Her bir Anadolu evladı “askerliğe” ayrı bir önem verir. Yoksul kasabalardan, köylerden kışlaya giden, medeniyet, teknoloji, kitap, emir buyruk ve dayak görür. Bir ömür askerlik anıları anlat, anlat bitmez.
Biz böyle bakmıyoruz elbette. Hem muhalif bir damarımız var, hem 12 Eylül etkisiyle askerlere ve askerliğe mesafeliyiz. Aslında ilkokul öğretmeni olarak köylerde “er öğretmen” olarak yapma hakkım vardı. Hukuk Fakültesini bitirince o hakkımız kayıp gitti. Okuldan mezun olmak yeter mi? Yetmez. Daha bir iş bulmuş veya atama yapılmış değil. Ekonomik olarak zor durumdayım. Belki “asteğmen” olursam, cebim para görür, köylerden Askeri Disiplin Mahkemelerinde bir kürsüye veya Askerlik Şubesinde bir masaya ulaşır, ‘ikbal’ çıkarbahtımıza.
Her askeri darbe, sivil okullardan mezun olanların bir hakkını alır elinden. 1960’a kadar lise mezunları asteğmen oluyordu. 1960 darbesi bunu kaldırdı. 12 Eylül de üniversite bitirenlerin asteğmenlik hakkını çekilişe bağladı. Ben de Hukuk mezunu olarak girdim bu kuraya. Fortuna (talih, şans, baht, çarkıfelek) yanımızda değil ki 8 ay kısa süreli er çıktı torbadan.
Önce Ordonat sınıfına gideceksin dediler. Sonra ne olduysa piyade olarak Denizli Er Eğitim Tugayı çıktı önümüze. Sülüsler verildi askerlik şubesinden. İlkokul öğretmeni idim. Askerlik nedeniyle istifa ettim mecburen. 1983 yılında kaymakam sınavını kazanmışım. 72 dönem Maiyet memuru sınavını. İçişleri Bakanlığı Personel Dairesi, benim durumuma çözüm arıyor. Bir yandan Milli Eğitime mensup bir memurum. Atama için Milli Eğitimin muvafakatı gerekiyor. Bir yandan askerlik gelip dayanmış. Personel Başkanı “ atama yapalım, muvafakatı peşinden isteriz.” Nasıl olsa “sehven” diye bir mazeret var bürokraside. Genel Müdür olmaz, dedi. Artık kaderime doğru yürüyeceğim.
Denizli Yollarında
Pamukkale’den bilet aldım, doğru Denizli’ye. Baba Dağı eteklerine yaslanmış Denizli Er Eğitim Tugayı. 8 aylık kısa dönem erler, üniversite mezunu, yaşını başını almış, birçoğu mesleğinde parlamış, şanlı şöhretli insanlar. Hatta sakıncalı olanlar kuraya dâhil edilmeden doğrudan er olarak sevk edilmiş buraya.
Komutanların gözünde makbul vatandaşgörülmüyoruz. 20 yaşında askerliğine er olarak gelenler ne kadar sorunsuz tezkere adayları. Bizim dönem neredeyse anarşist gibi üzerinde titizlikle eğilinmesi gereken sorunlu grup diye bakılıyor. 240 kişiden oluşan bir dönem. Bir arada kalmasınlar diye beşer onar taburlara dağıtıldık. Dağınık kısa dönemler, bir arada bulunmaktan daha az zararlı diye herhalde.
Ben de 27 yaşındayım. Evli, üç çocuk babası. Asteğmenliğin maaşı var, geçim derdine geçici bir çözüm diye başvurmuşum askerliğe. Şimdi “er” olarak maaşsız, desteksiz, aileye fazladan bir masraf olarak eklenmişim. Sıkıntı çekilecek gibi değil. Belalar her yönden yağıyor. Akrabaları ile gelmiş çökmüş üzerime. Üstüne er olarak askerlik binmiş.
