Yıllar önce yatılı okul sıralarında- ortaokul ikinci sınıftı sanırım- yine bir akşam etüdlerinden birinde bir sonraki günün ödevlerini yapmış vaktin dolmasını beklerken ön sırada oturan arkadaşımın masasında bir kitap dikkatimi çekmişti. Şimdi ismini hatırlayamadığım Kemalettin Tuğcu’ya ait 476 kitaptan biriydi. Kitabı izin alıp okumaya başladım. Okumaya kendimi o kadar kaptırmıştım ki zilin çaldığını fark etmedim bile. Kitap sahibi olan arkadaş herkes gibi sınıftan bir an önce çıkıp hızlıca yatakhanenin yolunu tutmak çabası içindeydi. Bu yüzden elimden kitabı okumaya dalmış olduğumu umursamadan çekip aldı. Bir anda kendimi Kemalettin Tuğcu’nun hemen hemen tüm kitaplarındaki karakterlerin hissettiği duygular içinde bulmuştum.
Kitap okuma serüveni her çocuk gibi benim de Kemalettin Tuğcu kitapları ile başlamıştır. Mustafa Ruhi Şirin bu konuda Kültür ve Turizm Bakanlığı yayınları arasında çıkan “Kemalettin Tuğcu: Çocuklara Okumayı Sevdiren Yazar” adlı bir kitap kaleme almış ve Tuğcu’nun çocuklara kitap okumayı sevdiren yazarlar arasında olduğuna değinmiştir. Günümüzde de çocukların yaygın olarak okudukları birçok kitap bulunmakta, veliler ve öğretmenler çocukların kitap okumalarını teşvik etmek ve onlara kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için farklı yöntemler kullanmaktadır. Pedagoglar bu konuda en iyi yöntemin çocuğun sevdiği kitapları okumasına izin vermek olduğunu söyler. Yeter ki okuma alışkanlığı kazanılsın da nasıl kazanılırsa kazanılsın düşüncesiyle hareket edilen bu çabalar boşa çekilen kürekler olarak değerlendirilemez elbette. Bu alışkanlık yaş ve seviye ile orantılı olarak çizgi veya resimli kitaplarla başlar daha sonra görselin azalıp yazının ve farklı düşünce ve hayal dünyalarının yer aldığı yeni boyutlara geçer.
Neden Okuruz?
Okuma ihtiyacının temelde iki nedeni vardır: bilgi ve zevk. Bilgi bağlamında düşündüğümüzde yazarın ilettiği her türlü mesajı çözebildiğimiz sürece hedeflediğimiz bilgiyi elde ediyoruz demektir. Zevk veya eğlence amaçlı okumalar ise daha çok vakit geçirmek ve alışkanlık haline geldiği için kendimizi bir türlü alamadığımız okumalardır. Bu amaçla okuyan insanlar toplumda genellikle “okuyan insan” tanımına karşılık gelmektedir. Herkes kitap okumaktan zevk almayabilir. Ama bir tür yararlı alışkanlık diyebiliriz. Bazen bir kitaba başlayıp da okumadan yarım bırakanlara da şahit oluruz. Sebebi genelde kitaptan fazla hoşlanılmaması olarak değerlendirilir. Peki, başlayıp da yarısında okuma heyecanımızın bittiği bir kitabı okumadan yarım mı bırakalım? Bu konu da Mina Urgan Bir Dinazorun Anıları adlı kitabının bir bölümünde tatlı olmayan karpuzu yemekten vazgeçtiği gibi sevmediği bir kitabı okumaktan da vazgeçtiğinden bahseder.
Vazgeçip yeni okumalara başlamak elbette vazgeçilmemesi gereken bir konu olmalı. Yeter ki sevdiğimiz kitabı okuyalım. Okuyalım ki farklı konularda bilgi sahibi olalım. Okuyalım ki aynı konuda derinlemesine bilgi sahibi olalım. Okuyalım ki farklı kültürleri tanıyalım. Okuyalım ki kendi kültürümüzü iyi tanıyalım. Okuyalım ki farklı düşünce dünyalarının düşünce dünyamıza katkı sağlamasına fırsat verelim. Okuyalım ki kendi düşünce dünyamızı çok daha iyi anlayıp anlatalım. Okuyalım ki yazarak, yerinde ve doğru konuşarak, birileriyle paylaşarak, tartışarak ve hepsinden önemlisi üreterek tüketelim. Tabii bu özlü ve güzel sözler kulağa hoş gelmekte. Ancak okuma ürünü olan beklenti haline getirdiğimiz bu sözlerin eksikliğini toplumumuzda o kadar çok hissediyoruz ki bazen kendi dilimizde ve kültürümüzde bile anlaşmakta zorluk çekiyoruz.
