Bir ülkenin en kıymetli varlığı nedir sorusuna sağduyuya sahip (aklıselim) herkesin vereceği en makul cevap, şüphesiz insan varlığı özellikle de eğitimli, yetişmiş insan varlığı olacaktır. Bu bağlamda en kıymetli varlık ne madenler ne petrol ne de tabii varlıklardır.
İnsan varlığının göstergesi nüfus, özellikle genç nüfustur. Eğitimli veya yetişmiş insan varlığının ölçüsü ise okullaşma oranı kıstas (ölçüt) alınmaktadır. İnsan varlığını diğer ifade ile nüfusu korumanın göstergesi ise nüfus artışı hızı ve doğurganlığın yüksek oluşudur.
Cumhuriyet döneminin ilk nüfus sayımında (1927) Ülkemizin nüfusu 13.6 milyon iken 2023 yılında nüfusumuz 85.4 milyona ulaştı. Bu 96 yıllık süre içinde yıllık nüfus artış hızı binde 19 (‰ 19) olarak gerçekleşti. İstatistikler nüfus artış hızını 1950-1955 döneminde binde 30, doğurganlık hızını (kadın başına çocuk sayısı) 6.3 çocuk olarak arşivlemiştir. Geçen 73 yıllık süre içinde her iki ölçü zamanla azalarak 2023 yılında dramatik bir boyutta, nüfus artış hızı binde 1.1, doğurganlık hızı ise 1.51 çocuk seviyesine düştü. Yaşlı bağımlı nüfus oranı ise arttı.
1950 ve daha sonraki yıllarda ülkemizdeki nüfus artış hızının çok yüksek olduğu ve aile planlaması ile nüfus artış hızının sınırlı tutulması öngörülmüştü. Nüfus için 2014 yılında yapılan bir projeksiyonda 2023 yılı nüfusunun 84 milyon, 2050 nüfusunun ise 93.5 milyona ulaşılacağı ve daha sonraki yıllarda azalmaya başlayacağı kestirilmiştir. Bu sebeple gerekli tedbirlerin alınarak sosyal politikalarla nüfusun normal hızda (binde 13-15) artırılması öngörülmüştür.
Bu nedenledir ki Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakanlığı döneminden itibaren bu konuya dikkat çekmiş ve her fırsatta her aile için “üç çocuk” isteğini dile getirmiş ve getirmekte. Nihayet Sayın Cumhurbaşkanımız yukarıda verilen nüfus istatistiklerini dünkü konuşmasında (20 Mayıs 2024) “endişe verici” olarak niteledi. Çünkü nüfusun azalma yönelimine girmesi öngörülen yıldan çok önce ortaya çıktı.
Peki, bu dramatik veya endişe verici tablonun sebep veya sebepleri nelerdir. Eğer sebepler doğru tespit edilirse alınan tedbirler etkili olacaktır.
Bu bağlamda çok sebep sayılabilir. Ayrıca her fikir sahibinin önemsediği sebepler de farklı olabilir. Benim fikrime göre bu sebeplerden birincisi; zaman içinde aile mefhumunun (kavramının) zayıflamasıdır. Aile değeri büyük ölçüde zayıfladı veya zayıflatıldı. Televizyon, internet gibi iletişim araçları ile toplum “batı dünyasında” gördüğü kalıplarla yaşamaya başladı. Evlenmeyi, çocuk sahibi olmayı özel hayatına bağ olarak görmeye başladı. Daha bunun gibi birçok sebeple, evlenme oranı düştü, evlenme yaşı yükseldi.
Bu bağlamda İkinci bir sebep; ekonomidir. Evlilik çağına gelmiş birçok kişi ekonomik sebeplerle evliliğe mesafeli durmaktadır. Nitekim bu ekonomik zorluğu gören Devlet evlenecek çiftlere evlilik kredisi gibi imkânlar oluşturmaktadır. Ekonomik zorluklar sebebiyle evlenen çiftlerin çocuk sahibi olmayı ertelediğine veya tek çocuğu yeterli gördüğüne sıklıkla şahit oluyoruz. Annenin çalışıyor olması durumunda, çocuk bakıcısı veya kreş gideri, daha sonraki dönemlerde iyi eğitim için okul giderleri velilerin bu bağlamda en çok dile getirdikleri sebepler. Ancak burada bir çelişkili (paradoks) bir durum söz konusu değil mi? Zira ekonomik açıdan hiçbir problemi olmayan üst gelir gurubunda hatta iyi eğitim almış aileler bir-iki çocuk sahibi iken, ekonomik zorluk çeken veya öğrenim durumu temel eğitim düzeyinde olan aileler çok çocuklu.
