Dünyadaki çoğu insan, sömürgeciliği olmuş bitmiş bir olay sanıyor. Avrupalı zihin mimarları öyle zannettiriyor insanlara. Aynı şekilde kölelik sisteminin de eskiden uygulanan ama artık çağdaş dünyada uygulanmayan bir sistem olarak düşünülmesi isteniyor. Modern tarih öğretiminden beklenen tek fayda eskinin kötülüğüne ve dolayısıyla yeni zamanların muhteşemliğine (!) insanları inandırmaktır. Bugün modernizm, küreselleşme, çağdaşlık, demokrasi, insan hakları, yenilik, inovasyon vb. gibi akla gelen batıya dair ne kadar kavram varsa, bunların var olma amacı sömürgeciliktir, insanları kendilerine köle yapmak içindir. Böyle sömürülüyor insanların zihinleri. Bu yüzden Batı uygarlığı, insanlık tarihinde gerçek anlamda bir medeniyet kuramamış bir millet olma unvanını sahip olmanın yanı sıra sahtekârlığın sistemini kurmuş uygarlık olarak hep anılacaktır.
Haçlı seferlerinden sanayi devrimine, Fransız ihtilalinden Berlin konferansına, birinci dünya savaşından Gazze katliamına kadar olan her olay batının sömürgeciliğiyle ilgili ve ilişkilidir. Mesela o çok bilindik sanayi devriminin alt yapısı sömürgecilikle kurulduğu gibi sanayi devriminin gelişmesi de sömürgeleşmiş ülkelerle oldu. Bu bağlamda Kristof Kolomb bir sömürgeci olduğu gibi Fransa cumhurbaşkanı Macron da bir sömürgecidir. Bunlar arasında zerre bir fark yoktur.
Evet, zihinlerimiz ilmek ilmek işlendi, işleniyor. Bugün dünyada kimse özgür değil; herkes az ya da çok birer köledir. İnsanlık tarihinde bu kadar köleleştirilmiş insanın bir arada yaşadığı çağ neredeyse yoktur. Batı emperyalizminin tufanı altında kalan biz insanların durumu, 1800’lerin Afrikalısından veya 1700’lerin Amerikalısından farklı değil. Nasıl ki 16. yüzyılın başlarında İspanyollar Meksika’daki Aztek medeniyetini, İngilizler Kızılderilileri, Hintlileri, Afrikalıları fiili olarak köleleştirdiler ve öldürdülerse bugün de bizlere aynısını yapıyorlar. Sadece Irakta bir milyon insanın öldürülmesi değil söz konusu olan; Afganistan’dan Libya’ya uzanan çizgide öldürülenler de değil; kendi topraklarında yaşayan kendi insanlarını da öldürüyor bunlar. Doğudakilerin bedenlerini öldürüyorlar, bu çok göz önünde; ama dünyanın geri kalanının ruhunu öldürüyorlar. Bugünün insanı şatafat içinde yaşarken insanlık sefalet içinde kıvranıyor.
Stratejik davranma, akıllı olma, duygusal olmama gibi kavramlarla batılı düşüncelere sığınan insanlar, devletler ve toplumlar birer zalime kolayca dönüşebiliyor. Bu nedenle dünyanın neresinde bir savaş varsa orda batıya biat etmeyen asil insanlar var demektir; neresinde savaş yok ise orası batıya teslim olmuş ruhların diyarıdır.
İşte bu yüzden genel olarak Müslümanların ve özel olarak Türkiye’nin batıyla hesaplaşma vakti gelmelidir artık. Soyluca bir hayat sürmek istiyorsak, insanca yaşamak istiyorsak, batıyla fikren ve fiilen mücadeleye etmeliyiz. Mücadele ruhu ve cephedeki asker psikolojisi taşımadan “İlim Çin’de de olsa alınız” yahut ““Hikmet müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa almaya daha hak sahibidir” hadislerini anlamaya çalışmak ve bu doğrultuda batıyla işbirliği yapmak kaybetmektir. Nitekim Gazze soykırımı karşısında Müslümanların hali, bu kaybedişin göstergesidir.
Tüm bunlardan dolayı ret üzerine, hayır üzerine kurulan bir eğitime ihtiyacımız var. Bir şeyi kabul etmeden önce nelere hayır dediğimizi; bir şeyi kabul etmeden önce neleri ret ettiğimizi belirlemek zorundayız. Önce neye ve nelere hayır diyoruz: Batıya, Avrupa’ya, bunların tüm değerlerine hayır dedikten sonra eveti kendi kültürümüzden belirlemeliyiz.
Unutmayalım insanlar gibi ülkeler, toplumlar ve devletler de kiminle dost ise ona benzerler. Bu nedenle Batıyla dost olmak isteyenler bilmelidir ki olacakları şey; ya onlar gibi birer zalim ya da zalimler için birer köle. Başka bir seçenekleri yoktur.