Dil Öğrenirken Okuma
Her alanda okumanın okuyana kazandırdığı bir takım yararları vurgulamaya gerek yok. Dil öğrenme süreçlerinde de (ister ana dili öğrenirken ister yabancı dil) yapılan okuma etkinlikleri ve etkinlikler içerisinde kullanılan çeşitli teknikler okuyucuyu farklı açılardan besler. Dilin gıdası olan okuma ile biz, bize ait olan veya bizim olmayan bilmediğimiz onca şey öğreniriz. Özellikle yabancı dil öğrenirken okuma becerisinin kazandırılması konusunda çok fazla çaba harcanması gerekir. Okuma ve dinleme becerileri bilginin, verinin, dile ait olan her türlü sesli ve sessiz kaynağın geliştirilmesinde önemli iki beceridir. Yazma ve konuşma becerilerinin etkili kullanılmasında öncelikle okuma ve dinleme becerilerinin görevlerini yerine yeterince getirmiş olması beklenir.
Bir dilin anlamlı bir şekilde ifade edilecek hale gelebilmesi ancak yukarıda bahsi geçen dil becerilerinin kazanılmasıyla mümkündür. İyi bir dinleyici ve okuyucunun belli bir süre sonra iyi bir konuşmacı ve yazar olma potansiyeli her zaman vardır. Okuma olmadan bir dili tam anlamak, o dili sözlü ve yazılı olarak yerinde kullanmak, belli bir kelime dağarcığına sahip olmak ne yazık ki mümkün gözükmemektedir. Bu durum sadece yabancı dil öğrenenler için mi geçerli? Elbette değil. Ana dilinde var olan kelime ve kültürel ifadeleri bırakın kullanmayı, anlamaktan uzak olanların sayısı maalesef azımsanamayacak kadar çok. Çoğu kez İngilizce bir kelimenin Türkçe karşılığını söylediğinizde bile açıklama yapma durumunda kalabilirsiniz. Yirmili yaşlardaki üniversite öğrencilerine bundan kırk ya da elli yıl önce yazılmış bir yazıyı veya romanı okumalarını istediğinizde hem kelime hem de kültürel anlamda anlayamadıkları birçok durumlarla karşılaşmaları ne yazık ki kaçınılmazdır.
Dilde ve Kültürde Okuma
Dil eğitimcileri ana dilini iyi bilmeyenin bir yabancı dili öğrenmesinin çok fazla kolay olamayacağı konusunda hemfikir. Anadilinde kullanılan bir kelimenin, deyimin veya atasözünün gerçek anlamını bilmeden bunların hedef dildeki karşılıklarını öğrenmek veya öğretmeye çalışmak bazen öğretmenler için acınacak bir hal almaktadır. Bu nedenle anadilin yapısını ve o dile ait kültürel varlıkları iyi bilmek başka bir dili öğrenmek için önemli bir kıstastır. Okuma alışkanlığı açısından değerlendirdiğimizde ise ana dilinde okuma alışkanlığı olmayan birinin yabancı dil öğrenirken de okuma becerisi konusunda yetersiz kaldığı görülmektedir.
Cengiz Aytmotov’un eserlerini okurken kendini Anadolu topraklarında hissedebilmek, eserlerindeki kültürel ve sosyal yaşamın bir parçası olarak görebilmek kısaca o dili ve kültürü içselleştirebilmek sade bir okuma ürünü olmasa gerek. Bunun için dil ve kültür hazinelerinden eksik bir okumanın çok fazla etkili olamayacağını ve yazarın gönderdiği kodların çözümünde yetersiz kalacağını söyleyebiliriz. Kültür ve dil başka bir yazıda detaylı alınması gereken çok kapsamlı bir konu. Burada örneğini verdiğimiz usta yazar Aytmotov, kültür ve dili o kadar ustaca kullanmış ki bir anda kendinizi masalların, kahramanların, kahramanlıkların, çocuklukların, hayallerin, geleneklerin, coğrafyanın yaşandığı Orta Asya bozkırlarında bulabilir, kendinizden çok şey hissedebilirsiniz. Bu sade bir okuma ile üstesinden gelinebilecek bir konu olmayıp kültürün de dile hâkim olduğu, üzerinde saatlerce konuşulacak konuya bir örnek. Kemalettin Tuğcu ile başladığım okuma serüvenime Aytmotov’un Gün Olur Asra Bedel eserinde geçen Mankurtlaşma kavramının dil ve kültürel yabancılaşma üzerindeki etkisine dokunarak bitiriyorum. Annesi ile aynı dili konuşan bir evladın nasıl annesine ve toplumuna yabancı olduğunu anlatan sonu hazin biten bir dilin öyküsü. Kısaca dilde ve kültürde okuma(ma)nın öyküsü.
Prof.Dr. İsmail ÇAKIR