Bir üçüncü sebep ise anne adaylarının doğurganlık yeteneğinde görülen zayıflamadır. Sağlık, gıda, giyim, konut, güvenlik gibi tüm zaruri ihtiyaçlara ulaşma şehirlerde daha kolay olduğu halde şehirlerdeki gürültü, kalabalık, trafik, kirli hava gibi nedenlerle kişiler stresli bir hayat yaşamaktadır. Doğal yapısından uzak, sağlıklı olmayan ayaküstü “abur-cubur” diye adlandırılan yiyeceklerle sağlıksız beslenme, gerek erkeklerin gerekse kadınların hormon yapılarını olumsuz etkilediği bir gerçek. Hormon yapısının bozulması ve stres; her ikisi de üreme yeteneğini olumsuz etkileyen en önemli iki unsur.
Nüfus yapısında gelinen bu dramatik nokta uzun yılların bir birikimi ile ortaya çıktı. Ancak nüfus artış hızının ve doğurganlık hızının normal düzeye getirilmesi (Binde 13-15 artış hızı ve ortalama 3 çocuk) için tedbirler alınmalıdır.
“Yiğit düştüğü yerden kalkar” atasözümüzü rehber alarak kaybettiklerimizi geri kazanma ile işe başlayabiliriz. Bu manada bazı tedbirler şunlar olabilir:
Öncelikle aile yapısını güçlendirmemiz gerekir. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının bu alandaki hizmetleri takdire şayan. Ancak aile yapısını önemli gören başta televizyon kanalları özellikle TRT ve sosyal medya yetkilileri yayın akışlarında, ancak günün etkili saatlerinde, “iyi aile” veya “örnek aile” konularına filmlerde, dizilerde, spot yayın, eğitim ve eğlence gibi programlarda yer vermelidir.
İkinci husus eğitimli ve ekonomik durumu iyi ailelerin kaygılarını gidermek gerekir. Bu moral bir telkinle gerçekleştirilebilir. Sivil toplum örgütleri bu konularda etkili olabilir. Ekonominin iyileştirilmesine ise fertten devlete herkesin gündemindeki bir konudur. Çözüm; fertten devlete israfı önlemek ve üretmek.
Üçüncü ise en zor olanı belki de, günümüzde kullanılan tabirle “yaşam tarzının” düzeltilmesi veya iyileştirilmesidir. Çünkü kapalı ortamlarda hareketsiz bir hayat, büyük bir kesimi kuşattı, beslenme alışkanlıkları değişti. Gıdaların ham maddeleri maddi olarak kirli bir çevrede (hava, su, toprak) ve doğallıktan uzak şekilde (ilaç, yapay gübre) üretilmektedir. Ayrıca tarımsal üretimde hastalıklar çoğaldı, zararlılar arttı ve yaygınlaştı. Gübre ve ilaç kullanmadan verimli üretim yapmak nerede ise imkânsız hale geldi. İlgili taraflar “güvenilir gıda” ve “gıda güvenliğini” (ihtiyaç duyulduğunda gıdanın temin edilebilmesi) sağlama ve toplum sağlığını koruma gayretleri takdire şayan. Fakat büyük geminin dümenini kırmak gibi zor bir süreç olduğu düşüncesindeyim. Sezaryenle doğum oranı bakımından OECD ülkeleri arasında Türkiye ilk sırada, ABD 6, İngiltere 13, Hollanda 15’inci sırada. Sezaryenle bir anne kaç çocuk sahibi olabilir? Sağlık Bakanlığı bu uygulamanın neden olduğu problemi değerlendirdiği kanaatindeyim.
Şüphesiz nüfus meselesi hakkında çok daha başka sebepler ve tedbirler sayılabilir. Ancak gelinen nokta: Nüfus parametrelerinin dramatik veya endişe verici düzeyde kötüye gitmesidir. İşte asıl beka meselesi bu.
Bir diğer önemli mesele EĞİTİM. Onu da bir başka yazıda ele alalım.
Ömer AKBULUT 25 Mayıs 2024