsil eden şahıs, zümre, toplum, devlet kalmamıştır” der.
Nurun, ruhun kaybı Tanzimatla başlayıp Cumhuriyetle zirve yapar. Bu çöküş bütün şahıslara yansır. İlimde, irfanda, adalette, ahlakta bir başkasına, batıya, güce inkıyat başlar ve gözler hep kapıdadır: Batı ne der! Önce düvel-i muazzama, sonra düvel-i Amerika. Bu dışa bağımlılık giderek tam bir teslimiyete dönüşür. Ve Avrupa, Amerika vs. bizlere rol ve statü biçer. Böylece üç asırdır gözümüz dışarda ve model aramada. Taklit edilen her güç, millet seni kendine benzetme sevdasında. Seni senden çalmakta, kendi modelini dayatmakta. Maksadı açık ve büyük: Senin gelişmeni, bir dünya gücü olmanı önlemek. Sudan bahanelerle bütün güzelliklerin, atılımların, kalkınmanın önünü kesmek. Ve nihai amaç ülkeyi harabeye çevirmek. Asırlardır bu kıskacın içindeyiz. Bugün topyekûn batı cenahının icra ettiği budur. Hollandalısından Yunanlısına hatta bazı dost bilinenlere kadar üzerimizde hesabı olanlar bu cephededirler.
Islahatlarla başlayıp devrimlerle devam ettirilen, nihayet kapıkulu seviyesine kadar indirilen bu milletin macerasını Üstad insana, insandaki tereddiye göre ele alır. Ve milletimizin, devletimizin yedi asırlık hayatını nazım rolünde bulunan insanın kalitesine göre dört ana devrede mütalaa eder:
“Pir Sultan’ım yaratıldım kul deyi
Zalimlerin elinde mi öl deyi?”
Bu gaflet bundan doğan zulüm bir medeniyete, bir Yüce Devlete mal oldu. Dolayısıyla batı köleliğine. Ama kaba softa ham yobaz ne gafletinin ne de zulmünün şuurunda.