Birbirine kenetlenen toplum, birbiri için var olan toplumdur. İnsan, öteki insana muhtaç çünkü. Bu kenetlenmeyi sağlayan, toplumun toplum olmasına yol açan saik aynı gemide olmak mecburiyeti değil, aynı anneden doğmak da değil, aynı ahlaka inanmaktan, bu ahlakla hayatı yaşamaktan geçiyor. İnsanı insanca yaşatan içgüdü değil ahlaktır çünkü. Ahlak, tek cümleyle ötekini kendinden daha değerli ve önemli görmektir.
(Bu bağlamda, eğer ateş düştüğü yeri yakıyorsa, orada gerçek bir orman kardeşliğinden bahsedemeyiz. Ateşin yaktığı bir ağacın acısını diğer ağaç duyar. Acısını duyduğunda o da acıyla yanar. Bir süre sonra sadece aynı cinsteki ağaçlar değil, o ağacın yanmasına şahit olan her nesne yanmaya başlar. Her ateşi alan, ilk ağacın acısını duyar. Yangın, bu ağaçların, ilk ağacın feryadına topluca verdikleri bir yanıttır. Eğer bu ateş, insanın kötülüğünden oluşmamışsa, ki çoğunlukla böyledir, ona eşlik eden diğer ateşlerin bir zikir olduğu görülecektir. Yangın, esasında ormanın zikridir bu anlamda.)
İnsanlarla ağaçlar birbirine benzediğinden, insanda da ateş düştüğü yeri yakmaz. Geleneksel yaşamların hepsinde görülen, bundan başkası değildir. Günümüze dair tüm sızlanmalarımız, ateş sadece düştüğü yeri yaktığı içindir. Umulur ki, ateş düştüğünde herkes yansın. Bir zikir oluşsun. Çünkü biliriz ki birlikte yapılan ibadetler tek başına yapılanlardan evladır.
Ateşin düştüğü yeri yakmasıyla, bir yanlış karşısında susan dilsiz şeytan aynı manaya gelir. Yine ateşin düştüğü yeri yakmasıyla insanın diğerkâmlığı ortadan kalkar. Komşusu açken tok yatan bu nedenle bizden değildir.
Ateş sadece düştüğü yeri yakıyorsa, birimizin başına gelen derdi bizim derdimiz gibi görmüyoruzdur. Yani ateş düştüğü yeri yakıyorsa, ciddi bir ahlak sorunumuz var demektir. Çünkü ahlak, ötekini, diğerini, başkasını, senden gayrısını, kendinden daha önemli görmek demektir. Eğer, ateş düştüğü yeri değil de her yeri yakıyor olsaydı, toplumu yaşatan yasalar değil ahlak olurdu. Bir çocuğu yetiştirmek sadece anne-babanın sorumluluğunda değil, herkesin sorumluluğunda olurdu.
Eğitim ahlakın güzergâhının adıdır. Okul, bu güzergâhlardaki konaklardır. Bu konaklara ya da bu yola düşen ateş, oradaki herkes için ciddi bir sorundur. Çünkü oradaki herkes yanar. Lakin dert, kendilerinin işlerinin aksaması değildir. Orası yanıyorsa o insan ıstırap duyacaktır. O ıstırap ailesine yansıyacaktır. Ailesine yansıyan ıstırap, suya atılan taşın oluşturduğu halkalar gibi, tüm topluma yansıyacaktır. Bu nedenle, o kişi o ıstırabı çekmemelidir.
Eğitim dediğimiz şey, ıstırabı başkası için çekme duygusudur. Hakiki eğitimle her ateş, eğitim görmüş gönle düşer. “Ben, kâinata, yere göğe sığmadım, fakat mümin kulumun gönlüne sığdım”daki gönülde her ateş, yanar başkaları için.
Modern dünya insanı bilmeye mıhladı. Mana dünyasıyla irtibatı yok artık insanın. Görünenle, denilenle uğraşmayı maharet sayıyor bu insan. O kendi başına bırakılmış, kendi küçük dünyasının nesneleriyle uğraşmaktan zevk alıyor. Bu insanda ateş düştüğü yeri yakıyor. Eline taş değmişse acıyı duyuyor ama başkasının eline değen taşın acısını duyamıyor. Buna taş-el ilişkisi olarak bakıyor ve bunu kendisine verilen bilgilerle anlamaya çalışıyor. Acıyı duymuyor, çünkü gönlü yok. Seküler dünya bu duyguya rezilce bir at takmış: Empati. Bugünlerde eğitimcilerin dilinden düşürmediği empati, gönlü ortadan kaldırmak için uydurulmuş sahte bir duygu, bir riya… Ahlakın olmadığı yerde empati çoğalıyor. Böylece ateşin düştüğü yer yanıyor sadece bu insanlarda.
Hülasa modern eğitim, insanı yukarı doğru düşürüyor. Yükseldikçe düşüyor insan. Düştükçe yükseliyor. Yaman bir çıkmaz bu. Cehalet artık çok pahalı ve zahmetli. Onun mekânı, ateşin düştüğünde yaktığı yerdir. İnsanı cehaletten uzaklaştıran ise ahlakın ta kendisidir.