Hz. Adem’in çocukluğunu bilmeyiz. O kâmil bir yetişkin olarak var kılınmıştır. Ancak eğitimden âzade edilmemiştir. Cennetteki yaşantı bir mükemmellik halini ifade eder elbette bununla birlikte yaklaşılmaması tenbihlenen yasak ağaç ile ilgili bir terbiye süreci söz konusudur belki de. Adem peygamberin ve onunla birlikte yasak ağaca yaklaşan eşinin cennetten çıkarılmaları yani inişleri “bilgi ağacına” terbiye süreğini takiben değil de Şeytan olarak vasfedilen bencilliğin ve kibirin aldatışı ile zamansız ve keyfî yaklaşmalarıdır belki de. Böylece insan soyu bu defa eğitimin ve terbiyenin zorlu yoluna mecbur kılınmıştır.
Yaratıcının bizâtihi rehberliğinden mahrum olarak. Bu rehberlik artık seçilmişler aracılığıyla insanın bedenine ve zihnine indirgenebildiği kadarıyla söz konusu olacaktır. Bilgi, ebedîlik ya da hükümranlık ağacı olarak tasvir edilen bu ağaca yaklaşmak bundan sonra bir imtihan sürecidir. Burada çerçeveyi çizen ve yol gösteren öz ise bizatihi Yaratıcı tarafından insana “indirilen” marifettir. Buradan edep, erkan ve yol türeyecektir. Bu yolda edep ve erkan ile sürülecek bir sürek vardır. Bu noktada eğitimin ya da terbiyenin zatî ve ilk tanımına ulaşabiliriz.
Eğitim hakkında yapılan tanımlamalara bakıldığında farklı anlayış ve yaklaşımlara rağmen ortaklaşa bazı noktaların vurgulandığı görülür. Bunlar genel bir şekilde ifade edildiğinde, eğitimin bir süreç olması, eğitilenin bilgi, tutum ve davranışlarında değişmeye yol açması gibi özellikler öne çıkar. Birçok tanım esasen eğitim sürecinin tabiri caiz ise teknik diyebileceğimiz uygulama niteliğine odaklanır. Çok bilinen bir tanım bu durumun güzel bir örneğidir. Bu çok kullanılan tanıma göre eğitim “bireyde kendi yaşantıları yoluyla istendik davranış değişikliği yaratma süreci”dir. Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde ise eğitim, “çocukların ve gençlerin toplum yaşayışında yerlerini almaları için gerekli bilgi, beceri ve anlayışları elde etmelerine, kişiliklerini geliştirmelerine okul içinde veya dışında, doğrudan veya dolaylı yardım etme, terbiye” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımlar eğitimin özü, gayesi ve anlamı hakkında pek bir şey söylememektedir. Deyim yerindeyse bir yemeğin hangi malzeme ile nasıl yapılacağı açıklanmakta ancak bu yemeğin neden yenmesi gerektiği ve bu yemeğin anlamı hakkında büyük ölçüde sessiz kalınmaktadır. Toplum yaşayışında yerini alma, kişilik geliştirme gibi ifadeler de pek modern bir renksizliği ve göreliliği yansıtmaktadır.
Eğitim sadece topluma uyuma indirgendiğinde ki bu Durkheim’dan bu yana özenle vurgulanan bir niteliktir, toplum denilen şeyin değişkenliğine bağlanmış bir teknikten başkaca bir anlam kazanamamaktadır. Elbette eğitim alanında farklı yaklaşımlar söz konusu olmuş, eğitimin bir toplumun kültürünü yaşatma, yeni nesillere aktarma işlevine daha fazla önem verenler bu yönde tanımlar geliştirmiştir. Buna mukabil bu tür bir muhafazakârlığın karşısında eğitimin, bireyleri ve toplumu dönüştürü bir görevi olması gerektiğini düşünenler de bütünüyle farklı eğitim tanımlarına ulaşmıştır. Daha çok bireysel kapasitenin serbestçe açığa çıkarılmasına dönük ve özgürleştirici, toplumu dönüştürücü bir eğitimden de bahsedilmiştir. Hangi yaklaşım etkili olursa olsun her durumda eğitim, hem toplumların kültür ve kimliklerini yeni nesillere aktarıcı bir muhafazakârlığı hem de toplumu, kültürünü ve kimliğini değiştiren dönüştürücülüğü belli düzeylerde bünyesinde barındırmıştır.
Fakat uyum sağlanılması gereken toplum değil, toplumun da üzerine inşa edilmesi gereken ilkeler ve ülküler olmalıdır. Bu olabildiğince geniş bir penceredir ve hayatta kalma ya da iyi bir hayat için gerekli bilgi, beceri ve tutumları kazanmayı da kapsar. Bununla birlikte insanın varlığının ve yeryüzündeki serüveninin bunları aşan boyutları da dikkate alır.
Eğitimin ya da terbiyenin zatî ve ilk tanımına ulaşabileceğimiz noktaya tekrar dönecek olursak söz konusu ilke ve ülkülere dayalı bir tanımı şöylece yapabiliriz; “Eğitim, edep ve erkan üzere yaşayabilme yetisinin kazanılabilmesidir.” Burada eğitim bir süreç olmaktan çok bir sürektir. Eğitimin “edep ve erkan üzere yaşayabilme yetisini kazanabilme süreği” olarak tanımlanması bize sadece eğitimin nasıl yapılacağını değil neden ve hangi gaye ile yapılacağını ve dahası anlamını da vermeye yönelmektedir. Burada edep ve erkan, insanlığın yeryüzündeki serüveni boyunca kendisine farklı boyutlarda ve seviyelerde yol göstermiş olan öze ilişkin ilke ve ülkülerdir. Bugünün modern dünyasından, çok uzak geçmişe bakıp da ilkel diye nitelendirdiğimiz insanlarla günümüzün bizleri esasta aynı ilke ve ülkülerle muhatap ve mükellefiz. Farklı toplumlarda, farklı coğrafyalarda ve farklı zaman dilimlerinde bu ortak, ezelî düsturların olağanüstü bir çeşitlilikte ve farklılaşmışlıkla tezahür edişini gözlemlemek ise tarifsiz ve bir o kadar da gerekli, eğitici bir tecrübedir.