Madde boyutundan bakıldığı zaman insanın en değerli hazinesi sağlıktır. Sanırım gerekçeler göstererek bunu tartışmanın bir anlamı yok.
Sağlığın önemine binaen doktorluk mesleği de neredeyse insanlığın ömrüne yakın bir geçmişe sahiptir. Geçmişteki büyük bilim adamlarını sayarken aralarında doktorları anmadan geçemeyiz.
Sağlığımız ne kadar önemliyse doktorluk mesleği, dolayısıyla doktorlar da o kadar önemlidir. Bu söylem klasik bir gerekçedir, doğrudur ve hep doğru kalacaktır. Öyleyse doktorluk mesleğinin önemli olduğuna, saygınlığının korunması gerektiğine vurgu yapmaya neden bugün ihtiyaç hissetmiş olabiliriz.
Geçenlerde bir emekli psikiyatrist abimizle sohbet ediyordum. Bana çalıştığı devlet hastanesindeki yoğunluktan bahsediyor ve diyordu ki:
“Neydi o günler! Neredeyse üç dakikada bir hasta bakıyorduk. Ama Allah’a şükür pek hata yapmıyorduk. Hasta kapıdan girerken tanısını koyacak hâle gelmiştik.”
Psikiyatri’de değil, tüm branşlarda bazen insan o hâle gelebiliyor. O hâle gelebiliyor da bu, günlerle, aylarla olmuyor.
Bilirsiniz, ülkemizin yıllardır en gözde mesleği doktorluktur. En zeki ve çalışkan insanlarımızın çoğu üniversite sınavlarında tıp fakültelerini seçerler. Bu seçimin başarıyla sonuçlanması için hazırlıklar ta ilkokul yıllarından başlar. Gecenizi gündüzünüze katarsınız, oyunlarınızdan, eğlencelerinizden, istirahatlarınızdan kısarsınız; hani derler ya at gibi koşturursunuz, işte öyle çalışırsınız; iyi bir liseye, ardından tıp fakültesine girersiniz. Temponuzda hiçbir değişiklik olmaz, hatta artar. Seneler geçtikçe rahatlayacağınızı düşünürsünüz, bu sefer önünüze tıpta uzmanlık sınavı gelir. Daha çok çalışırsınız, asistanlığa başlarsınız. Onun ardından yine sınav vardır. Kariyer yapacaksanız o yönde, sahada olacaksanız o yönde, hep yüksek bir tempoda çalışırsınız. Emekli oldum, inanın şu anda daha fazla çalışıyorum.
Öyleyse bu insanlar neden seçiyorlar bu mesleği? Keşke bu soruyu sormaya iten faktörlerle karşı karşıya kalmamış olsaydım… Onlarca yıldır kendime “Bugün üniversite sınavına giriyor olsaydım hangi mesleği seçerdim?” sorusunu sordukça her seferinde “Yine doktorluğu seçerdim.” derken nedense artık cevabımdaki netliğim kaybolmaya başladı.
Bugün doktorlara olan şiddetten bahsetmeyeceğim. Haberlerde doktora şiddet deyince bazen eleştirel yaklaşıp “Sanki diğer mesleklerde olanlara şiddet uygulanmıyor mu?” diye sorarım. İstemesek de maalesef şiddet her yerde hayatımızın bir parçası oldu. Doktorlara uygulanan şiddeti de diğer meslek mensuplarına uygulanan şiddeti de şiddetle kınıyorum.
Bugün doktorların ne gibi ağır şartlarda çalıştıklarından bahsetmeyeceğim. Elbette başka mesleklerde de ağır şartlarda çalışan pek çok insan vardır.
Bugün doktorların maaşlarındaki tatminsizliklerinden bahsetmeyeceğim. Günümüzde gelirinden tatmin olan kaç kişi görebilirsiniz ki!
Bugün insanların gözünde doktorların nasıl küçük düşürüldüğünden, insanların yerine göre doktorlara nasıl tepeden bakmaya başladığından bahsetmeyeceğim.
Bugün gereksiz hukuki süreçlere maruz bırakılan doktorlardan, suistimal değil, ama mesleğin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan sorunlardan dolayı cezaya çarptırılan doktorlardan bahsetmeyeceğim.
Bugün bilimsel ve teknolojik gelişmelerin doktorların başına getirdiği yükten bahsedeceğim. Bilim ve teknoloji hayatımızı kolaylaştırmıyor mu diyeceksiniz hemen. Hizmeti alanlar açısından öyle, ama hizmet verenler açısından her zaman öyle olmayabiliyor.