Dava Erleri
Her şerde hayır varmış meğer. Her şey göreceli imiş. Tugayda bir sürü “dava arkadaşı” bulduk. Bulunduğumuz kasaba ve köylerden tek tek çıkıp geldikten sonra oluşan o arkadaşlık, sürüyor bugün de. Aramızda vefat edenler olsa da. Molalarda, akşam etütlerinde bir araya geliyor, davanın iktidara yürüyen teorisini, kadrosunu, yöntemlerini konuşup tartışıyoruz. Devlet kurup putlar kırdığımız dönemlerdi o zamanlar.
Öğreniyoruz ki Denizli’de Akabe Kitabevi var. Zaten, Akabe; Mavera Dergisinin yayıncısı, bilindik bir marka. Aşinayız, Mavera’ya yazı yazma hevesinde gençler olarak. Bu derginin sinerjisi ile Anadolu’da birçok şehirde Akabe Kitapevleri açılmış. Denizli’de de var, bize bir ikramiye ve lütuf olarak. O halde oraya ulaşmalı, askerliğin Kemalist eğitim kontrolünü, testesteron baskısını savuşturan, sivil muhalif psikolojisini koruyan bir iklime atmalıyız kendimizi.
Askerlikte “çarşı izni” var. Hafta sonları, disiplinsizlik yapmayan, komutanın bir isteğini şehirden karşılayan ve sırası gelen hak ediyor bu izni. Komutanın eşref saatine denk gelmişse izin kâğıdını imzalıyor ve kışla kapısında barikatları aşıp akıyoruz şehre. Hadi gene iyiyiz. Disiplin cezası olarak çarşı yasağı da veriliyor çünkü.
Şehrin lokanta ve kahvelerinde “Erlere servis var” yazısını görünce, içeri doluşup etli ekmek-ayran ile “sivil yemek” göreceğiz. Er kumanyası kurtlu bakliyat ve yıllanmış etten oluşan lapalarla gına getirmiş bizlere. Paramız varsa felekten bir hafta sonu tatili çalıyoruz yani.
Diğer yandan bizler, bir davanın erleriyiz. Bizim için çarşı izni güzel yemekler yemek, şehri gezip parklarını şenlendirmek olamaz. Yenilenme ve bilinçlenme asıl aradığımız. Akabe kitabevine koşuyoruz. Kamil Gökalp orada ve bizlere ait olduğumuz davanın Denizli Şubesi olarak kitaplarla, sohbetlerle hizmete hazır. Uyarıcı. Kendimize gelmemizi sağlayan mekan, hangi davanın erleri olduğumuzu hatırlatan hafıza. Güler yüzü ve ikramları ile “kardeşlik hukukunu” yaşatıyor.
Çınarın Halkaları
Asker traşı ve haki elbise bizi tanınmaz hale getirmiş. Biz bu standart er statüsünü aşıyoruz Akabe’de. Kutsal Ülkemizin rahmet saçaklarına sığınmışız. Gökyüzünü seyrediyor, semadan gelen ilhamların sarsan etkileri ile özümüze dönüyoruz. Burada anlattıklarımızla, konuşmalarımızla yenileniyor ve ait olduğumuz safa iltica ediyoruz, yeniden.
Kimler var bu kervanda: Rahmetli Osman Güzel, Ekrem Arslantekin, Fahri Tuna, Mehmet Üstündağ, Ekrem Baki, Fatih Büyükoflaz…
1984’te Denizli’de kısa dönem askerlik bir mektepti herhalde. Tek tek mağarasından çıkan fidanlar, Denizli Merkez Camiinde ulu bir çınarın gölgesinde daireyi tamamlamışlar. O küçük kitabevi belki Denizli Akabe Akademisi olacak kadar büyüyecekti. “Hangi günü gördün akşam olmamış?” Akşam tugaya gidip teslim olmak zorundayız bir yandan. Öte yandan “sayılı gün” askerlik de biter ve ayrılırız Denizli’den.
Denizli’nin tozu kızı horozu meşhur derler. Benim için arkadaşlar, Kamil Gökalp ve neredeyse Akabe Akademisi olmak muradındaki Akabe Kitabevi.
Davanın yaprakları solsa da aynı daireyi tamamlayan arkadaşlıklar hâlâ rengârenk. Her şey sona erer; gün, askerlik, hayat ve hayaller. Hatırası varsa hatırı da vardır. Hatırı âli olanlara selamlar olsun.