Bilinen ve görünen tarafının ötesine geçerek Ankara’nın ötesinden, ötelerinden bilgi, irfan ve hikmet yüklü pencerelerin açıldığı bir kitap. Kendi ifadesiyle ‘’bildik Ankara’nın ötesine geçerek şehrin binlerce yıllık özünü ruhunu kavramak ve anlatmak’’ iştiyakıyla sizi Ankara’nın tarih ve kültürüne hakikatli bir yolculuğa çıkarıyor. Klasik sistemimizin künhüne vakıf olmak dediği türden ince hakikatlerle buluşturan türden. Tarihin tozlu yollarından çekip kaldırdığı esrarlı perdelerin ardından gün yüzü ile buluşan bir kalpgâhın efsunlayan kalem işçiliği yüklü serüveni. Hafızasının, hakimiyetinin ve hatıralarının yol göstericiliğinde vukuf ile hazırlanmış bir kitap: Ömrüm Ankara. Bir Ankara Şehrengizi alt başlığı ile okuyucuya sunulmuş.
Bazı kitaplar vardır ki, okuduğunuzda poyraz esintisi gibi ruhunuza yayılır. Dimağınızın çapaklarını temizler. Zihin dünyanızın çeperlerinde usul usul yol alır. Yol ve yönünüzü kelime, kavram ve terminolojisi ile besler. İmbikten damlalar halinde benliğinize siner. D. Mehmet Doğan’ın Ömrüm Ankara kitabı beni tam böyle bir kavrayışla sarıp sarmaladı.
Duygular kimi zaman yol ve rehberlik ederek düşünceler oluşturmamıza yardım eder. Bazı zamanlarda da düşünceler duygularımızı yönlendirir hale gelir. Bu kitabı okumak hem duygularımın kıvam bulmasına bir taraftan da yeni yeni tefekkür haleleri oluşturmaya yardım etti. Ankara’yı, Ankara’nın kültürünü, tarihini ve etnoğrafyasını tanımak üzere okumaya başladığım kitap bir taraftan deruni bir kavrayış ve sezgiyle Umumi Türk Tarihinin kültür köklerine dönüşmekte. Somuncu Baba, Hacı Bayram-ı Velî ve Akşemseddin tarikiyle gelip Ahiler Cumhuriyeti ile birleşen dini anlayışımızın dehlizlerine yolculuk ettirmekte kitap. Bir yandan da zihnimde canlanan ‘’ya Ahilik nedir‘’ sualine ‘’insanın yaygın ve örgün eğitim yoluyla terbiye ve tedrisinde İslam medeniyetinin ihdas ettiği en derin, en güçlü insan yetiştirme ekolü’’ diyebileceğimiz büyük havzanın hasılaya dönüşmesine yollar açtı.
İçinden fütüvvet gençliğinin de çıkarıldığı bu hareket Osmanlı’nın ve İstanbul’un fethinin muharrik mihengi. Bu haliyle ve her haliyle tarihin akışını ve yönünü değiştiren, yön veren bir manevi menfez, kol.
Şimdilerde gezi rehberi deniyor. Bir başka jargonla Ankara’yı keşfetme kılavuzu diyelim. Daha gerilerden bir kavrayışla ifadesiyle Ankara’nın merkez kutbu Hacı Bayram’dan destur alarak başlanır Ankara seyahatine. Sonra Taceddin Sultan’ı ziyaret ederek taçlandırılır bu keşif yolculuğu. Ankara gezisi bir selatin/sultan camisi Alaaddin Camisi ile maziden bir kavrayışla kemal bulur.
Üç defa Edirne’ye giden Hacı Bayram’a Sultan 2. Murat ısrarla sorar: ‘’İstanbul’u kim fethedecek?’’ Bu suale Hacı Bayram ‘’Beşikteki şehzade ve bizim köse’’ diyerek belki de motivasyon yüklü bir perspektif çizer. Sultan o tarihten sonra İstanbul’u bir daha kuşatmaz. Hatta tahtından feragat edip oğlunu genç(14) yaşta tahta çıkarır. Bu işareti bir mefkure haline getiren Fatih İstanbul’u kuşattığında ve kuşatma devam ederken bile rical i devletin ekseriyeti karşı çıkar. Akşemsettin hariç. Büyük alim sonuna kadar Fatih’i sabit kadem destekler ve yüreklendirir. Metanetini ve azmini muhafaza eder.
