DERSAÂDET YAZILARI- 21
Dr. Hasan YILDIZ
Seyahat gerekçesiyle Çin hükümetinden kızı için vize alan baba, 21 yaşındaki kızını yüksek öğretim görmek üzere Türkiye’ye uğurlamaktadır. Bir daha görüşememe ihtimalinin kesinliği yürekleri dağlıyordu. Baba, kızına sıkı sıkıya sarılarak bu ihtimâli hatırlıyor ve kızına gerekli tembihlerde bulunuyordu.
Geri dönme ümidinin zerresi bulunmayan bir hakikatin ortasında Türkiye’ye doğru yuvadan uçurulan Doğu Türkistanlı genç kız için planlanan ilk hedef Türkiye’de özel bir üniversitede İslâmî İlimler eğitimi almasıydı.
Yıl 2016. İnşaatı devam eden özel üniversite eğitim öğretim yılına hazır hâle getirilememiş, dolayısıyla Doğu Türkistanlı genç kızın eğitim görme hayali bir yıl ötelenmişti. Ancak o, koca bir yılın boşa geçmesini istemiyordu. Mısır’a gidip Arapça eğitim alma fikri hem zamanı değerlendirmek açısından hem de okuyacağı İslâmî İlimler için iyi bir fırsat olacaktı.
Zar zor denkleştirdiği uçak biletiyle Mısır’a giden genç kız burada Arapça dil eğitimi almaya başlar. Ancak üç ay sonra Çin istihbarat elemanlarının takibine takıldığını fark eder ve bin bir güçlükle uçak bileti temin ederek Türkiye’ye döner. Türkiye’ye dönmek için yaşadığı korkulu ve zorlu süreç tam altı gün sürmüştür. Türkiye’de özel bir üniversitede İslami ilimler tedris eder ve diploma almaya hak kazanır.
Görev yapmakta olduğum mekâna bir konuda bilgi almak için gelen Doğu Türkistanlı genç kız ayrıca bir devlet üniversitesinde uzaktan sosyoloji eğitimine başladığını ve birinci sınıfı bitirmek üzere olduğunu söyleyince herkese sorduğum o soruyu; “Sosyolojiyle alakalı temel kaynaklardan hangisini okuduğunu?” sordum. “İbn Haldun’un Mukaddime’sini okuyorum.” deyince şaşırmıştım.
Yaklaşık on sekiz yıldır görevim gereği ülkemizin değişik şehirlerinde sosyoloji mezunu olup başka alanlarda öğretmenlik yapan meslektaşlarımla karşılaştığımda yönelttiğim bu soruya ilk defa “İbn Haldun ve Mukaddime’si” cevabını almıştım. Büyük çoğunluk sorduğum soruyu mahcubiyetle cevapsız bırakırken çok az bir kısmı ise Emile Durkheim ya da Aguste Comte ismini zikrederek herhangi bir kitap okumadıklarını söylüyorlardı. Batılı sosyologların isimlerini sayanlara yönelttiğim “Sosyoloji alanında bizim kültür havzamızdan bir isim söyleyebilir misiniz?” sorusunun ise yine mahcubiyetle cevapsız kaldığına tanık oluyordum.
Yirmili yaşların sonuna yaklaşan yeni evli genç kıza Doğu Türkistan’ı sorduğumda yüzünün rengi soldu, gözleri yaşardı ve titrek bir sesle toplama kamplarından bahsetti. Yeraltı zenginliklerinin bol olduğu Doğu Türkistan’da Müslüman gençlerin pamuk tarlalarında ucuz iş gücü olarak nasıl kullanıldığını anlattı.
Genç kız Doğu Türkistan’dan ayrıldığı günden beri ailesiyle telefonla dahi görüşemediğini ve ailesinin ne durumda olduğunu bilmediğini belirtti. Ailesiyle telefonlaşması halinde hem kendisinin hem de ailesinin zor duruma düşeceğini, Çin istihbaratının takibine takılma ihtimalinin bulunduğunu ağlamaklı ses tonuyla anlatmaya çalıştı.
Doğu Türkistan’da dinî eğitim kapsamında ancak geceleri gizlice Kur’an eğitimi verilebildiğinden ve ailelerin özellikle kız çocuklarına hafızlık yaptırdıklarından bahsetti. Kendisi de hafız olan genç kız tefsir alanında ihtisas yapmak istediğini söyleyince hangi tefsirleri okuduğunu sordum. İbn Kesir, Kurtubî, Beyzâvî ve Safvetü’t-Tefâsir’i tamamen okuduğunu söyledi. “Bizde İslâmî İlimler alanında eğitim görmüş ve diploma almış olanlardan kaçı bu tefsirlerden sadece birini okumuştur?” sorusu aklıma geliverdi.
Ülkemizin eğitim-öğretim sistemine getirilen eleştirilerin haklılığına ilişkin tartışmaları bir kenara bırakırsak Doğu Türkistanlı genç kız bize eğitim-öğretimin biraz da bireysel azim ve kararlılık işi olduğunu gayet açık bir şekilde göstermiyor mu?