1963 yılında Yozgat'ta doğdu. İlkokulu köyünde okudu. Ortaokul ve liseyi 1982 yılında Kayseri Mimar Sinan Öğretmen Lisesinde tamamladı. 1986 yılında A.Ü. Eğitim Bilimleri Fakültesinden mezun oldu. Aynı yıl basın dünyasına adım attı ve TRT'de kameraman olarak çalışmaya başladı. 1990 yılından itibaren özel televizyonlara geçti ve yönetim kadrolarında çalışmaya başladı. Toplumcu bir anlayışla ve eğitimci gözlemleriyle denemeler yazmakta. Cami fotoğrafçılığı ve camileri tasvir eden yazılarına da devam etmektedir.
Aslında şu bereketli Ramazan ayında “yazma”ya ara verip “yazılma”ya odaklanmak lazım. Gel gör ki her zamankinden daha fazla yazı girmeye başladım bu günlerde. Bu da Allah’tan. Öyleyse “Dolana ay dolana / Dolana gün dolana” türküsü eşliğinde tatlı tatlı muhabbet edelim. Türkü bitince dertli dolap ilâhisine dikey geçiş yapacağız, unutturmayın.
“Nerede o eski Ramazanlar” dan ziyade “Burada şu yeni Ramazanlar” diyelim mi? Şimdiki zamana dair şahitliklerimizi buraya kaydedelim de belki gelecekte birilerinin işine yarar.
Bir kere gittikçe yalnızlaştığım/ız/ı hissediyorum. Her Ramazan bir öncekinden daha tenha sanki. Gece sahura kalktığımda balkona çıkıp etrafa bakınca her sene yanan ışık sayısı belirgin bir şekilde azalıyor. Gündüz sokağa çıkınca da etrafta Ramazan’a dair izlerin silinmeye başladığına şahit oluyoruz. Ramazan toplum hayatından çekilip gidiyor. Bu Ramazan bizim mahalleden çekilip giden bir ritüel daha oldu. Gece yarısı “dan, dan, dan” davul sesi duyulmuyor artık. Aslını sorarsanız buna sevindim. Bu gelenek öyle bir hal almıştı ki sanki orucun farzı veya sünneti gibi uygulanıyordu. Artık faydasından çok zararı olmaya başlamıştı. Ben davulun çaldığı saatte uyanmak zorunda mıyım? Lavaşın/pidenin arasına bir gün fındık ezmesi, bir gün zeytin ezmesi sürüp yiyorum ve yatıyorum zaten. Davul gürültüsüne ne gerek var? Derken bir baktım davulcunun boşluğunu moto kuryeler doldurmuş bile. Sahurda bile sepet sepet yemek getir’ten hacı abiler! Size de aşk olsun. İnsan kardeşini de düşünüp bi menü de bize ısmarlar Yâ Hû 🙂
Çoluk çocuk yuvadan uçtu gitti. Telefonumun alarmının çaldığı saatte kalkıyorum. Tek başıma ses yok, soluk yok. Yapacaklarım belli, yiyeceklerim belli. Evdeki sessizliği bozan tek şey mutfaktaki buzdolabı. Mırıl mırıl çalışmak için sanki benim masaya oturmamı bekliyor. En sonunda dayanamayıp sordum: (Yunus Emre dedemizin ruhu şâd olsun.)
– Dolap niçin inilersin? Yoksa bir derdin mi var? Varsa çekinme, üzülürüm söylemezsen.
– Sen iyi misin Sahip? Benim görevim inilemek, bilmez misin bunu? Asıl inlemezsem fena halde üzülürsün. Servis teknisyeninin saati kaç yüz lira bilmez misin? Şu hayat pahalılığında bir de tamir parası mı vermeye niyetlisin?
– Tamam tamam. Geri aldım sözümü. Benim maksadım seni konuşturmaktı. Kaç gündür sahura kalkıyorum evde çıt yok. İnsanın canı muhabbet istiyor hani. Nasılsın, iyi misin, halin vaktin nicedir? Nerden geldin nereye gidiyorsun? Yunus’un dertli dolabı gibi seni de mi bir dağda bulup kolun kanadın kırdılar?
– Doğrudur, araya araya buldular beni de bir dağda başında. Dağın tepesinden girip beni yerimden söktüp çıkardılar. O dağlardan birinin kenarından geçmiştin hatırlarsan. Divriği seyahatin sırasında demir madeni çıkarılan dağın tepesindeki dumana hayretle bakmıştın. Hatta hatıra olsun diye kamyondan düşen bir parçayı alıp getirmiştin.
– Bundan mı bahsediyorsun? Evet benim öyle bir huyum var. Seydişehir’e çekim için gittiğimizde de Alüminyum numuneleri almıştım. Şimdi nerede bilmiyorum. Taşınmalar sırasında kaybolup gittiler.
– Bu ham halim. Devasa kamyonlarla demiryoluna taşınıyorum. Oradan da ver elini Karabük, Ereğli ya da İskenderun. Yüksek ısılı fırınlarda cürufumdan cevherimi ayırıyorlar. Elde ettikleri kütükleri değişik ebat ve şekilde piyasaya sürüyorlar. Beni de saç levha olarak buzdolabı fabrikasına getirdiler. Sonrasını biliyorsun. Gelip çekim yapmıştın imalat aşamalarımın.
– Bak ne güzel tatlı tatlı muhabbet ettik. Senden Allah razı olsun, yalnızlığıma çare oldun. Anlaşılan sen halinden memnunsun, görevini titizlikle yapıyor, tıkır tıkır çalışıyorsun. Aman ha arızalanma bu günlerde?
– Ha şöyle. Sonunda sadede gelebildin. İnilememi neden dert ettiğin anlaşıldı. Merak etme, ben derdimden değil, görevimden dolayı iniliyorum. Görünen o ki asıl dert sende sevgili Sahip. Her ay katlanan/zamlanan elektrik faturaları senin derdin. Ne yapayım siz de elektriğe bu kadar bağımlı olmasaydınız. Eskiden tel dolaplar vardı mesela. Bir de ben burda dururken bir de gidip elektrikli su sebili aldınız. Ne gerek vardı, yaz aylarında buz gibi su vermiyor muydum? Fark ettirmedim ama acayip bozuldum bu duruma.
– Aman aman! Ağzından yel alsın. Tek sen bozulma da, ben onun fişini çekerim hemen.