Pek çoğumuzun severek dinlediği “Yine bir Gülnihal aldı bu gönlümü” adlı rast şarkının yanında pek çok muhteşem eser bestelemiş olan Hammamizade İsmail Dede Efendi 9 Ocak 1778’de Kurban Bayramı’nın ilk günü İstanbul Şehzadebaşı’nda dünyaya gelmiştir. Doğduğu günden dolayı kendisine “İsmail” adını veren babası Süleyman Ağa Makedonya sınırları içinde yer alan Manastır iline bağlı Kesriye kasabasında doğmuş, Cezzar Ahmet Paşa’nın uzun bir süre mühürdarlığını yaptıktan sonra paşanın zalim ve acımasız yönetimine katlanamayıp istifa ederek İstanbul’a gelerek bir hamam işletmeye başlamıştır.
Dede Efendi yedi yaşlarında Çamaşırcı Mektebi’nde öğrenim görmeye başladı. Kısa bir süre sonra sesinin güzelliği dikkat çekince okulun “ilahicibaşı”lığına getirildi. Sınıf arkadaşlarından birinin babası olan Uncuzâde Mehmed Emin Efendi yeteneğini fark ederek onunla meşke başladı, yüzlerce eser geçtiler. Bir gün sazkâr faslı meşk olunduğu sırada Mehmed Emin Efendi Tab’i’nin “Hemişe dilde sühân elde sâzkârımdır” zencir bestesinin meyan kısmını hatırlayamamış, öğrencilerine:
-Çocuklar, ben bu meyanı bulamadım. Başkalarında olmadığından eminim. Hepiniz artık kırkar ellişer fasıllık âdem oldunuz. Bu bestenin meyanını cümleniz ayrı ayrı besteleyiniz. Hanginizin eseri başarılı olursa onu kabul ve meşk ederiz, der.
Ertesi meşkte bütün öğrenciler yaptıkları meyanı okurlar. Sıra İsmail’e gelip meyana başladığında asıl beste hocanın hatırına gelir. Böylece eseri meşk ederler. Gösterdiği bu başarıdan sonra Mehmed Emin Efendi, İsmail’e icazet verir. On dört yaşına gelince kendi çalıştığı defterdarlıkta baş muhasebe dairesi kalemine kâtip yardımcısı olarak işe alınmasını sağlar. Bir süre maaşsız stajyer olarak çalışan İsmail Efendi daha sonra katip kadrosunda maaşa geçer. Babasının mesleğinden ötürü “Hammamizade” lakabıyla diğer İsmail’lerden ayrılır. Bu yıllarda aynı zamanda pazartesi, perşembe günleri Yenikapı Mevlevihanesi’ne devam eder. Mevlevihane evinden üç km kadardır. Gerçek bir konservatuvar ve akademi hüviyetinde olan mevlevihaneye aksatmadan devam eder. Şeyhi Ali Nutki Dede bir ders sonrası onu şöyle övmüştür: “Oğlum, musiki ilmi sana bir Allah vergisi. Öyle görüyorum ki istikbalin en büyük üstadı olacaksın. Cenab-ı Hak feyzini artırsın.” Yedi yıl Uncuzade Mehmed Emin Efendi’den musiki öğrenen, eser geçen İsmail’in Mevlevi tarikatine karşı ilgisi her geçen gün artınca bir gün şeyhine:
_ Efendim, fakiriniz artık kalemi terk edip kabul buyurursanız bugünden itibaren târik-i âlîye büsbütün dehalet arzusundayım, ikrar vereceğim.
Şeyh Efendi:
_ Pekâla oğlum ama burası tekkedir, çilekeşlik kolay değildir, sonra yapamazsın. Burada insana odun yarıcılık da yaptırırlar, der.
İsmail’in ısrarlarına dayanamayan şeyhi onu anne ve babasını ikna etmesi karşılığında tekkeye kabul eder. Babasına yalvararak zoraki izin alan İsmail Efendi böylece 3 Haziran 1798’de çileye başlar. Çiledeyken babası vefat eder, annesinin razı olmamasına rağmen babasından kalan hamamı satar ve parasını dergâhtaki yoksullara dağıtır.
Çiledeyken “Zülfündedir benim baht-ı siyahım” güfteli, buselik bir şarkı bestelemiştir. Bu şarkı İstanbul’un musiki meraklıları arasında hızla yayılır, onu görmek için gelenlerle tekke dolar, taşar. Adı sanı duyulmamış bir delikanlıdaki istidadı sezen Sultan III. Selim, derviş namzedi bu gençle görüşmek ister. Padişah musahiplerinden bir ağa Yenikapı Mevlevihanesi’ne gelerek şeyhe sultanın iradesini tebliğ edince, Şeyh Efendi:
_Padişahımızın iradesi başımız üstüne ancak İsmail çilededir, gece dışarıda kalamaz, diyerek akşam ezanı okunmadan gelmesi şartıyla izin vermiştir.( Çile kurallarına aykırı davranışta çile kırılır ve yeni baştan başlamak gerekirdi.) Musahip ağa İsmail’i alarak Topkapı Sarayı’na götürdü, Sultan Selim buselik şarkıyı iki kez üst üste okuttuktan sonra bir kese atiyye ödüllendirdiği İsmail’i akşam ezanından bir saat önce tekkeye geri gönderdi. Yol üzerinde annesine uğrayarak keseyi veren İsmail:
_Anneciğim, hamamı satıp parasını harcadığım için bana darılmıştın, bak işte pîrim bana ne ihsan etti! Diyerek keseyi annesine verdi ve akşam ezanına yetişmek üzere tekkeye doğru yola koyuldu.
Normalde üç yıl süren çile şeyhin arzusuna göre kısaltılabilmektedir. Dede Efendi’nin musikide adını duyurması ve Sultan III. Selim’in ona gösterdiği yakın ilgi sonucu 27 Mart 1799 tarihinde on ay süren çilesini doldurarak “dede” unvanını alıp tekkede bir hücre sahibi olmaya hak kazandı. Bundan sonra mukabele günleri Dede’nin odası musiki sevenlerle dolup taştı. “Ey çeşm-i ahu hicr ile tenhalara saldın beni” diye başlayan hicaz nakış bestesi şöhretini artırdı. Bu eserini de padişahın huzurunda okuyup tekrar ihsan aldı ve haftada iki kez saraydaki Huzur Fasılları’na katılması için irade çıktı. “müştak-ı cemalin gece gündüz dil-i şeyda” diye başlayan sûznâk besteyle padişaha şükranlarını duyurdu ve “Müsahib-i şehriyari” ünvanını aldı.
1802 yılının ilk aylarında saraylı bir hanım olduğu söylenen Nazlıfer Hanım’la evlendi. Mukabele günleri dergâha giderek odasında öğrencilerin musiki eğitimi ile meşgul oldu.1804 hayatının acılı dönemlerindendir. Önce şeyhini, ardından oğlunu kaybederek perişan oldu. Bu acı kaybın ruhunda oluşturduğu ızdırabı bir “ Bir gonca femin yaresi var ciğerimde” diye başlayan beyâti besteyle dile getirdi.
Bir sonraki yazımızda Dede Efendi’nin Sultan II. Mahmut’la birlikte sanatının zirvesine nasıl çıktığını, ve sonra kendi tabiriyle “oyunun sonu”nun nasıl geldiğini anlatacağız.
10 yılda 15 milyon diyenlerin çocukları kendi dedelerini tanımıyor…TEŞEKKÜRLER
Tarihimizi, ecdadımızı bilmeliyiz. Teşekkür ederim