Cemil Meriç ile Ergun Göze Röportajı…
Sunuş:
“İntelijansiyamız, Batı’nın bütün hastalıklarını ithale memur bir anonim şirkettir.. Bizim intelijansiyamız Batı’nın yeniçerisidir.”
Cemil Meriç, 1917’de Antakya’da doğdu. Dimetoka Müftüsü Hafız İdris Efendi’nin torunudur. Antakya Lisesinden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. 1945 senesine kadar Elazığ Lisesinde öğretmenlik, 1946-1947 arasında İstanbul Üniversitesinde Fransızca lektörlüğü yaptı. Hayatının fikri grafiğini şöyle verir : “ 1917-1925 koyu Müslümanlık devri, hacı hoca olmak isterdim. 1925-1936 devri şoven milliyetçilik. 1936-1938 sosyalistik devrim. 1938-1960 arâf diyebileceğim kuluçka devri. 1960-1964 Hind devrim. 1964’ten sonra sadece Osmanlıyım.”
Hind Edebiyatı, Saint-Simon ( ilk sosyolog – ilk sosyalist ) ve Dillerin Yapısı ve Gelişimi ( B. Vardar’la beraber ) üç eseri. Hugo’dan manzum tercüme, Balzac’tan roman tercümesi var. Ama asıl fırtına koparan ilk eseri “ Bu Ülke” ve “ Umrandan Uygarlığa”. Kendisi “ Bu Ülke hüküm, Umrandan Uygarlığa gerekçedir” diyor. Yazı yazmak konusunda diyor ki:” Yazı kanımdır, kemiğim de iliğimdir. Vecdle yazıyorum. Ebediyyetin karşısındaymışım gibi.. Tırnaklarımı taşa kazar gibi yazarım. Benim için hayat yazı yazmaktır. Ölesiye çalışırım yazı yazmak için. Kitaplarım vasiyetimdir”
Cemil Meriç ile Röportaj
Evli ve birisi kız olmak üzere doktora yapan iki çocuğu olan Meriç’in bazılarını paltosunu satarak aldığı on bin ciltlik kütüphanesindeyiz. Soruyorum :
– Bizdeki sol için ne dersiniz?
– Bizde sol, içtimai bir zaruret değildir. Çünkü bizde sınıflar teşekkül etmiş değildir. Sınıf olmadan sınıf kavgası olur mu ? Sol’un bünyesinde mevcut, zorlamaya bir de bu zorakilik binince, bizim sol bir ucube olup çıkmıştır.
– Sol sadece sınıfların teşekkülünden mi doğar? Acaba solun ferdi, ruhi bir “ corespondantı” var mıdır?
– Vardır. Durkheim sol için “ ıstırap çığlığıdır” der. İstismar edilen, zincirli yığınların acı çığlığı. Bu, bizden gayrı memleketlere has bir soldur. Çünkü bizde insan haysiyetini zedeleyen böyle bir durum yoktur. Bizde sefalet olmuştur. Ama bu sadece maddî sefalet olmuştur. Batı’da maddî sefalet ile manevîsi iç içedir. Roma ve onun varisi Batı, daima sınıflar ve istibdatlar diyarıdır.
– O halde bizde sol yok ve fakat solcu var. Bu nasıl olur ?
– Salgın yoluyla… Tanzimattan sonra Batı’nın bütün hastalıklarını kaptık. Bu bizim “ intelijansiyamız”ın, hani şu aydın zümre var ya işte onun eseri, İntelijansiyamız, Batı’nın bütün hastalıklarını ithale memur bir anonim şirkettir.
– O halde solculuk sizce “Frengi illeti” gibi bir şey.
– Frengistan menşeli olması bakımından öyle… Kabahat de cemiyetimizin değil, intelijansiyamızın bünyesine ait. Bizim intelijansiyamız Batı’nın yeniçerisidir. Yeniçeri müthiş buluş. Türk, Avrupa’nın çocuğu ile Avrupa’yı vurdu. Ama önce onu hidayete erdirdi. Şimdi Avrupa bizim intelijansiyamızla bizi vuruyor. İntelijansiyamız Türklük için değil Batı için çalışıyor.
– O halde, cemiyetimizin bir simasını çizer misiniz?
– Bir tarafta Batı’nın yeniçerisi, intelijansiya; onu ibret, çoğu kere de lakaydi ile seyreden ve kendini sükûttan bir duvarla çevirmiş buluna halk. Ve bunun yanında Avrupa’nın müstemlekesi olmamış bir avuç samimi aydın. Bizim bir çok solcumuzun ABD düşmanlığı aynıdır. Bizim solcularımızın çoğu yabancı mekteplerden yetişmiş mutlu azınlık. Mukaddeslerini kaybeden bu nesil, Batı’nın artıklarıyla beslendi. Karşısına çıkan her sıcak ve vaidkar ideolojinin kucağına atacaktır kendini. Burjuvazimiz de öyledir. Batı’da burjuvazi kendisini ne güçlüklerle inşa etmiştir. Bizim marksistimiz 3-5 formülün marksistidir, çok defa Fransız marksisti önce Fransız, sonra marksisttir.
– Batı’da mutlu azınlığın sosyalizme kaymasını nasıl izah edersiniz?
