Bir türküde âşıkın muradına ermesi kül oluncaya kadar yanmasına bağlanır:
“Her aşık dünyada murad alamaz,
Yanıp ateşlere kül olmayınca”
Gerçek aşık yanıp yanıp kül olabilendir. Aşık, kül olmaz, yok olmaz yandıkça ebedileşir. Aşk ebedileşme yoludur. İnsanoğlunun dünyaya geldiğinden beri yanıp yakıldığı, uğrunda fikrini, düşüncesini, ilmini harcadığı tek mesele ebedileşmeye nasıl varacağı meselesidir. Bu konuda sevgiden başka delil, aşktan başka yol bulamamıştır. Aşk anlatılacak bir nesne değil, benim yapmaya çalıştığım da bu değil. Yapmaya çalıştığım onun insan hayatındaki rolünü bir nebze tebaruz ettirmek, aşığın neler yapabileceğine, daha doğrusu neler yapamayacağına kısaca değinmektir. Haluk Nurbaki; “bütün bilimler, siyasetler, dinler aşkı anlatmaya kalksa muhasalası bir zeminde bir gül olarak tecelli eder. Ama aşk o gül değil ondaki kokudur” der. Mesele, insanlara işlerini, her ne yapıyorlarsa onu, aşk derecesinde benimsetmektedir. Bunun yolları neyse bulunmalı. Mesela ehl-i tasavvuf sohbetlerinde beyitlere hayli yer verir.
“Aşk denilir bir heceye,
Neler yaptırır niceye!”
Bazen Yunus, bazen Niyaz-i Mısrî araya girer, sohbete bir başka renk, lezzet, bir başka derinlik katar. Yunus’un:
“Boyandım rengine solmazam ayruk,
Aşığım hüsnüne ölmezem ayruk
Yunus öldü diye sela verirler
Ölen hayvan imiş aşıklar ölmez” deyişi vb. ruhları kanıtlandırır.
Hülasayı kelam gençler Allah’a yönelmeli, O’nu aşık derecesinde sevmeliler. olmalılar. İşler aşk derecesinde yapılırsa hem ibadet hükmüne geçer hem de başarı mukadder olur. Üstad, birkaç misalle aşkın gücünü ve aşıkların yüceliğini gösterir.
Hz. Hüseyin abdest almaya başlayınca sararır, sendeler neredeyse düşecektir. Sorarlar:
-“Niçin böyle bir hale geliyorsunuz?” Cevap şu: -“Kimin huzuruna çıkmaya hazırlanıyorum biliyor musunuz?” Üstad devam ediyor: Beyazıd’ı Bestami, namaz kılarken, kaburga kemiklerinin çatırdağı duyulurmuş!.. Çünkü o Huzur-i İlahide’dir.
İbn-i Semnun aşkın en güzel tablosunu çizer: Hazret camide, kürsüde aşkı anlatmaktadır. Bir an dalar! Nereden geldiği bilinmeyen bir kuş Hazretin eline konar. Gagasını, ateş gibi olan tırnağına vurur. O anda gagasından incecik bir kan sızar ve kuş çırpınarak ölür. İbn-i Semnun hadise üzerine şöyle der: “Aşkın bitkilere ve hayvanlara tesiri vardır. Ancak bunun gafil insanlara tesir etmediği bir vakıadır. Aşkın, imanın gücüyle insan güçlüdür.” Aşkını, imanını, vecdini kaybeden;
- İnsan,
- Toplum,
- Devlet vs. pörsür eriyip biter.
Necip Fazıl, Montesquie’den de bir misal getirir: Montesquie, Romalıların yıkılışını aşklarının bitip tükenmesine bağlar. Hükmü şudur: “Aşklarını kaybettiler, kaybolup gittiler.” Üstad hükmü, yargıyı açıklığa kavuşturur. Aşkın esası Allah’a olan aşktır. Buradaki aşk Hakk’a olan aşk değildir. Batıla olandır. Amma, aşk öyle bir haldir ki, öyle bir derinlik, öyle bir değerdir ki, batıla bile olsa müthiş bir hayat verir. Ve ilave eder, bizler Müslümanlar, aşkımızı kaybettiğimiz için dağılıp gittik. Matlup olan bizatihi aşk değildir, matlup olan onunla yapılacak olandır. Öyle bir hedefe varılmak isteniyor ki, ancak aşkın gücüyle ulaşılabilir. Aşk derecesinde kendini adamakla oraya varılabilir. İşte Üstad’ın kastettiği de budur. Aşkı, vecdi, bunların getirdiği çileyi, ıstırabı, katlanılan sabrı kuşanmadan bu ağır yük kaldırılamaz. Aşk, sevgi, sabır, çile Üstad’ta bir milleti, bir medeniyeti, bir davayı diriltmek içindir. Onu tekrar ayağa kaldırmak, kendi yapısı, değerleri, karakteri ve iradesi üzerine diriltmek. Engeller çok, çetin, aşılması zor. Üç asırlık yıkıntı, yığıntı ve Batı’nın kanalizasyonlarına maruz kalmış bir miras. Bunu ateşlemek, yakmak ne mümkün! Bu yüzden gençlerin aşk derecesinde tutuşturulmaları, vecde gelmeleri, ıstırapla, sabırla olgunlaşmaları gerekir ki “köpükten gövdelerine kurşundan bir yük” alabilsinler. Böyle olduğunda tüm engeller, hayat şartlarını daha da iyileştirmede ve hedefe varmada birer fırsata dönüşür. Nurettin Topçu ilginç bir örnek verir: Devrin birinde bir kral sarayın hemen önünden şehre giden yolun tam ortasına bir kaya oturtur. Kayanın altına bir kese altın kor. Pencereden seyreder. Kimi kayanın yanından, kimi diğer tarafından dolaşır. İnsanlar kayayı kaldırmayı hiç düşünmezler. Nihayet pazara giden bir köylü duruma müdahil olur, eşyalarını bir kenara kor kayayı kaldırmak için uğraşmaya başlar. Uzun uğraşlar sonucu kayayı bir kenara itmeye muvaffak olur. Bir de ne görsün kayanın altında bir kese altın. İşte hayat yolunda kaldırılan her engel, amaca varmada aşılan, üstesinden gelinen her zorluk bize pek çok fırsatlar sunar. Bütün bunlar ulvi bir dava içinse nice mükafatlara nail olunacağı açık.