Şimdi bir göz doktoru gözüyle bakalım. Önceleri sadece anatomi vardı. Gözün katmanlarına, damarlarına, sinirlerine bakar, normalden olan değişkenliklere göre tanı kordunuz. Bunun için iyi bir anatomi bilgisine ihtiyacınız vardı sadece.
Anatomik yapılar daha sonra büyütülerek incelenmeye başlandı. Yapıların dokularına, normal gözle görülmeyen katmanlarına, hatta hücrelerine indiniz. Bu sefer histoloji bilmek zorunda kaldınız. Ve tabi ki hastalıklı durumlar için patoloji.
Sonra yapıları incelediğiniz cihazlar değişti. Farklı cihazlara göre tespit edilen görüntüleri, bunların normal ve anormal şekillerini bilmek zorunda kaldınız. Düz grafiler, bilgisayarlı tomografi görüntüleri, manyetik rezonans görüntüleri, ultrasonlar…
Bunlara ek olarak göze yönelik her gün yeni bir görüntüleme cihazı üretiliyor ve bir anatomi kitabı yazar gibi bu cihazların tespit ettiği görüntülerin kitapları yazılıyor, sürülüyor piyasaya. Sonra bunlar da yetmiyor, her gün üzerine yeni gelişmeler ekleniyor. Sonu olmayan bir gidişat.
Ne demek istediğimi sezer gibi oldunuz, değil mi? Son gelişmelere göre yetişen bir doktorun en başta bahsettiğim anatomi bilgilerini öğrenmeme, bilmeme gibi bir lüksü yok. Her yeni gelişmeyi bir öncekinin üzerine inşa etmek zorunda. Bu da şüphesiz doktorlara eğitim açısından yeni yeni yükler yüklemekte.
Bu yükleri işin içinde olmadan tahmin etmeniz çok zordur…
Bazen gece yarılarına kadar çalışmak, bazen hafta sonlarınızı mesailerinize dahil etmek zorunda kalırsınız. Bazen ülkenizin, bazen de dünyanın dört bir tarafında düzenlenen kongrelere, sempozyumlara, toplantılara katılmak zorunda kalırsınız. Belli eğitim sitelerini, güncel yayınları, kitapları takip etmek zorunda kalırsınız. Bunların hepsi için belli bir bütçe ve zaman ayırmanız gerekir. Bunlar filmlerde ve dizilerde gösterilen, çoluğuna çocuğunu yeterince zaman ayırabilen ideal anne ve babalar gibi olmakla yapılabilen işler değildirler.
İyi bir doktor bunların hepsini göze alır. Zamanından ve parasından harcamaktan yakınmaz. Doktorların çoğu yukarıda bahsi geçen pek çok konuda da oldukça toleranslı davranırlar, hoş karşılamasalar da karşılamış gibi yapmayı bilirler.
Ancak eminim ki hiçbir doktor kendisine vasıfsız işçi muamelesi yapılmasını hoş karşılamaz. Hepsi de saygınlığın bu mesleğin bir parçası olduğunu bilirler. Aşağılanmanın sadece onurlarını rencide etmediğinin, aynı zamanda meslekî uygulamalarından alacakları başarıyı etkilediğinin idraki içindedirler. Şüphesiz bu konuyu üniversite sınavına girerken tercih yapan gençlerimiz de değerlendirileceklerdir. Saygınlığını yitirmiş veya yitirmekte olan bir mesleği acaba hangi zeki ve çalışkan delikanlı veya kızımız seçmeye kalkar? Zeki ve çalışkan insanları doktorluğu seçmekten soğutursanız yarın sağlığınızı kime teslim edersiniz?..
Sayın meslektaşım
Ne yazık ki henüz mesleğin ilk yıllarında bir hekim olarak ben de yeniden üniversite sınavına girsem yine tıp fakültesi seçerdim diyemiyorum artık. Geldiğimiz nokta ıdealist gençlerin meslek aşklarının öldürüldüğü, bunun bedelinin ise yolun az ilerisinde yakın bir gelecekte tüm toplum tarafından ödeneceği bir noktadır. Hekimlik salt bir meslek değildir bir yaşam tarzıdır bana göre. Mesaisi yoktur fedakarlığı çoktur bilgi yükü derya deniz olmanın ötesinde okyanustur. Genç meslektaş adaylarım! Ne kadar iyi yüzme bilirseniz bilin sürekli kulaç atmanız gereken bir yerde takatiniz kesilecektir nihayetinde. Boğulmak isteyen buyursun birlikte keman sesi dinleyelim!!!
güzel ve açıklayıcı bir yazı olmuş emeğinize sağlık hocam.