– Kendi vazifelerinin ve devirlerinin tamamlandığını görünce, imtiyazlı sınıf mensupları yükselen sınıfa katılır. Mesela Saint Simon, mesela Mirabeau… Asildir, konttur bunlar.
– Peki ama, Türk intelijansiyası, kendi sınıfını değil, kendi vatanın değiştiriyor, buna ne dersiniz?
– Türkiye’de, sağlam mazisi olan, kendisini yaratan bir imtiyazlı sınıf değildir burjuvazi. Batı’nın forme ettiği bir sınıftır. Çocuklarımızı yabancı mektepler boşlukta bırakıyor. Biliyorsunuz, misyonerlerin Türkiye’deki taktiklerini… Hıristiyanlaştırmak değil, Müslümanlıktan uzaklaştırmak. Değiştirecek sınıfı olmayan intelijansiya bu durumda vatanını değiştiriyor.
– Peki biz bu intelijansiya ile ne yapacağız?
– İşte İskender’in kılıcı ile dahi çözülemeyecek bir sual. Bütün yollar ve kapılar onlar tarafından tutulmuştur. Fikir, sanat, ilim, onlarda değilse de mühim değil. Zira, diploma, şöhret, unvan ve “maddi olanaklar” onlardadır. Her yere ve her şeye Batı medeniyetinin emrindeki yeniçeri grubu hakim. Üstelik şöhreti bunlar tevzi eder. Radyo, gazete, TV bunların emrindedir. Bunlara karşı geniş bir kalabalığa seslenmek imkânı yok. Çünkü “ En korkunç sağır, işitmek istemeyendir ”. Bütün yetişen nesiller emrindedir. Belimizi büken bürokrasi intelijansiyasının parçasıdır. Tarih Tanzimattan başlayarak tepeden tırnağa değiştirilmelidir. Tarih kitapları haçlıların en büyük zaferidir.
– Sosyalistik devreniz var. Sizi bu devreden uzaklaştıran ne oldu?
– Okuduklarım, araştırmalarım, bilhassa Stalin gibi bir canavarın karşısındaki Sovyet intelijansiyasının zavallılığı. Troçki’nin kitapları vs…
– Bizde cins kafa niçin az ?
– Yaratış, mazinin birikmiş meyvesidir. Türkiye ise Tanzimattan beri köklerinden kopmuştur. Esasen cins kafa dünyada da az. Batı’yı kendi ayarımızda saf ve temiz bir mahlûk sanmaktan doğuyor hatamız. Saffetimizle Batı’yı dost yapacaklarını sandı intelijansiyamız. Çaptan düştüler.
– Osmanlılıktan ne anlıyorsunuz?
– Ben tarihin devam ettiğine, kopmadığına inanıyorum (*) Osmanlı bir paranteze alınmak istenmiştir. Bütün ihanetler bu neticeyi istihsal için el ele vermişlerdir.
– Osmanlı, Türk tarihinin bir safhasıdır. Diğerleriyle farklı nedir?
– Osmanlı’dan önceki Türk tarihi, canlı, diri, yaşayan; fakat henüz kıvamını bulamamış, henüz medeniyet safhasına gelmemiş bir tarihtir. Osmanlı, çeşitli Türk devletlerinin bütün tecrübelerinden faydalanmış, bütün kudret ve hayayitetini kendinde toplamış, onları İslam’ın ışıklı ve muhteşem mirası ile mezcetmiştir. Osmanlı, bir kelimeyle kültürden medeniyete geçiştir.
– Şairsiniz ve şiir hakkında da ne düşündüğünüzü sormak isterim ?
– Şiir, milletlerin çocukluk dilidir. Olgunlaşan medeniyetlerin ifadesi ise nesirdir. En güç ve en kâmil ifade vasıtası nesir. Şiir, imkânlarını en yordamıyla arayan düşüncedir.
– Siz kendinizi Osmanlı diye takdim ediyorsunuz, antiteziniz olan yabancılaşmış aydın zümreyi de “Batının Yeniçerisi”… Bir “Vak’a-yı Hayriyye” düşünmüyor musunuz?
– Yeniçeriliğin kaldırılışının bir “hayırlı vaka” olup olmadığı da konuşulmalıdır. Bence imparatorluğun yıkılış sebebi budur. Amma, tabiî fikri planda içimizdeki Batı Yeniçerilerini ıslah edici bir hareket tam bir “Vak’a-yı Hayriye” olacaktır.
– Son sualim, Osmanlı sonra Türk varlığı için ne düşünüyorsunuz?
– Bazı medeniyet tarihçileri, her büyük nizamın kemal noktasına ulaştıktan sonra, zevale yüz tuttuğunu söylerler. Bu Hind Yazı asırlarca sürebilir. Bu bedbinliği paylaşmak istemiyorum.
(*) Osmanlı’dan kopmak, kendimizden kopmak oluyor. Utanılacak bir tarih değil bu.. Mutlaka bilinmesi, mutlaka öğrenilmesi gereken bir mazi. Yarına kalmak istiyorsak, dünden alacağımız, almak zorunda olduğumuz çok şey var.
Röportaj: Ergun Göze
Tarih: 10.11.1975
Kaynak: Ergun Göze – Soruşturma Kitabı