Gölbaşı’nda ocağı olan Ankara’nın andezit taşı Ankara Kalesi dahil tarihten gelen bütün Ankara yapılarını süsler. Ankara’nın ‘’taşı toprağı’’ derken bu milli mahalli yapı malzemesini bilmekte bilhassa fayda var. Son yıllarda betonarme karşısında kullanımı olabildiğince azalsa da… İki farklı renkteki gözleriyle Ankara kedisini de milli tabi hayat içinde Allah’ın bu coğrafyaya bir ikramı olarak görmek gerekiyor.
Ankara’dan bir büyük tarih geçmiş. Geçerken de eserlerini bir bir serpiştirmiş. Bedesten Fatih’in sadrazamlarından Mahmut Paşa tarafından yaptırılmış. Çengel Han 1522 Kanuni’nin sadrazamlarından Rüstem Paşa tarafından Ankara’nın hizmetine sunulmuş.
Ankara’nın gediklisi tiftik. ‘’Tiftik serin tutuyor, az buruşuyor, hafif ve esnek.’’ Nemden koruduğu içinde özellikle yaşadığımız asrî zamanlarda her mevsim kullanılabilmektedir. Ankara’ya uzun asırlar boyu büyük ticari emtia ve değer katan tiftik, Ankara keçisinden elde edilmektedir. Türklerin Anadolu’ya ayak basmasıyla Ankara’da 19. Asra kadar görülen bir büyük ticari ve kültürel birikim haline getirilmiş, Ankara’nın yegane sermayesidir. Ancak 19. Asırda durum değişir. O zamana kadar çeşitli ülkeler bu kıymetli kumaş hammaddesinin menbaı Ankara keçisini, kendi memleketlerinde çoğaltmayı denemişler. Ancak bir farklı besin yüzünden istenilen kalitede kumaş malzemesine ulaşamamışlar. İşte bu asırda İngilizler hem tiftik keçisinin kendisini hem de kelam-ı kadimini ‘’almışlar.’’ Aynı kalitede kumaş üretme değerine sahip tiftiği veren keçileri Güney Afrika’da çoğaltmayı başarmışlar. Böylelikle asırlardan beri dünya tiftik tekelini bir ticari meta olarak elinde tutan Ankara’nın bu tarihi sermayesine ortak olmuşlar. Bunu almakla kalmamışlar seçme, seçkin ve beğenmezsen geri getirebilirsini olan yani çağımızdaki ‘’garanti’’ kavramına karşılık ‘’muhayyer’’ bir kelamımızı alıp ‘’moher’’ olarak kelimeler dünyasına sürmüşler.
İşte bu tarihe kadar Ankara yollar, kavşaklar üzeri bir şehir hüviyetini korumuş. Ticaretin önemli bir merkezi olmuş. Bu ticari merkez olma konumu stratejik değerini de artırmıştır. En son 1907 tarihli salnamede Ankara’nın otuz üç hanı olduğu yazılıdır. Bu durum Ankara’nın yaşadığı ticari hareketliliğinin bariz göstergelerinden birisidir. Tiftik keçisinin tasvirlerine salnamelerde estetik ve sanat yüklü tasvirlerle yer verilir. Bu durum tiftik keçisinin ne kadar mühim görüldüğünün delilidir.
‘’İslam sanatının özü eşyayı nesneleri birebir taklit etmemek, bir üslup içinde yorumlayarak ifade etmek olarak özetlenebilir’’ diyen D. Mehmet Doğan, Ankara’nın ‘’heykelci’’lerinden şekvacıdır. Bir ara Ankara sokaklarına dindarlık iddiası olan bir belediye başkanı tarafından bol miktarda keçi heykeli serpiştirilmişti. Doğan’ın ihtarı bu başkanın heykelden bilhassa uzak durması yönündedir. Bu durumun düşünce ve felsefî temellerini de şöylece açıklar:’’ Bir şeyi, bir fikri, inancı savunmakla yaşarken/yaparken ona göre davranmak aynı şey değildir.’’… ‘’Devrimizde fikir ve inanç ideoloji haline gelmiş, düşüncenin ve inanmanın ruhuna nüfuz ihmal edilmiş. Uygulamanın öze uygunluğu, tabiiliği ortadan kalkmıştır.’’
İçinden geçtiğimiz zamana bakınca bir derin düşünce alıyor bizi. Kültürel, tarihi ve dini alanlarımızın olabildiğince daraltılması ve modernitenin gittikçe hayatımıza yayılması bu sathîliği artırmıştır düşüncesinden kendimizi alamıyoruz.
