Bir önceki yazımızda Hammamizade İsmail Dede Efendi gibi bir dehayı tanıtmaya başlamıştık, bu yazımızda devam ediyoruz.
1804 yılında önce şeyhini, ardından oğlunu kaybederek perişan olan Dede Efendi, ızdırabını “ Bir gonca femin yaresi var ciğerimde” diye başlayan beyâti besteyle dile getirdi. 1807’de III. Selim tahttan indirildiğinde Dede Efendi’nin musahib-i şehriyariliği (padişahın sohbet arkadaşı olma vazifesi) sona erdi. Aynı sene annesini de kaybetti. Yeni padişah II. Mahmud da bestekâr, hattat ve şairdi. Dört yıl sonra bu padişahtan da musahib-i şehriyari ünvanı aldı, sarayın müezzin başı oldu. Zamanın en büyük bestekârı olarak kabul edildi ve ünü hiçbir musikişinasa nasip olmayacak derecede arttı, gönüllerde taht kurarak herkesin severek dinlediği bir bestekâr oldu. Bir taraftan Enderun’da ve mevlevihanede çalışmalarını sürdürmeye devam etti. 1821 yılında sabâ makamındaki ayinini besteledi. Bu dönemde Şeyh Abdülbaki Nasır Dede’den ney dersleri de aldı. Bu arada devlet işlerinden fırsat buldukça Mevlevihaneleri ziyaret eden Sultan II. Mahmud bir perşembe günü Yenikapı Mevlevihanesi’ni ziyaret ederek Dede Efendi’yi Enderun’a çağırdı, bu olay Enderun’daki diğer hanende ve sazendeler arasında huzursuzluğa yol açtı, ona üstünlük sağlamak için uğraştılarsa da başarılı olamadılar. Sultanın emriyle bir ferahfeza faslı besteledi. Bundan sonra bir kâr besteleyerek sultanın huzurunda icra etti. Kendisi de çok beğendiği kârdan sonra talebesine: “Hoca Abdulkadir Meragi’nin bugüne kadar Itrî sağında, ben solundaydım, bu kârı yaptıktan sonra ben sağına geçtim, Itrî solunda kaldı.” demiştir. Bu dönem Dede’nin en verimli çağı, olgunluk dönemidir. II. Mahmud’a ithafen sultan-ı yegâh makamını oluşturmuştur.
Aynı zamanda bir şair olan Dede Efendi’nin II. Mahmud’un ablası Esma Sultan ‘ın Çamlıca’daki sarayının yenilenmesi üzerine yazmış olduğu bir tarih kasidesi vardır. Hüsn-i hat ile de uğraşmış, beş yüzden fazla eser bestelemiştir ama o dönemde eserler ezberlenerek aktarıldığı, nota yazımı olmadığı için eserlerinin pek çoğu günümüze kadar gelememiştir.
Dede Efendi’nin son yıllarında tahtta II. Mahmud’un on altı yaşındaki oğlu Sultan Abdülmecid vardı. Batı musikisi ve piyano eğitimi alan yeni sultan Türk musikisini çok az biliyordu. Buna rağmen babasının geleneğinden ayrılmadı ve İsmail Dede’nin şefliğinde huzurunda küme fasılları yaptırdı, ona saygı gösterdi ve sanatkârlara iltifat etti. Maaşları dışında almaya alışık oldukları atiyyeleri verdi ama İsmail Dede artık bestelerinin inceliklerini, geçkilerini belki makamlarını doğru dürüst tanımayan bir hükümdarın huzurunda olduğunu biliyordu. Kendisinden kırk beş yaş küçük hükümdarın samimi nezaketine uzak bir saygı ile mukabele ediyordu. Sultan Mahmud’un sert karakteri altında onu anlayarak, açıkça takdir ederek, dostça konuştuğunu, Sultan Abdülmecid’in ise kendisine içten bir yakınlık duymadığını anlayacak hassasiyetteydi. Sultanahmet Camii’nin güneyinde, Marmara kıyısına yakın boş bir konak olduğunu öğrenerek bunu Sultan’dan istedi. Bu isteği hiç geciktirmeden yerine getiren Hünkâr, konağın alınıp döşenmesini irade buyurdu. İsmail Dede ömrünün kalan kısmını burada geçirdi, hayranlarını kabul etti, istidat gördüğü gençlere ders verdi. Eski talebelerinin ilerlemeleri ve hafızasındaki eserleri meşk etmeleri için gayret etti. Dede Efendi Batı musikisini dinlediği halde etkilenmemiş, eserlerini notaya almak yerine ezberletmiştir.
1846 yılında İsmail Dede Efendi Sultan Abdülmecid’den hacca gitmek için izin aldı. Talebelerinden Dellalzâde İsmail ve Mutafzâde Ahmet Efendileri de alarak hac için yola koyuldu. Yolda bu iki talebesine Türk musikisinin en büyük eseri olan Şeyh Osman Dede’nin “Miraciyye”sini meşk etti. Çok uzun olan bu eseri unutulmasından korktuğu için onlara ezberletti. Mutafzâde bunu Şeyh Hüseyin Fahreddin Dede’ye öğretti ama sonra kimseye geçip geçmediği bilinmiyor. Samimi bir mümin olan İsmail Dede tavaf esnasında çok heyecanlandı ve ağlayarak Yunus Emre’nin haccı terennüm eden şiirini irticalen besteleyerek iki talebesine okudu.
“Yürük değirmenler gibi dönerler
El ele vermişler Hakk’a giderler
Gönül kâbesini tavaf ederler
Muhammed’in kûsu çalınır burada
Ol sultanın demi sürülür burada”
Bu, Dede’nin son eseridir, kırk sekiz yıl süren bestekârlık hayatı bu besteyle sona erdi. O sene bazı hacı adayları Mekke’ye kolera mikrobu getirmişlerdi, çoğu hacı adayı vefat etti. Hacdan önce mikrobu alan İsmail Dede haccını bitirip Mina’ya geldi, iki talebesinin kollarında aynı zamanda doğduğu gün olan Kurban Bayramı’nın birinci günü 29 Kasım 1846’da vefat etti. Hz. Hatice’nin ayakucuna talebeleri tarafından defnedildi.
Yahya Kemal Dede Efendi için: “Itri ile Arel arasındaki en büyük bestekardır. Hüzzam ve ferahfeza ayinleri bütün Türk musikisinin en büyük parçalarıdır.” demiş ve bir rubai yazmıştır.
“ Tauna giriftar olarak Mina’da
Can verdi Cehennem gibi bir hummada
Fani ise öz bestelerin hallâkı
Doğmak, yaşamak nafiledir dünyada”
Musikimizin piri bu büyük insana rahmet ve minnetle…
Türk musikisine ait her bilgi çok kıymetli.Yazınız bu yönüyle çok iyi geldi.inşallah diğer
bestekarlarla ilgili yazılarınızda olur.zevkle okuyacağız .emeğinize sağlık