Abdulbaki Değer
“Bizim gerçek bir orientationa ihtiyacımız var. Yani, bir insan kendisinin değişen dünya içinde olduğunun farkında değilse, o zaman gerçekleri de objektif bir şekilde algılayamaz. Böyle bir insanın ne geçmişin hatırasına sahip çıkması mümkündür, ne de gelecek için doğru dürüst bir orientation, bir hedef tayin etmesi mümkündür.” Şahin Uçar Hoca’dan naklettiğim bu sözler nasıl yerinde, nasıl çarpıcı! Kendinizi, içinde bulunduğunuz şartları bilmezseniz gerçeklikle temasınız olmaz. Gerçeklikle temasın olmadığı yerde gerçekliği “inşa etmekten”, gerçekliğe “yön vermekten” bahsedemezsiniz, bahsetmemelisiniz.
Türkiye’de bahsediliyor. Hayli de alıcısı var açıkçası. Yeter ki iddialı cümleler kurun, ağdalı bir retorikle konuşun. Malesef bu durum sahte bir varoluşa dönüştü. Gerçeklikle irtibatımızı yitirdik. Böyle olunca hayattan gelen herhangi bir dönütün anlamı da kalmıyor. Ne tür bir hayat yaşadığımızdan bağımsız olarak konuşuyoruz. Kurumsal ahlak, adalet, özgürlük vs. gibi tüm alanlarda gerçekliğe karartma uygulayan bir dille konuşuyoruz. En objektif değerlendirilebilecek konuşma; olumsuz duruma bir gerekçe ile karşılık verdiğinde bunun çözüm için yeterli olduğunu düşünüyor. “Ekonomi çok kötü, on milyonlarca dar gelirli insan ağır ve tahripkar koşullarda yaşıyor” denildiğinde karşılık olarak “küresel kriz var” vs. gibi açıklamalar ileri sürmenin soruna ilişkin çözüm olduğu düşünülüyor. İHA’dan, SİHA’dan örnek veriliyor. Eğitimdeki vaziyetin Osmanlı son döneminden bugüne çizilen bir şablon üzerinden şaşmadan yol aldığını söylüyoruz karşılığında bildiğimiz eğitim klişelerini duyuyoruz. Anlamlı bir eğitimin mevcudiyeti için değişen dünyadan, bu dünyayla birlikte farklılaşan bizden haberdar olmak gerekiyor. Bu, herkesin kayıtsızlıkla dile getirdiği bir değişim-dönüşüm ezberinin ötesinde bir şey. Müşahhas olarak eğitim-öğretim bahsinde değişen dünyanın farkında olmak demek mevcut yürürlükteki düzenin, düzeneğin anakronik bir yapı olduğunun bilincine varmak demek. Bu yapının dayandığı ekonomik, siyasal, teknolojik, felsefi-ideolojik dayanaklarının köklü bir değişim geçirdiğinin şuurunda olmak demek. Değişen dünyanın farkında olmak demek sadece çözülen dünün otopsisinin yapılmasıyla sınırlı değil. Aynı zamanda bugünün de röntgeninin çekilmesi demek. Bugünün nev’i şahsına münhasır hususiyetlerinin neler olduğunun farkında olmak demek. Siyasal, ekonomik, sosyo-kültürel, felsefi-ideolojik gerçekliğin ve şüphesiz bu gerçeklik karşısında sizin varlığınızın ve konumlanışınızın ne olduğunun bilincinde olmak demek.
Bütün bu hususlarda bırakın anlamlı bir politika üretmeyi doğru dürüst konuşmayı-tartışmayı bile yapmadan, yapamadan maariften, maarif davasından, medeniyet atılımından bahsetmek mümkün mü? Bu tarz bir konuşmanın, tartışmanın ciddiyeti kabul edilebilir mi? Konuşulması-tartışılması gereken hiçbirşeyi doğru dürüst yapmadan, bu konuşmanın-tartışmanın asgari gereksinimlerine bile kayıtsız kalarak gençlikten, nesil yetiştirmekten, yarınları fethetmekten bahsedilebilir mi? Eğitim-öğretim faaliyeti ile yaşadığımız hayat arasındaki bağı bile kurmaktan aciz bir eğitim-öğretim diliyle Şahin Uçar Hoca’nın ifadesiyle “gerçek bir orientation’ ihtiyacımıza cevap verilebilir mi? MEB bürokrasisisnin en tepesindeki isimler, Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu üyeleri, YÖK temsilcileri ile sokaktaki sıradan insanın eğitim-öğretim konuşmaları arasında nitelik farkı yok, seviye farkı yok. Hepsi eğitimin önemli olduğundan, eğitimde başarısız olduğumuzdan bahsediyorlar.
Ciddiyetsizliğimizin, cehaletimizin, kayıtsızlığımızın neredeyse en büyük ihanetleri bile gereksiz kılacak büyüklükte olduğunu görmek durumundayız. İçinde yaşadığımız dünyanın sarsıcı gerçekleri bizi yüzleşmeye çağırıyor. Yeni bir eğitim-öğretim sezonunu daha bitirdik. Ne konuştuk, ne söyledik gerçekleşen şey ne oldu? 50 yıl, yüz yıl öncesinden farklı olan ne vardı? Önümüzdeki yıllarda farklı olacak ne var? Varsa niye farklı olacak? Nasıl farklı olacak? Farklı olmasına kim, nasıl karar verdi? İflas eden paradigma mı değitirildi, alternatif bir pedagoji mi iş başında? Devlet yapılanmamız, devlet-toplum ilişkimiz insanı insana kul etmekten, insanı namerde muhtaç etmekten alıkoyan ilke ve değerler ekseninde köklü bir yapılanma mı geçirdi? Eğitimin okuldan-mektepten önce bir toplumsallaşma-kültürlenme faaliyeti olduğu dolayısıyla sosyal hayatın organizasyonuyla hayati bir ilişkisi olduğu bilinciyle konuşmalar, iş ve işlemler yürütülüyor mu? Nasreddin Hoca’nın
Türkiye’nin tarih dışı bırakıldığı tespiti yapılırdı eskiden. Bu tespitin belirli açılardan doğru olduğu da söylenebilir. Ancak bugün görmemiz gerekiyor ki tarih dışına bırakılmış olanların tarihe girmek çabasını, isteğini görmediğimiz gibi tersine tarih dışında zamanın-zeminin zorlamalarından bağımsız bir kayıtsızlıkta yaşam sürmenin konforunu sorumlu bir varoluşa canı gönülden tercih ettiklerini görüyoruz, yaşıyoruz. Böyle bir durum yokmuş gibi davranmanın, Allah’ın bildiğini kuldan saklamanın bir gereği yok. Bizatihi kendi varlığının anlamlı bir keyfiyete dönüşmemesi için işbaşında olan mevcut yapılanmayı temellük etmede sıkıntı görmediği gibi aynı yapılanmayı yukarıda da belirtildiği gibi dayandığı tarihsel-toplumsal koşulları, bu koşulların geçirdiği başkalaşımı fark etmeden bugüne giydirmeye çalışmak dünün güneşinde bugünün çamaşırlarını kurutmaya çabalamaktır. Bu sadece bugünü berbat etmek değil aynı zamanda yarından da kendini mahrum bırakmaktır.