Ömrüm Ankara kitabıyla Doğan, bize olabildiğince geniş ve derinlikli bir fikri tayf sunmakta. Şehri solumakla, medeniyeti solumak yek ahenk bir değer kesbetmekte.
Bu resim; adeta tarihi Ankara’da, Ankara’nın tarihinin şehir fotoğrafını üniversitelere ders olarak konulacak bir mahiyet arz etmektedir. Amsterdam’da Rijksmuseum’da bir tablo bir batılı seyyah tarafından zamanında yapılır. Bu resim bu müzeye düşer. Kıdemli şehir tarihçimiz Semavi Eyice bu resmi 1958’de önce Halep olarak yazar. Ancak ilim böyle bir şey olsa gerek. Önce şüphelenmediği bu tablonun aslında Ankara olduğunu nihayet 1970 senesinde keşfeder. Bunu da daha sonra yazar.
Ankara’nın bu kitapta çıkarılan bir başka yakın tarih resmi var. Yakup Kadri’nin Ankara romanı üzerinden çıkarılan bu Ankara yakın cumhuriyet tarihinin panoraması mahiyetinde. ‘’Kazip bir rüya’’ olarak nitelenen bir devrin insan, idare, sistem ve işleyişi; yarılan havsalası, silinip yeniden kurulmak istenen hafızası üzerine ufuklar açan yakın bakışlar sunulmuş.
Kuruluş devri cumhuriyet idrak pencereleri zihni arka plan anatomisi analitik ve realist bir çerçeveden genişleyerek derinleşen bir bakış açısıyla ortaya konulmuş. Ankara romanında yazarın kendi bakış açısıyla cumhuriyetin kuruluş hikâyesinin birleştirerek kahramanlarına yaşattığı hayal kırıklıkları bir devrin özeti mahiyetindedir. D. Mehmet Doğan bu durumu roman ve kahramanları üzerinden:
‘’İdeal için yola çıkılmış fakat realite yani nefsî arzular öne geçmiştir. İnsanı kahraman yapan şartlar ortadan kalkınca sefilleştiren şartlar galip gelmiştir. Zaferin galipleri kendi özledikleri hayata yenilmiş, inkılâbın muktedirleri iktidar ve para karşısında irade zafiyeti göstermiştir.’’ tespitiyle ortaya koymakta.
İki devir arasındaki farklı motivasyon ve odaklanma noktaları arasındaki çelişkiye de dikkat çeken Doğan, bu durumun sebebini kitabında, ‘’ Milli mücadeledeki batı zıddiyeti, zaferden sonra batı hayranlığına hatta batılılar gibi yaşama iddiasına dönüşmüştür’’ Şeklinde açıklamıştır.
Tarihin tozlu yollarında zihin, fikir çabasıyla hakikat yolculuğu yapmak isteyenlere, kitabın iyileştirici bir tesiri mevcuttur.
Ömrüm Ankara kitabı beş bölüm halinde tertip edilip 2014 yılında ilk baskısı yapılmış. Zihin, fikir, ilim, irfanı; şehir ve Ankara ile birleştirip yeni ufuklara yelken açmak isteyenlere bilhassa tavsiye edilir.
İthaf: Bu yazı kalbi sökülmüş çağın hüzünbaz aşıklarına ithaftır.
(*)Ayrık otlarının kapladığı, kuraklaştırılıp çoraklaştırılan mukaddes davanın mübarek topraklarına Anadolu bozkırlarında çekirdek olan, deva kapıları açmak için bir ömür harcayan, mukaddes davanın sadık ve sebatkar savunucusu Aziz Üstadımıza hayır şifa niyazıyla.
Memiş Hocam yazınız muhtesem.Keyifle okudum.. Mehmet Doğan Hocamın da bu kitabını alıp okumak çok isterim.Şimdiden merak ettim daha neler var içerisinde diye.Teşekkürler
Nur Hocam, Ankara’yı tarihi kültürüne folklörü ile öğreten nitelikli bir eser. Okumak İçin çok şeyler vermeye hazırlıyor insanı.
Güzel bir yazı olmuş. Tebrik ediyorum Memiş hocam. İçimde bir an önce bu kitabı okuma arzusu doğdu.
Teşekkür ederim hocam.Gerçek okunmasa insanın bir tarafı eksik kalacak bir kitap.