DOÇ. DR. ÖMER FARUK RECEP
Zengin olup fakir gibi yaşamak…
Günümüz insanına ne kadar uzak bir ifade.
Zengin olup fakir gibi yaşanır mı? Zaten zengin gibi yaşamak için zengin olmaya çalışmıyor muyuz?
Peygamber Efendimiz’in hayatına bakıyorum. Ne kadar fakir yaşamış, değil mi? Bu örnek hayata bakıp biraz da fakirlikle ilgili söylediklerini ele alınca dinin fakirliği kutsallaştırdığını sanıyoruz. Oysa onun hayatına genel olarak baktığımızda çok fakir ve çok zengin dönemler geçirdiğini görüyoruz. Hayat tarzına baktığımızda ise hep fakir.
Onun izinden gidenleri düşünün. Hz. Ebubekir, Hz. Ömer… İnternette bunların yaşam tarzıyla ilgili bir araştırma yapın, nelerle karşılacaksınız! Hz. Osman’a ne demeli. Devlet onun zamanında en zengin hâline gelmişti. Neredeyse zekat verilecek insan bulunamıyordu. O ise son derece mütevazı bir hayat sürüyordu Medine’de. Büyüklerimizle ilgili örnekler vermeye kalkarsak bu yazının boyutlarını çok fazla aşarız.
Günümüzde kapitalizmin mahalle baskısı lüks yaşamı bir tercih olmaktan çıkardı ve bir zorunluluk hâline getirdi. Kendi çocuklarım bile beni oldukça fazla şaşırtıyor. Bana ‘siz oradan başlamışsınız, bizim sizin kaldığınız yerden yaşamaya devam etmemiz gerekir’ diyebiliyorlar. Lüks yaşam için söylenen sözler bunlar.
Çevremde lüks yaşamın insanları nasıl değiştirdiğine dair çok ilginç örnekler var. Birinden bahsedeyim.
Bir gün zengin ve müslüman bir doktor ağabeyimizin kolunda pahalı bir saat gördüm.
“Abi, ne oluyor bu saat?” diye biraz darılır tonda sordum.
“Ömerciğim” dedi, bana. “Bir müslüman olarak etrafımdakilerin imrenerek bakmasını istiyorum. Hem Allah verdiği nimetini kulunun üzerinde görmek istermiş.”
Sustum.
Abimiz, teknolojik olarak piyasaya ne çıktıysa ilk alan kişi oldu. Lüks arabalara bindi, lüks evlerde, villalarda oturdu. Bilgisayar oyunlarını daha Türkiye’ye gelmeden yurt dışından getirtiyordu. Yediği bir yanında yemediği öbür yanında.
Zaman geçti, devir değişti, işleri bozuldu. Her şey kötüye gitmeye başladı. Sahibi olduğu işyerleri bir bir iflas ederek kapandı. İşleri düzeltebilmek için neredeyse uçan kuşa bile borçlandı, ama düzeltemedi. Kendisiyle birlikte çevresindeki pekçok kişiyi de mağdur etmeyi başardı.
Takdir diyeceksiniz. Ben de öyle diyorum. Ama yaşananları yakından takip edebildiğim için biraz daha fazlasını söylüyorum.
Tabi ki insanların işleri bazen iyi bazen kötü gidebilir. Eğer başta söylediğim gibi insanlar zengin olup fakir gibi yaşamayı bilseler, hadi bunu geçtik, hiç olmazsa zengin yaşayıp fakir gibi yaşamayı unutmasalar yine belki sorun olmayacak.
Ne demiştik, abimizin uçan kuşa borcu vardı. Borç yiğidin kamçısıdır derler. Bizim abimiz için öyle olmadı. Borçlarını ödememek için taklalar atmaya başladı, görüşmeye gidenleri bir bir kandırdı. Lüks arabasından inmedi, lüks villasından çıkmadı, çıktıysa da başkasına geçti ve lüks yaşamaya devam etti. O halde iken bile duyardık, villasının masrafları o günün şartlarında ortalama bir doktor maaşının dört katından aşağı düşmezmiş. Nasıl karşılardı bu masrafı bilmiyorum.
Hz. Ömer ne demiş, ‘İnandığın gibi yaşamazsan yaşadığın gibi inanmaya başlarsın.’ Ne kadar doğru!
Çevremde zenginlikle imtihan edilen pekçok müslüman insan görüyorum. İşleri ters gitmeye başladığı zaman maalesef ahlakları da tersine gitmeye başlıyor. Öncelikle yalan başlıyor. Sonra üçkağıtcılık, dolandırıcılık, hırsızlık arka arkaya geliyor. Bunları yüzlerine söylemeye kalksanız hiçbirini de kabullenmiyorlar. Çünkü öyle savunma mekanizmaları geliştiriyorlar ki aklınıza hayalinize gelmez.
Kapitalizm bir ekonomik sistem değil, bir hayat tarzı. Derin düşünmezseniz onun çarklarının arasında kaldığınızı hissedemezsiniz. İnsanlara nefislerine uygun seçeneklerle mutluluk vadeden bu sisteme karşı hem bireysel hem de toplumsal olarak çözüm önerileri geliştirmek boynumuzun borcu olmalı.