Hepimizin dostları vardır. Dost, hava gibi, su gibidir… Derdinize derman, yaranıza merhemdir. Dost, ufuktur; en fırtınalı zamanlarda sığınılacak huzur ve sükûn limanı. Dost, desttir; yani el. Dost, el veren, elini sakınmadan taşın altına sokabilen, hiç yüksünmeden elinizi tutabilen. Evet, güvenle elimi uzatabildiğim, elinden tutabildiğimdir dostum.
Bir gün ünlü bilge Zunnûn-i Mısrî’ye sormuşlar; “Kiminle sohbet edelim?” diye. Demiş ki, “O kimseyle ki, mülkü bulunmasın, hiçbir halini inkâr etmesin, ona karşı ne kadar fazla değişirsen değiş, sana karşı değişmesin. Zira dosta en çok muhtaç olduğun zaman, en fazla değiştiğin zamandır.”
Dost, siz değişseniz de size karşı değişmeyen… Yukarıdan bakmayan. Sizi olduğunuz gibi kabul eden. Hatalarınızla günahlarınızla kabul edip, size sabrı tavsiye eden ve sizi doğru yola eriştiren.
Yine bir başka günde, başka bir topluluk içinde aynı soruyu sormuşlar Zunnûn-ı Mısrî’ye. Bu sefer demiş ki: “Öyle kimseyle sohbet edin ki, arada “ben” ve “sen” olmasın.” “Ben” ve “sen” nitelemelerinden nasıl kurtulabiliriz? “Ben” ve “sen” kaydı olmayan gerçek dost kimdir?
Sizler bu sorular etrafında düşüne durun ben Mısrî’yle yolculuğuma devam ediyorum. Mısrî’ye yine bir gün “kimin sohbetinde bulunalım?” diye sormuşlar. Bu sefer, “Öyle birinin sohbetinde bulun ki, zâhirinde selâmet bulasın, onu görmek sana Allah’ı hatırlatsın.” demiş. Allah’ı hatırlatan dost! Sadece içiyle değil, dışıyla da sizi selamete, barışa ve güvene ulaştıran…
Dost! Ya dost…
Yunus Emre’m oradan sesleniyor:
Ben bende buldum çün Hak’ı şekk ü gümân nemdür benüm
Ol dost yüzin görmez isem bu gözlerüm nemdür benüm
Çıkılan yolculuk, “ben bende buldum” hakikatine bizi ne derece eriştirecek; şüpheden, laf u güzaftan ne derece “içimizdeki gözü” açıp dostu görmemizi sağlayacak? Bu bilinmez tabi. Ama görünen o ki, Yunus olup şu soruyu sormak da gerek: “Eğer o dostun yüzünü göremezsem, bu gözlerim “nemdür” benim?” Burada tabi, nem kelimesini şair iki anlamda kullanıyor. Evvela nemdir derken, “neyim oluyor ki?” diye soruyor. Demek istiyor ki, göz dostu görmek için vardır. Kulak, onu duymak için. El ona dokunmak için. Eğer ben onu göremiyorsam, bu gözü ne yapayım? İkinci olarak da, “nemdür” derken bizzat, nemli yani yaşlı olduğunu söylüyor. Dostumu göremiyorum, o yüzden ağlıyor, ah u figân ediyorum.
Ağlıyorum… Ağlıyorum. Gözlerimden yaşlar akıyor. Dost hasreti, insanı ağlatır. Ağlatmalıdır. Gözyaşı rahmettir; akmalı. Akmalı ki, dostu görmeye bir iştiyak, bir arzu peyda etsin. O dostu görmeye gidiyoruz. Biz değişsek de, bize karşı değişmeyen ve daima merhametiyle, şefkatiyle bizi kuşatan, koruyup gözeten dostu… Evet, sen ve ben kaydıyla bakmayan, bizi olduğumuz gibi kabul eden dostu görmeye. Bu nasıl bir görüş? Bir duyuş, bir idrak, bir hissediş…
Evet, dosta gidiyoruz.