Türkçede ve Farsçada camia genellikle toplum veya topluluk için kullanılır. Arapçada bu kelime üniversite olarak kullanılmaktadır. Cami kelimesine bir ta-ı marbuta eklenerek üniversite yapılmıştır. Bu da cami ile üniversite arasında geçişliliği göstermektedir. Eskiden ilim yuvaları cami havzalarında veya etrafında kümelenirdi. Sözgelimi en kıdemli ilim yuvalarından biri olan El Ezher’ın kurulması bin yılı aşmıştır. Eğitim cami havzasında şekillenmiştir. Ezher 970 yılında kurulmuştur ve buna göre kuruluşu üzerinden yaklaşık 1052 yıl geçmiştir. Bu batı üniversiteleri karşısında muazzam bir önceliktir. El Ezher’i Fatimiler Hazreti Fatma adına kurmuşlardır. Hazreti Fatma’nın sıfatı ez Zehra’dır. Bunun da müzekkeri el Ezher’dir. Salahaddin Eyyübi ile birlikte burada tarz ve yapı değişikliğine gidilmiş ve İsmaili anlayışını öğreten bu yapı zamanla Sünnilik doktrinini öğretmeye başlamıştır. Esasen üniversite muadili olmasa da her cami bir ilim yuvasıdır. Bunun nedeni İslam’da ilim ile ibadetin ayrışmazlığıdır. İlim ibadetin bir parçasıdır. Birbirini tamamlarlar. Sahabelerden Ebu’d Derda Şam’daki ilk camilerde gençlere ve isteyenlere ilim öğretmiştir. Osmanlı’da da ilim yuvaları camilerin civarlarındadır. Üniversiteler müstakil olarak Mustansıriye ve Nizamiye ile anılmıştır.
Bugün Ezher Üniversitesi olarak anılan ilim yuvası daha önce Camiu’l Ezher olarak anılmaktaydı. Talebeler camide sütunların etrafında toplanır ve ilgili dersin hocasını dinlerlerdi. Talebeler derslerini tamamladıktan sonra civardaki barınma yurtlarına veya revaklara dağılırlardı. Her diyardan veya ülkeden gelen talebeler için tahsis edilmiş revaklar yani yurtlar bulunuyordu. Talebeler burada mütalaa ve dinlenmeye çekiliyorlardı. Camiu’l Ezher’de gündüz ders gören talebeler sair vakitlerde Revak Şeyhi olarak anılan, tabir edilen görevliden de ders alırlardı. Böylece pişerlerdi.
Merhum Ahmet Davudoğlu Ezher çıkışlı alimlerimizden birisiydi. Yeni neslin hilafına Ezher’den bahsederken sürekli olarak Camiu’l Ezher ifadesini kullanırdı.
Mezuniyetini de vurgularken ‘Camiu’l Ezher mezunu’ derdi. Bu ve benzeri konularda hoca pozitif anlamda tutucu idi. Mesela felsefe yerine kelam ilminin okutulmasını ve isminin kullanılmasını yeğlerdi. Kelam cevher araz gibi vaktiyle yabancılardan geçme bazı kavramları kullansa da özünde iç tartışmalardan neşet etmiş, doğmuştur. Ellbette bunda dışarıyla temasın da payı vardır.
Lakin zamanla ilahiyatların boy göstermesiyle birlikte teoloji kelamın yerini almıştır. Kelam teolojinin içinde erimiştir denebilir. Halbuki son asırda birçok kişinin dile getirdiği gibi kelam ilmi, Kur’an ikliminde ve modern ilmin ışığında güncellenebilirdi. Kadim Yunan geleneğini bu surette aşmak daha kolay olurdu. Kur’an ruhuyla modern ilmin malzemeleri kullanılabilirdi. Bunu elbette uygulayanlar ve yapanlar var. Lakin yeterince genelleşmiş değildir.
Bugün cami ile ilim beraberliğini yenilememiz gerekiyor. Camiyi ilim ile buluşturamazsak cami atıl kalacaktır. Öyle de olmaktadır. Son yıllarda Kazablanka’da devasa İkinci Hasan Camii yapılmıştır. Bu devasa ve ulu cami sadece namaz kılınmak için yapıldıysa bunun için büyüktür. Böğründe ve etrafında ilim okutulması da düşünüldüğü ise buna uygun bir yapıdır.
Cezayir’de de devasa büyüklükte bir prestij camii yapıldı. Bu camide sadece namaz için tasarlanmışsa israf edilmiştir. Daha ufak ve mütevazi bir cami bu maksada hizmet eder ve yetişirdi. Lakin bunu tasarlayanlar etrafını ilimden ve nurdan kandillerle donatmak istemişlerdir. Nitekim Abdulkadir Fadil isimli Cezayirli yazar Ulu Cami’nin ne zaman çok boyutlu hale geleceğini ve kendisinden beklenen fonksiyonlarını icra edeceğini soruyor! Cezayir’de Camii A’zam’ın ne zaman böğründe ilim okutulacağını ve ilmi münakaşa ve münazaraların yapılacağını soruyor. Bu maksada binaen Cami-i A’zam’a alışılmışın dışında Paris Camii gibi rektör atanıyor. Zira baştan beri bir külliye gibi tasarlanıyor. Bununla birlikte Camii A’zam ile ilim mahfilleri bir türlü buluşturulamıyor. Bu yönüyle devasa cami kısmen atıl vaziyette kalıyor. İleride Ayasofya’nın da ilim yuvalarıyla buluşturulması planlanabilir.
Cezayir’de bağımsızlık sonrasında Kosantîne İslam Enstitüsü kurulmuştur. Bir de münavebeli olarak Cezayir’in muhtelif şehirlerinde yapılan İslam Düşüncesi Buluşması vardı. Bunun fikir babası Malik Bin Nebi. Uzun yıllar bunun sekreteryasını ise Abdulvehhab Hamude yapmıştır. Dünyanın sayılı ve gözde isimleri burada buluşur bazı meseleleri müzakere ederlerdi. Tabir caizse kurtlarını dökerlerdi. Katılanlar arasında Muhammed Said Ramazan el Buti, Yusuf Kardavi, Roger Garaudi ve Muhammed Arkun gibiler vardır. Şimdi Cezayirliler atıl alanların ihya edilmesini istiyorlar. Yani camiler camiaya, mescitler de üniversiteye dönüşmeli. Her ulu cami bir külliye olmalı.
Camilerin asli kimliğini kavuşturulması, atıl vaziyetten kurtarılması Müslümanların ortak dileğidir.